Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Bir yudum kahve

Bir yudum kahve
 

BİR NEFESLİKLİK HAYATTA BİR YUDUM HAVVE


Öğleden sonra hiç bir yere uğramadan doğru eve geldi. Çok yorgundu. Şöyle ayaklarımı uzatıp bir dinlensem diye geçirdi içinden. Eve girer girmez doğru mutfağa yöneldi, niyeti çok basitti: Yorgunluğunu ve ilk yalnızlığını çok sevdiği kahvesi ile bir kaç saati yalnız başına geçirmekti. Gidenler gitmişti artık bu kasabada yalnız yaşayacaktı. Zordu. Ama yaşamak zorundaydı.
Sırtından paltosunu bile çıkarmadan, elinde kahvesi, küçük salonda da ki yemek masasının başına oturdu. kahvesine koyduğu süt ile şekeri karıştırırken kaşığın tek düze sesi, tanıdık, ama pek yalnız tıkır daması evin sessizliğini anımsattı.

Sessizliğe bürünmüş evde boş boş duvarlara baktı. O anda gördü duvarda ki kabartıyı.  Ne zaman olmuştu. temizliğe gelen kadın da mı görmemişti. biraz söylendi kendi kendine. Sonra yine daldı kendi sessizliğine. kahvesini bitirdi. Sonra fincanı tabağı ile kapattı,ters çevirdi. sonar yüzüğünü çıkardı fincanın üzerine koydu. bir yudum kahve hayatı nasılda değiştiriyor diye düşündü.
Beklerken ev yine sessizliğe bürünmüştü. yerinden kalmadan paltosunu çıkardı. koltuğa attı.

     Böyle bir yalnızlığı düşünmemişti. yalnız kalmanın tedirginliğini duydu. İçini bir tedirginlik bürümeye  başladı. Ayağa kalkmak için sandalyeyi itti, sandalye düştü. kaldırıp koymak için uzandı, fincanın üzerinde ki tabak düştü düşerken çıkardığı ses odada yankılandı. Sessizlik yine başladı. Sessizlik öyle yoğunlaştı ki. yerinden kalkmaya pek niyeti yoktu aslında. duvardaki tablonun eğriliğini görmeseydi;
O dürtü olmasaydı, birileri gelene kadar oturduğu yerden kalkmayacaktı.''kim gelecekse''  kalkmışken çalışma masasının çekmecesinden eski bir dosyaya sakladığı fotoğrafları  çıkardı.

    Fotoğrafların birisinde başında hasır şapka vardı. O kadar ufak tefek ki, yanında ki, kıvrık paçalı pantolon giymiş adamın çocuğu gibi duruyor.Besbelli koyu kırmızı boyalı dudakları aralanmış; sanki bir şeyler söylüyor, fotoğraf çekene seslenmiş olabilir. Resimlerle bir müddet oyalandı. sonra aklına kapadığı fal geldi. ''bir  nefeslik hayatta bir yudum kahve '' gülümsedi, tabağın gördüklerine oh oh balıkta var.

     Akşam bastırıyordu üstüne, üstüne. O, yalnız insanları yalnızlaştıran, hastaları daha hasta eden, akla hemen ölümü getiren akşam. Karanlık, ürkütücü boşluk. Belki umutlu sonsuzluk, belki umarsız hiçlik. İnsanın alışamadığı akşamlardan biri daha. Yalnızken unutulayamayan, hatırlanınca avutulamayan kederlerin saatleri.

     Berbat bir  yaz başlangıcıydı.Nemli fazla ılık. Akşamın gelişini hasır koltuğumda elimde naneli bir soda ile karşıladım. Balkondan dağları seyretmeyi ve yanımda birileri olsa da azıcık dedikodu yapmayı, nasıl özlemişim. Sessizlik iyice karartmıştı içini istemeden on beş gün önce  yaşadıklarını düşündü;
Yeni karşılaşmışlardı. ''üç yıldır kasabadan uzaktı. kızı oğlu derken üç yıl evinden yurdundan uzak kalmıştı. sonunda her şeyi göze almış dönmüştü evine'' iki bavuluyla kasabanın garına indiğinde günden tam on  gün önce Muhittin Beyin karısı ölmüştü. Herkes Muhittin Beyi konuşur olmuştu.
''Fırtınayla birlikte oluktan boşanırcasına yağan yağmurun ortalığı birbirine kattığı bir gün, öğle namazında kaldırdılar Meftune Hanımın, ilk kez  kasabalı onu bu kadar perişan görüyordu. Yakın dostları sırtına pardesü iliştirmese sırılsıklam olacakmış. Kırk yılı aşkın bir süredir coşkusuz ama tutarlı bir duyguyla bağlanmış olduğu kadının onu yapayalnız bırakıp gidişi yüzünden Muhittin Beyin içine düştüğü çaresizlik kasabalının baş derdi olmuş, hele yufka yüreklilerin burnunun direği sızlamıştı. Bu kasabanın sevilen beyefendisi şimdi yalnız başına ne yapabilir diye iki kişi bir araya gelse konu hep bu, bu işe bir çare arıyorlardı''

   Bende yalnızlığıma çare arıyordum. bir gün bahçede gezerken birden aklıma bahçeye çiçek ekmek onlarla uğraşırken yalnızlığını biraz unuturum deye düşündü. Ve işe başladı. ilk iş olarak karşı komşunun kapıcısına bir miktar para vererek bahçeyi bir güzel bellettirdi, tırmıklattı. her şey hazırdı. şimdi orkide zamanıydı orkide soğanları almalıydı. giyinip çarşıya doğru yol aldı.

  Muhsine Hanım bir Pazartesi sabahı kepekler henüz kalkmışken nalbur Kazım'ın dükkanına girdi. Çaycıya seslenmek için kafasını işinden kaldırdığında, kapıda sessiz sakin duran Muhsine Hanımı görünce bir yutkundu. Bir kaç gündür onu konuşur olmuşlardı. Kasabanın özelliği bu, ''buralarda çiçek fidesi, orkide soğanı nerede bulunur'' diye sordu.
-Çiçek pazarı yok da, kasabanın çiçekleri Muhittin Beyden sorulur.
Muhsine Hanım şaşkınlığını gizleyemedi.
-Hani ilk okul öğretmeni...Karısı yeni ölmüş olan... Muhittin Bey mi?
-''Evet o. evi şu sokağı dümdüz gidince ilk sağ aranın sonunda ki iki katlı evin yanındaki sarı panjurlu ev. Bulamazsanız sizi götürebilirim''.
Sağ ol bulurum ben, dedi ve yürüdü.
Muhsine Hanım çıkar çıkmaz oda kapıyı öylesine çekerek  kahveye koştu. Duble çayını ısmarlarken, en lezzetli dedikodunun hangi masada yapılabileceğini kestirebilmek için heyecanla masalara bakıyordu.
Muhsine Hanım yer yer tanıdık gelen köşelerinden, insanlara başı ile selam vererek. yavaş adımlarla ilerliyordu. Muhittin Beyin evini kolay buldu. Evde hareket yoktu. Kapının da ne tarafta olduğunu  da bilmiyordu. Bir kaç teretdütlü adım  atıp eve iyice yaklaştı. Sol yanında bir ses duydu.
- kimi aradınız?
Ürküntü ile döndü.
    Muhittin Bey elinde orkideleri için hazırladığı toprakla dolu plastik kovasıyla, sırtında en salaş pantolonu, en eski gömleğiyle, gözlerini kocaman açmış, ona bakıyordu. Yıllar önce çocuklarının öğretmeni dostça bir bakışla bakıyordu. Çizgileri artmış yüzünün , kırları şakaklardan yukarı doğru yükselen yükselen saçlarının, biraz kabarmış göbeğinin farkına  bile varamadı.
Ellerini bir güzelce yıkadı. tertemiz bir mendile ile kuruladı. Üzerine çeki düzen verdi. Ve elini uzattı;
-'' Muhsine'ydi değil mi?''
Mahcup bir gülümseme  hafifçe pembeleşen yanaklarına doğru çıktı.
Muhsine kasabaya geleli ilk kez gülümsedi. Elini uzatmış, Muhittin Beyin sağ avucuna bırakmıştı. bir telaşla tokalaştılar. Muhsine Hanım gülümsemekten vazgeçmemişti. Muhittin Bey nasırlı avucuna bırakılan o küçücük eli terk etmek istemeyerek usulca bırakılan o küçücük eli terk etmek istemeyerek usulca çekti, eve yöneldi.
- ''gelin size bir kahve yapayım karşılıklı içelim'' dedi.
Evin kapısına gelirken tuttuğu eli bıraktı. Tutuklaşmıştı. Aramadığını sandığı bir şeyin ansızın bulunduğu için şaşkınlaş mıydı?
Günlerdir kendinden başka canlının gezinmediği bahçesinde lavantalı sabun kokan bir rüzgar esintisini hissetmenin, günün en hüzünlü saatlerini yaşadığı sabahına bir tazeliğin girmesinin, belki de başka şeylerin şaşkınlığı.
 Muhlise Hanımda kasabada geçen yalnız günlerinden sonra, ilk kez dost bir bakışla karşılaştığı için rahatlamıştı.Şaşkın asla değildi.

Artık hiç bir geminin uğramadığı antik bir limana sığınmış gibiydi. Eski belkide çoktan batmış gemilerden kalan yıpranmış bir iskele de olsa bağlanıvermişti işte. Bıraksalar taze kahve kokusunun buram buram doldurduğu, çiçekli örtülerin kapladığı o küçüçük odada büzülür, günlerce, saatlerce, haftalarca kımıldamadan oturabilirdi. bir yudum kahveyle...

Gülseren AKDAŞ
 

 
Toplam blog
: 140
: 595
Kayıt tarihi
: 31.08.10
 
 

18.03.1950 yılında Samsun'un Bafra ilçesinde dünyaya gelmiş. Altı çocuklu bir işçi ailesinin üçün..