Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '08

 
Kategori
Güncel
 

Biyopolitik ve biyolojik bir varlık olarak "Mustafa"

Biyopolitik ve biyolojik bir varlık olarak "Mustafa"
 

Biyolojik ve biyopolitik...


Mustafa Kemal Atatürk’ün biyopolitik ve biyolojik özellikleri arasındaki ilişki sadece kendi döneminde üretilen güç/bilgi bağlarıyla geliştirilmedi. Asıl sonraki dönemlerde takipçileri tarafından hiçbir zaman bitmeyecek Kurtuluş Savaşı’nda (biyotarih) biyopolitik bir ‘ebedi egemen’ şeklinde tanıtıldı.j

Can Dündar’ın yeni belgeseli Mustafa’nın gösterime girmesiyle başlayan tartışmalardan gına geldiğinin farkındayım. Filmi seyreden-seyretmeyen herkes bir şekilde görüşünü belirtiyor. Aslında ‘Mustafa’ belgeseli daha önce Radikal2’de önermeye çalıştığım ‘iki (buçuk) Türkiye’ okumasına katkı sağlamakta. Sebep olduğu tartışma aracılığıyla kutuplaşmış ideolojilerin ve yaşam tarzlarının birbirini çekemezliğini berraklaştırmaktadır. ‘Mustafa’, hem içeriğiyle hem de o içeriğin algılanış ve tartışılma biçimleriyle bir şeye daha katkı yapmaktadır. O da Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘yaşamını’, iç içe geçen tarih, egemenlik, ulu önder, ebedi şef, devlet, ulus, et ve kemik bütünü olarak irdelemek; ve bu kemikleşmenin ulus-devlet inşasında ve makbul vatandaş yaratmak konusundaki rolünü araştırmaktır. ‘Mustafa’, Kemal Atatürk’le beraber düşünüldüğünde biyolojik bir insandan biyopolitik bir lidere dönüşümüne kendi penceresinden ışık tutmaktadır.
Biyopolitik (biyosiyaset), Michel Foucault tarafından geliştirilen bir kavramdır. Fransız düşünür, klasik egemenlik anlayışının merkezinde yer alan savaş ve ölüm olgularının yerine önerdiği ‘biyogüç’ ve ‘biyopolitika’ kavramları ile, (yasal) egemenliğin öldürerek veya koruyarak icra (elde) edilmesinden ziyade, insan yaşamları ve nüfusları üzerinde nasıl kontrol ve disiplin (eğitim, sağlık, cinsellik, giyim-kuşam, terbiye, beslenme, vs.) mekanizmalarını tesis etmeyi amaçladığını anlatır. ‘Mustafa’, Türkiye’yi devamlı gözetleyen kişiselleşmiş bir panoptikonudur. Biyosiyaset bu bakımdan savaşın başka araçlarla (disiplin, güvenlik, jeopolitik, vatandaşlık, altıok) devamıdır.

Aynen ‘İki (Buçuk) Türkiye’de olduğu gibi... Çünkü o ayrışma da hiçbir zaman bitmeyecek olan bir savaşın devamıdır. Bu savaş tarihsel olarak 1876-1922 döneminde yaşananların sonradan değişik şekillerde tezahürüdür denebilir. Modern Türkiye, aynı sorunların bir daha yaşanmaması için alınan biyopolitik önlemlerin (biyo)tarihidir. Foucault’nun ‘savaş gibi siyaset’ kavramı ışığında düşünülmesi yararlıdır. Bu bağlamda, piyasada satılan ‘Savaşı Atatürk Kazanacak’ türü kitapların sadece başlığı bile son derece önemli bir analitik inceleme sahası sunmaktadır.

Filmi beğenmeyenlerin gözünde, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşamını anlama biçimleri, etten kemikten bir insanın devletleşmesi/uluslaşmasını andırır. Onları ancak Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk hitabı tatmin eder. ‘Mustafa’ hakaret olur. (Atatürk/Ulus-)Devlet ‘ayyaş’ olarak tanıtılır mı! Filmi olumlu bulanlar ise Mustafa Kemal’in biyolojik varlığıyla sorunu olmayan, ancak onun kurduğu Cumhuriyet ve ulus-devlet yapılarının biyopolitik emellerinden soyutlanmasını isteyenlerdir. Mesele, biyolojik ‘Mustafa’ ile, biyopolitik Mustafa Kemal Atatürk’ü birbirinden ayırmaktır. İçki içmesi onların bazıları için çok makbul olmasına rağmen, sadece Lahasümütler’e hayat hakkı tanıması kabul edilemez bulunur. Bir kesim ise Mustafa’nın içtiği alkolle hiç barışamaz. Bu insanlara göre başörtüsüyle üniversite kapısından girememelerinin tek suçlusu Mustafa’dır. Böylelikle O insanlıkla-insanüstülük, kurtarıclıkla-diktatörlük arasında bir yerde gider gelir sürekli. Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisi bile bu ikiliği teyid etmektedir: ‘İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir ’.

Bu kutsal algıyı destekler nitelikte başka çarpıcı örnekler bulmak mümkün. Uluslararası Mark Twain Derneği tarafindan 1937’de ‘Türk milletine neşe içinde yaşama yolunu açtığı ve rehberlik ettiği’ gerekçesiyle kendisine madalya verilmesi üzerine: “Yaşamımda işittiğim en büyük kompliman budur. Benim insan tarafımı övüyorlar!” demiştir. Geçen yılki 10 Kasım anmaları sırasında dönmeye başlayan reklam filminde Atatürk’ün parmağına diken batar, çocuk bir dikenin nasıl Atatürk’ün elini delebildiğini sorar. Atatürk ‘Batmaz mı?’ der. Çocuğun Atatürk’e ‘Senin elin kanar mı?’ sorusu üzerine Atatürk “Kanamaz mı” cevabını verir. Bu cevap üzerine şaşıran çocuk “Ama, sen Atatürk değil misin?” der. Atatürk o olduğunu söyler’. Yine geride bıraktığımız 10 Kasım günü televizyon kanallarında, Mustafa Kemal Atatürk’ün yurtdışında devlet bursuyla okuttuğu 732 öğrenciden hayatta kalan on tanesi hakkında haberler vardı. Bir tanesi aynen şunları söyledi: “O başı semalara eren bir ilahtı”.

Mustafa Kemal Atatürk’e biyopolitik egemenlik ve ‘ebedi şef’ sıfatlarını yakıştırmamıza yardım eden şu sözleri de hatırlayalım: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir”. Gazi, işte tam burada biyolojik bir varlık olarak ölümlülüğünü kabul etmesine rağmen biyopolitik bir varlık olarak ölümsüzlüğünü ilan etmektedir. Diğer bir ifadeyle bu sözler her Türk, Atatürkçü düşünce sistemi üzerine doğar anlamına gelebilir. Bozulmalar sonradan çevrenin etkisiyle yaşanır. Biyopolitik egemenin görevi bu bozulmaları terbiye etmektir. Marşlarda söylendiği gibi; Atatürk ölmedi... Yüreğimde yaşıyor... Uygarlık savaşında.. Bayrağı o taşıyor.. Her gücü o aşıyor.. Türklüğe (biyo)güç veren devrimler senin...
Mustafa Kemal Atatürk’ün biyopolitik ve biyolojik özellikleri arasındaki ilişki sadece kendi döneminde üretilen güç/bilgi bağlarıyla geliştirilmedi. Asıl sonraki dönemlerde takipçileri tarafından hiçbir zaman bitmeyecek Kurtuluş Savaşı’nda (biyotarih) biyopolitik bir ‘ebedi egemen’ şeklinde tanıtıldı. İlginçtir internette arandığında sadece paralı ödev sitelerinde bulunan, ama benim Ankara’daki saha araştırmalarım sırasında kütüphanede rastladığım bir doküman bu konuya ışık tutan belgelerden bir tanesidir.

Bahsettiğim ‘Atatürk’ün Özellikleri’ hakkındaki ‘takdim’ 45 slayt ve bir metinden oluşmaktadır. Burada yalnızca bir paragrafı yorumsuz aktarmak istiyorum:
“Olağanüstü başarılı bir insan olan yüce Atatürk’e biyolojik donanım açısından göz atmamak sanırım önemli bir eksiklik olacaktır. Yansıda ATATÜRK’ÜN biyolojik önemli özellikleri şematize edilmiştir (ailesinden aldığı kalıtsal özellikler, çok sayıda beyin hücresi, yoğun sinaplaşma, miyelinlenme ile oluşan zengin bilgi yolları, iyi beslenme, sinaplaşmayı sağlayan çevre ve bu çevreyle iletişim). Bu özellikler, dikkat edilir ise, olağanüstü akıl yürütme ve yaratıcı sentez yeteneğini sağlayan özelliklerdir. Çok sayıda beyin hücresi ile genetik yazılım ailesinden gelmektedir. Pek tabii sakatlık bahis konusu olmadıkça olağan insanda yeterli beyin hücresi bulunmaktadır. Atatürk’te en azından beyin hücresi yetersizliğinin olmadığı ortadadır. Fazlasının bulunduğu da bir gerçektir. Sinaplaşma ve miyelinlenme ise her insanda çevre ile iletişim yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir, ancak bu konuda da genetik katkıların devreye girdiğini söylemek mümkündür. Bu yaklaşıma aile içi yaşantısı süresince ailenin sağladığı diğer gelişme olanaklarını da katmak gerekir. Örneğin; aile Mustafa Kemal’in aklını kirletecek etkiler yapmamış (akıl kirliliği, kuantum mekaniğine göre çalışan akıl), özellikle zihni açıdan gelişmesini destekleyecek özgür ortamı yaratmıştır. Bu biyolojik yapı mükemmeldir. Pek çok insana nasip olmaz, böyle bir yapıya sahip olanlar ise olağanüstü gelişmeleri başarmaya namzettirler. Yetişkin bir insanda, 10 üzeri 13 sinapsis, 10-100 milyon çeşitli düşünce taşıyan molekül var (1 gr. ağırlığında) ve beyinde 56 çarpı 10 üzeri 12 kadar hücre bağlantısı var. Atatürk, bu niteliklerini ömrü süresince muhafaza etmiş ve olaylardan aldığı doğru derslerle geliştirmesini ve yeri geldiğinde de işe koşmasını, sorunlara semptomatik değil köklü çözümler getirmesini bilmiştir.” (Biyolojik Bir Varlık Olarak Atatürk bölümünden, Slayt 1-5)
...
Demek ki asıl düşünülmesi gereken sıkça tartıştığımız başka bir ‘Mustafa’ çıkarmak meselesi değil, o kadar teknolojik ve ekonomik gelişmeye rağmen o insanın yetişmesine imkân verecek biyolojik yaşam şartlarını sağlayamamamızmış. Aslında haddi aşarak, biraz da muziplikle, bu paragrafı okuyan insanın, ‘Yoksa Çağrı filminde gözükmeyen Mustafa o muydu’ diye sorası geliyor. Ama tam bu noktada imdadıma yine Mustafa yetişip bakın ne diyor: “Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!” (Afet İnan, Atatürk’ün BUM., s. 37)

 
Toplam blog
: 26
: 916
Kayıt tarihi
: 03.11.08
 
 

Nobel ödülü sahibi isimlerin bile sabah ilk iş olarak bloglarına 'bugün başıma çok ilginç bir olay g..