Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bu yeni elbise bana yakışacak mı?

Bu yeni elbise bana yakışacak mı?
 

Bugün öyle ağırım ki kendime. Sanki tonlarca yük taşıyorum omuzlarımda. Nasıl sızlıyor her yanım. Yürümekte zorlanıyorum sanki. Çok ağırım çok. Adımlarım bir ileri bir geri. Hani gitmek istemediğin bir yere zorla gidersin ya . İçin almaz ya... Zorunlusundur...

Bedenimi ele geçiren bu ağırlık... Başıma yayılan bu melet ağrı... Omuzlarım... Ezilip yok olmak istiyorum...

"Hayat çek ellerini omuzlarımdan..yine fazla oldun...Gelme artık üzerime... "diye haykırmak geliyor içimden... Susuyorum... Zaten haykırsam da sesimi duyan olmayacak, biliyorum...

Yine birileri hakları varmış gibi çomak sokuyor yaşantıma... Kendi istediğimi değil de onların bana biçtiği elbiseyi giymek zorunda kalıyorum... Bana göre modası geçmiş... Onlara göre son moda... Zaten modadan da anlamıyorlar... Bu yeni elbise bana yakışacak mı?”

Son cümlesini yazmıştı adam. Kapadı lacivert deri kaplı defterini. İçinde kocaman bir boşluk hissediyordu. Üzüntü, öfke, çaresizlik birbirine karışmıştı. Bu kaçıncı kezdi. Dönüp dönüp başa sarıyordu makara. .Onun adına bilmem kaçıncı kez başkaları karar veriyordu ve o çaresizce kabullenmek zorunda kalıyordu.

Oysa insanlar özgür doğar ve özgür yaşarlardı. Yani böyle söylenirdi hep… Ama nedense sadece özgür yaşadıklarını sanırlardı ya da buna inanmak isterlerdi böyle olmadığını bile bile…

Hayatın temposuna kapılıp giderken başkalarının hayatımız hakkında ne kadar çok karar verdiklerine içimiz acıyarak isyan ederdik çoğu kez kimseler duymasa bile.

Önce anne babamız… Sonra konu komşu… Eş, dost, ahbap… Eş, kayınvalide, kayınbaba, görümce, baldız, bacanak, kayınbirader, çocuklar sonra…Şefiniz, müdürünüz, başkanınız, arkadaşlarınız…Ve toplum…

Özgürsünüz değil mi… Yaşamak için size sunulan bu hayatı gönlünüzce yaşıyorsunuz… İstediğiniz okulun, istediğiniz bölümünde eğitim görebiliyorsunuz… İstediğiniz şartlarda, istediğiniz işlerde çalışabiliyorsunuz…

Belki arkadaşlarınızı seçebiliyorsunuz ama ya hiç hoşlanmasanız da konuşmak zorunda kaldığınız o bir alay insan. Onlarla aranızı iyi tutmak zorunda kalmanız… Şirin gözükmeye çalışmanız… Mecburiyetleriniz… Görünmez, adı konmamış bir baskı var aslında her birimizi üzerinde…

Anne babanızı değil ama kayınvalide, kayınbabanızı seçebiliyor sunuz … Yani böyle sanıyorsunuz alna yazılan kadere kim karşı koyabilmiş ki…

Günün en enerjik olduğu sekiz saatimiz… Aynı büroda, aynı odada bir nevi hapis değil miyiz aslında… Ve yapılması gereken üç aşağı beş yukarı aynı işler… Sessiz, sakin çalışmak belki biraz kafa dinlemek istediğiniz anlarda bile bağıra çağıra iş yapıyor gözükmek için kendini parçalayan aslında ortada yaptığı hiçbir iş olmayan çığırtkan insanlar… Ailemizden çok birlikte olduğumuz mesai arkadaşlarımız…

Kimi zaman alıp başımızı gitmek istediğimiz halde hani o hep söylenen ısısız adaya, bizi buralara bağlayan bir şeylerin olması hep, bahaneler yaratmamız durup durup…

Katlanmak zorunda olduklarımız… Mecburiyetlerimiz…Hayatın neresinde durduğumuza aldırmadan bizi yıpratmaya çalışanlara karşı koyamamamız… Yetmemesi gücümüzün… Boyun eğmek zorunda bırakılmak.Hani ya bu deveyi güdersin ya da bu deveyi güdersin misali…Evet demir parmaklıklar arkasında değiliz… Prangalar vurulmamış ayaklarımıza… Ellerimizde kelepçeler yok… Güneş, ay, yıldızlar bizim… Özgürüz değil mi?

Belki de yeni bir elbise almaya gücümüzün yetmemesi yüzünden yaşamak zorunda olduklarımız… Hep başkalarının bize biçtiği elbiseleri giyip durmamız üzerimize uysa da uymasa da, yakışsa da yakışmasa da bu yüzden… Bu yüzden aynalara küsmemiz… Kendimize bile küsüp küsüp barışmamız belki de hep bu yüzden…

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..