Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çiçekçi'den Ortaköy'e

Çiçekçi'den Ortaköy'e
 

Aylardan Mayıstı ve mevsimlerden bahar. Gözlerimi açtım bir salı sabahı. Sabah ezanı ya henüz okunmuş ya da okunmak üzere. Yaz yaklaştıkça saati kurmadan uyanırım ben. İnsanoğlu kış uykusuna yatmaz gibi gözükse de bal gibi de yatar aslında. Mayıs geldi mi uykum azalır. Ben de uyanırım çiçeklerle beraber. Günaydın İstanbul. Son özgür sabahım benim bugün. Ezanda şimdi başladı bak. Yine erkenciyim.

Çiçekçi' de evim. Deniz görecek kadar pahallısını tutamadım ama biliyorum nah işte şu tuvalet duvarının arkası boylu boyunca deniz. Lodos sert eserse denizin kokusu ve dalgaların sesi odamın içine dolar. Son özgür sabahım bugün benim. Yarın işe başlayacağım. Belki yakında Sarayburnu manzaralı bir ev tutacak param olur. O zaman da denize bakıp hayal kuracak vaktim olmaz ya, o da ayrı mesele.

Olsun canım tutayım ben bir ev. Ara sıra babam gelir. Akşam olduğunda güneş ışığı çekilirken ve sokak ışıkları kendilerini henüz tam olarak belli edememişken, işte o manzaralı evin balkonunda oturup rakı içeriz. Aslında ben rakı içmem ama olsun, Sarayburnu manzaralı evim var mı sanki?

İşte not defterim elimde. Neymiş efendim, sabıka kaydı, ikametgâh, 4 vesikalık fotoğraf. Verem savaş derneğinden akciğer filmi. Hiç birisi hazır değil ve fakat önümde de uzun bir gün var.

Sokağa çıkıyorum bir güzel Mayıs sabahı. Gece yağmur yağmışta yıkamış Çiçekçi'nin sokaklarını. Latif bekliyor kahvaltıya acele etmem lazım. Latif kim derseniz bizim mahallenin fotoğrafçısı. Çocukluk arkadaşım.

Bu Latif'in bir huyu var, yalnız başına kahvaltı etmez asla. Kimseyi bulamasa birkaç poğaça alır, bulduğu ilk yokuştan aşağı salar kendisini. Çiçekçi deyseniz eğer ve bir yokuş başındaysanız, aşağı doğru kaydığınızda karşınıza mutlaka deniz çıkar. Latif de aynı öyle yapar işte yalnız kaldığı sabahlar. Bir kese kâğıdı dolusu poğaça alır ve Kızkulesi'ne doğru gider. Üsküdar çocuğuyuz biz. Yolda mutlaka birisine rastlar Latif. Kimse olmazsa poğaçaların bir kısmını balıklara bir kısmını martılara atar. Tek başına kahvaltı edemez Latif.

İşte geldim bile Latif'in dükkanına. Tabureleri ve sehpayı dışarı çıkarmış bile bak. İnce belliler ve çatallar ve tabaklar çoktan hazır. Toz şeker severiz biz, o da masada yerini almış. Beni gördü heyecanlandı. "Neredesin sen paşam?" Çabucak donattı masayı. Sanırsınız fotoğrafçı değil de en kral otelin restoranında garson. Her biri bir çay tabağında hazırlamış kahvaltılıkları. Baktım tahin helvası bile var hem de fıstıklı. Böyledir işte Latif. Özenlidir.

Bak kahvaltıda bitti. Günün en önemli öğünün hakkını verdik çok şükür. Hadi dedim Latif, çek şu fotoğrafı da gönder beni. Daha adliyeye gideceğim, film çektireceğim. En yakışıklısından fotoğrafımı çekip veriyor elime. Hangi arada yaptıysa şakaklarımda ki beyazları rötuşlamış. Elimi cüzdanıma atar gibi yapıyorum o da kolumu tutar gibi yapıyor. Latifile benim aramda paranın lafı bile geçemiyor.

Beşiktaş motorunda listemi çıkarıyorum. Fotoğrafların üstüne bir çizik. Üşeniyorum devamı için. Hele ki adliyeye gitmek. Büyüyor gözümde. Adliyeyle akciğer filminin üzerine de birer çizik atayım ne olacak. Atıyorum onların üstüne de birer çizik sanki o işlerimi halletmişim gibi. Sonra çantama bakıyorum bir de ne göreyim, akciğer raporumda sabıka kaydımda çantada. Bunca yıl bu yöntemi denemek aklıma gelmemiş hiç. Ne kolay işmiş yahu bu. Liste mi sihirli, ben mi, yoksa bu Mayıs sabahı mı? Bilemiyorum. Üzerinde durmak istemiyorum. Son özgür günüm bugünüm işe başlamadan önce ve büyülü bir şekilde her şey yoluna giriyor. Ne güzel.

Beşiktaş'ta iniyorum motordan. İlyada da tasvir edilen gemiden inen askerler gibiyiz. Kovandan uçuşan arılar gibi, dağılıyoruz Beşiktaş sahiline öbek öbek. Herkesin acelesi var. Benim de acelem var. Önce bir gazete almalıyım ve sonra parklardan park beğenmek durumundayım. Yıldız parkı olmaz ağaçlar çok yüksek orada. Aylardan Mayıs ve mevsimlerden bahar olabilir fakat hava o kadarda sıcak değil henüz. Güneş görmeyen bir park olmaz diyorum. Taksim parkı uzak geliyor ben de Ortaköy'e gitmeye karar veriyorum. Koltuğumun altında gazetem, ayaklarımda spor ayakkabılarım ve çantamda her ihtimale karşı yağmurluğum. Bir kere daha ve son bir aylaklıkla yürüyorum. Bir de şarkı söylüyorum bu güzel Mayıs sabahının hatırına

Eğer bu gün yepyeni bir şeyler öğrenemediysen
Bütün gün birbirine eş ve güneşsiz geçmişse
Hadi gel gidelim
Suna ablaya
Merhaba diyelim
Suna ablaya-a-a-a

Güneşli bir gün bugün. Suna ablaya gitmeye gerek yok. O yüzden şarkısını söylüyorum zaten. Suna ablalardan kaldı mı ki artık? Hadi kalmış gibi yapayım ben. Sadece bugün gidemiyormuşum gibi.

Sevgililer sarılmış yürüyor. Aylardan Mayıssa eğer mevsimlerden baharsa bir de hava açıksa üstüne üstlük, okula gitmeyip sevgilinle Ortaköy'e gitmekten daha güzel ne olabilir bu hayatta? Efendim? Susarsın tabi. Cevap veremezsin. Ortaköy'den nereye giderler kim bilir? Öğrenci bunlar. Paraları da azdır. O parayı idareli kullanmalar ve bütün güne yaymaları gerekir. Yarın öbür gün çalışırlar da harcayacak paraları olur. O zaman da Levent de pencereleri açılmayan kulelerin ofisten dışarıya bakarlar akvaryumda ki balıklar gibi. Tıpkı benim yarın yapmaya başlayacağım gibi.

Ortaköy sabah güneşini almış. Boğazı bana getirmiş beni de boğaza.

Şu anda fazla bir şeye ihtiyacım yok. Arkası güneşe dönük bir sandalye. Sandalye dibinde ayaklarıma yatacak arsız bir kedi ve işte 5–6 metre ileride oynayan yavru sokak köpekleri. Çay değil, adaçayı ve limon içine elbette. Gazetemde elimde. Akciğer filmimde çantamda. Filme de hiç bakmadım sağlığım nasıl acaba? İyidir iyidir... Böyle bir günde hastalık haberi mi alır insan?

Adaçayım da geldi. Gazetemi de katlamışım bir ara farkında değilim. Açalım gazeteyi. Güneşin ısısı sırtımda ışığı sayfalarda. Kedinin de içi geçiyor esniyor. Köpeklerde küçükler daha, yoruluyorlar. Zaman yavaşlıyor. Yavaşlıyor. Bir çocuk Ortaköy fotoğrafı çekiyor. Beni de içine alıyor karenin. İşte ben artık hep o karenin içinde kalıyorum. Hep o anda. Hapis değil bu dostlar, mutlak bir özgürlük. Kedi de uyudu bak. Benim de gözlerim kapanıyor. Bir fotoğraftaki gazete okuyan adamım ben. Özgür adamım. İşsiz, aylak bir adamım.

X.

not; tamamen kurgudur

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..