Çivi yazısından blog yazarlığına

Yazmak...

Tarih çağlarını başlatan, insanlık tarihinin en önemli buluşu.

Taşa, toprağa, ağaca, suya, havaya yazmakla başlayan serüven uzun bir süre kağıttan, kalemden atlayarak, daktilo tıkırtılarına, tıkırtıların sonunda bugünlere, bilgisayar klavyelerine ve monitörlere ulaştı. Kimi yerlerde daha da ileri giderek ışıkla yazılmaya başlandı, kızılın da ötesine geçerek sanal klavyede hayat buldu.

Düşünen ve düşüncesini paylaşmak isteyen insan, yazmayı çok sevdi, eğik çizgilerin dikey çizgilerin arasından sıyrılıp, harflere ve kelimelere erişti. Beyin kıvrımlarından süzdüğü kelimelerini ahenk içinde birleştirdi, cümlelere, paragraflara dönüştürdü. Durmadı, durdurulamadı sayfalardan, kitaplara taştı.

En ilkel matbaalardan bugüne yazılanın yayınlanmasında hızlı bir evrim gerçekleşti. Tek sayfalı baskılardan, çok renkli gazetelere, haftalık yayınlara ulaşıldı. O da yetmedi tekoloji ile birlikte daha da teknik bir çehreye büründü web sayfalarından sınırları zorlamaya başladı.

Yazılanı yayınlama temelinde her web sayfası ile birlikte; önceleri "yahu ne kadar da şanslılar" diye düşündüğümüz, köşe yazarlarının aslında aramızdan çıktığı gerçeği biraz daha aydınlığa kavuşur oldu.

Bu kolaylık düşüncesini milyonlarla paylaşmak isteyen tüm beyinler için bir yol oldu.

Farklı beyinlerden farklı düşünceler çıktı, birbirine tezat oluşturacak fikirler de aynı platformda tartışılır oldu. Aklına geleni paylaşmanın, içine atmamanın önü açıldı.

Tarihten gözümüzde canlanan çivi yazısı, öylesine hızlı bir ilerleme kaydetti ki, Milliyet Blog olup karşımıza dikildi.