Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '09

 
Kategori
Eğitim
 

Çocukların; dini, dili, ırkı yoktur! Onların dili sevgi, dini sevgi, ırkı sevgidir.

Çocukların; dini, dili, ırkı yoktur! Onların dili sevgi, dini sevgi, ırkı sevgidir.
 

Barış koyun çocukların adını


Dersimizin Konusu; AYRIMCILIK

Dersimizin Hocası: MEB Nimet ÇUBUKÇU

Tarih 24 Eylül 2009 yeni eğitim öğretim yılı başladı.

İlk ders zili çaldı. Çocuklar sıralar halinde sınıflara yöneldiler. Bazı öğrenci velileri de çocuklarıyla birlikte girdi sınıflara.

Sonrasında MEB Nimet Çubukçu girdi içeri, tüm öğrenci ve veliler ayakta karşıladılar. Öncesinde prova yapmışlardı besbelli. Dersin konusu ayrımcılık Bakan sakin sakin anlatmaya başladı. Çocuklar önceleri Bakan nasıl birisi diye meraklı gözlerle süzdüler Nimet Çubukçu’yu. Diğer kadınlardan görüntü olarak bir farklılık göremediler. Çocukluklarına yenik düşüp aralarında sohbete başladılar.

Aylardır görmedikleri arkadaşlarını özlemişlerdi. Hatta bazılarıyla daha yeni tanımışlardı. Anlatacakları çok şeyleri vardı elbette. Bakanın anlatımlarına ilgisizdiler.Çünkü onların belleğinde AYRIMCILIK kavramı yok. İlgisiz oluşlarının nedeni belki de ondan. Bu güne kadar hiç birisi arkadaşını; renginden, dilinden, dininden ötürü dışlamamıştı. Çocukların dili, dini, ırkı yoktur. Onlar çocukturlar. Kendi günahlarımızı onlara yüklemeyelim.

Ne etnik kimlik ve dinsel kimlik insan olma kimliğinin önüne geçmemeli. En üstün kimlik insan kimliğidir. Ne mutlu insanlık aleminin onurlu bir üyesi olabilmek.

Yeni eğitim öğretim yılında tüm öğrencilere başarılar diliyorum.

Şimdi sevgiye ve çocuklara dair sizlerle paylaşımlarım olacak;
Çünkü dünya çocuklarla güzelleşecek, sevgi onların yüreklerinde yeşerecek.

Çocukları daha iyi anlamak adına;

Oyunu sever bütün çocuklar
birdirbir, uzun eşek, körebe
bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
oyun sözcüğünün halkların dilinde

(Oyun koyun çocukların adını)

Savaşa karşıdır bütün çocuklar
kışın: kar altında her sabah
tükenip erise de solgun nefesi
yazın: göğsü sırmalı fabrikalarda
çarkları döndürse de yoksul alevi
savaşa karşıdır bütün çocuklar
nice ölümlerden geçmişlerdir
nice rüzgarlar içmişlerdir
gelincik tarlası çocuklar

(Emek koyun çocukların adını)

Gökyüzünün penceresinden şimdi
bir kuş havalansa
kanat çırpışlarında
hayatın yağmalanmış sevinci
- Kuş uçar rüzgar kalır

(Sevinç koyun çocukların adını)

Uzay denizlerinde şimdi
bir balık ağlasa
gözyaşı billurlarında
yüz bin umut kıvılcımı
- Alev uçar nazar kalır

(Umut koyun çocukların adını)

Çocuk bahçelerinde şimdi
bir çiçek açsa
hüzün sevince dönüşür
sevinç çiçeğe
- Ölüm uçar çocuklar kalır

(Mutluluk koyun çocukların adını) Refik Durbaş

Orhan Kemal’in

‘Vukuat Var’ eserinden; Güllü’ye aşık Kemal ile aynı atölyede çalıştıkları Muhsin Usta arasında şöyle bir konuşma geçiyor…
“Usta” dedi
“Hı?”
“Hiç sevdin mi?”
Usta sanki bu soruyu bekliyordu. Acı acı güldü, başını sallamakla yetinmek istediyse de, Kemal bırakmadı.
“Ha? Sevdin mi hiç?”
“Sevdim yavrum.”
Kemal bunu beklemiyordu işte. Demek yüzü kupkuru baştan aşağı sinir bu adamda da sevecek bir yürek vardı?
“Kimi sevdin?”
“Kimseyi, ama herkesi.”
“Anlamadım.”
“Anlayamazsın da. Bir kadını sevmek kolaydır, ama bütün kadınları, bütün çocukları, bütün insanları sevmek, sevebilmek…”
“Mümkün mü bu?”
“Pek çok yürek için mümkün olmayabilir henüz, ama öyle yürekler vardır ki, insanlığı topyekûn severler, sevebilirler, sevmeden edemezler.”
“Nasıl?”
“Nasıl değil mi? Haklısın. Benim sevmemde, daha doğrusu bu türlü seven yüreklerde tek kadını olduğu gibi, kucağına oturtup okşamak yoktur. Öyle bir düzen için çaba sarf ederler ki, insanlar kadın kadın, erkek erkek, çocuk çocuk mutlu olsunlar, dünya nimetleri önlerine bir kardeş sofrası gibi açılıp saçılsın. Bilmem anlatabiliyor muyum?” (Vukuat Var, sayfa133-134)

“Kavgayı, bir yaprağın üzerine yazmak isterdim
sonbahar gelsin yaprak dökülsün diye

Öfkeyi, bir bulutun üzerine yazmak isterdim
yağmur yağsın bulut yok olsun diye

Nefreti, karların üzerine yazmak isterdim
güneş açsın karlar erisin diye

Ve dostluğu ve sevgiyi,
yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim
onlarla birlikte büyüsün bütün
dünyayı sarsın diye.” <ı>Yılmaz Güney

<ı>Sonrasında Ece Temel Kuran’ın bugünkü köşesinden,

<ı>Son noktayı koyalım:

Brecht’in ‘Üç Kuruşluk Operası’ndan alınma ‘İnsan ne için yaşar?’ sorusu İstanbul Bienal’inin temel meselesi değil sadece, senin de benim de meselem. Hiç sormasak da, düşürsek de hatta yere, hiç görmesek de gitmesek de yani, o soru bizim sorumuzdur.

Bu memleket, başka sorular için olduğu gibi bu soru için de ikiye bölünüyor ortasından. Çatır çatır. İnsanlar tek tek ikiye bölünüyor ortalarından bu memlekette bu soru yüzünden.

Bayrak ve minare arasına sıkıştırılmış bir tuhaf çıkmazda birbirinin gürültüsünü bastırmaya çalışıyor kalabalıklar. Onuncu Yıl Marşı’nı bağıra çağıra söylüyor mikrofonlar. Ezanlar megafonlardan bir sağır ülkeye seslenir gibi bağıra çağıra kanonluyor şehirleri. Duyulmamak telaşı ne ölümcül şey...

Her tepesine istinasız bayrak dikilmiş bir ülke burası. Yeni işgal edildi ya topraklar, öyle bir hınç, öyle bir hırs. Ezan bu memlekette yeni keşfedildi ya, öyle bir yırtmak boğazı, sanki Tanrı’nın bağırmaya ihtiyacı var gibi. Gürültü böyle, birbirinin üzerine bine bine büyüyor ve artık konuşan hiç kimsenin duyulmayacağı, sadece konuşuyor olarak kalmanın hainlikle suçlanacağı bir cehenneme dönüşüyor memleket.

Bu soysuzlaştıran gürültünün en kırılgan kurbanı çocuklar. İnsanlık tarihi çocukları öğüterek işleyen bir makine nasılsa. Her iki cephe de çocuklara kendini ezberletiyor. Bir tür hayatta kalma hıncıyla üstelik, çocuk beyinlerine abanıyor ezberler. Bir tarafta vatanın ölümle ilgili olduğunu ezberliyor çocuklar, öteki tarafta Allah’ın korkuyla ilgili olduğunu. Çocuklar ne çok korkuyorlar bu ülkede ve iki cephede de ne çok ölümden söz ediliyor. Çocuklar ne için yaşıyor? O zaman bu ülkede çocuklar ne için yaşıyor?

Beyrut’ta bir kitapçıda bu fotoğrafı çektim. Hiçbir Kemalist ima yoktur bu yazıda da bu fotoğrafın yayımlanmasında da, ona göre! Sadece çocukların insanlığın en korunmasız kurbanları olmalarına dair bir şeyler geçti aklımdan. Dinin ve milliyetçiliğin çocukları nasıl birer boş levha gibi kullandığı geçti aklımdan. Bu iki ‘bilginin’ ayrıcalığı da bu değil mi zaten? Çocuk beyinlerine en erken yaşta girme ayrıcalığına sahip oldukları için, insanın içine, sanki doğuştan getirdikleri bir bilgiymiş gibi yerleşme ayrıcalığına da sahipler. İnsanın bayrak için, ezan için yaşadığını düşünmesini sağlama ayrıcalığı bu.

İnsan Mars’ta namaz kılmak için mi yaşar? İnsan bayrağı gördüğü her tepeye dikmek için mi yaşar?

Bu insan hiç mi bilmez insanın aslında ekmek için ve sevilmek için yaşadığını? Dünyanın bu ikisi etrafında döndüğünü ne zaman öğrenecek bu çocuklar? İnsan olmayı nerede, hangi ülkede, kim öğretecek bu çocuklara?

 
Toplam blog
: 221
: 1905
Kayıt tarihi
: 27.09.06
 
 

Evli bir kız çocuğu babasıyım. Yüksekokul mezunuyum. Bir kamu kurumunda çalışıyorum.16.03.2017 ta..