Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Temmuz '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Damağımda sakladığım tadı nasıl tarif edeyim?

Damağımda sakladığım tadı nasıl tarif edeyim?
 

Vitrinini zeytinyağı şişeleri süsleyen bir dükkânın önünden durdurdum arabayı, selam verip içeriye girdim, kıvırcık saçlı güleç bir bayan rafların tozunu alıyor

— Af edersiniz Küçükkuyu’ya gidecektim de?

— Gelmişsiniz zaten, ilerideki ışıklardan karşıya geçin, yol sizi sahile götürür.

Sabah yedide kalkıp, dört saatlik yürüyüşün ardından denize girip has kefallerin peşinde pervane olunca, kahvaltıda dünyanın gözlemesini mideye indirmeme rağmen karnı aç...

Balık yiyemedik bu tatilde...(!)

Kahvaltılar, akşam yemekleri otelden olunca, mönüde balık çıkar diye çok umutlandım ama nafile!

Tavuk çıktı, yine tavuk çıktı hatta bol bol tavuk çıktı, kurufasülye çıktı, köfte çıktı... Balık çıkmadı...(!)

Balık yemeden, kalamar yemeden, ahtapot ızgara yemeden, karides güveç yemeden tatil mi olur yahu!

Anladım ki arkadaş yarım pansiyon tatil yapmayı sevmiyormuşum ben...
Yemek kuyruğuna girip itiş kakış elimdeki tabakları bir aşçının doldurmasını, tatil kültürü ile bağdaştıramıyorum. Bırak üstat tabağımı istediğim kadar ‘tepeleme’ doldurayım!

Ziyan edersem gelin o zaman hesap sorun.

Utangaç adamım kardeşim bir iki köfte daha koy da diyemiyorum! Olay bu!

Temiz bir otelde kalayım, yemekleri dışarıda yiyeyim... Parası ile değil mi canım?

Cunda’da her gece balık lokantalarına dadanmış, mezeler yüzünden balık yiyecek halim kalmamış, bütçeyi de fazlasıyla aşmıştım fakat mutlu bir şekilde evime dönmüştüm, hoş orada da papalina yemek kısmet olamamıştı ya neyse!


Küçükkuyu’ya geliş amacımız balık yemek...

Sahilde dişimize göre bütçemize göre bir lokanta bakıyoruz...

Yeni gittiğimiz yerlerde seçimleri lokantalardaki müşteri sayısına göre yapıyoruz yapmasına da, hafta arası diye her yer bomboş...

Böyle durumlarda tecrübelerime güvenirim ben.

Gözümüze bir lokantayı kestirip oturuyoruz...

Oldukça kibar bir garson yanımıza geliyor, nerden aklıma geldiyse sardalye var mı diye soruyorum, varmış.

Bira ve çoban salata da istiyoruz, çocuk siparişlerimizi getirirken, bir haftadır aradığım adamı ayakkabı boyacısını görüyorum...

Yaşlı bir amca, anlattığına göre Küçükkuyu’da otuz yıldır bu işi yapıyormuş ayakkabıları çıkartıp uzatıyorum, alışılageldiği üzere bana naylon terlikler vermesini bekliyorum...

Amca cebinden puro çıkartıp yakıyor, biz ona şaşkın gözlerle bakarken, kahverengi boyayı çay kaşığı ile ayakkabının üzerine yayıyor...

Gazetelerin hafta sonu eklerinde yazan, lokantaları gezip, yiyip içip gurme ayağına takılıp, hem mideyi, hem cukkayı doldururken, gittikleri her yere bir yıldız, bilemedin iki yıldız veren, hiçbir yeri beğenmeyen adamlar var...

Onlardan bir tanesi Küçükuyu’da Necibaki’ye gelse ne yazardı, ortamı nasıl anlatırdı bilmiyorum ama kırmızı soğan ve domatesle süslenmiş, ızgarada mastır yapmış, derya kuzusu bir tabak sardalye geldi!

Breh breh breh!

Ah be arkadaş nasıl anlatayım şimdi size, damağımda sakladığım tadı nasıl tarif edeyim?

O balığı pişiren aşçıyı nasıl öveyim, nasıl koltuklarını kabartayım? Yıldızlı pekiyi mi vereyim, ne yapayım?

Adam bana on parmağımı da yalattı ya, balığın kılçıklarını da yedirtti ya

pes” dedirtti ya...

Yiğidi öldür hakkını yeme dedirtti ya!

Bu yazıyı da bana keleme aldırdı ya!



Not: Bu yazıdan sonra sanıyorum önümüzdeki sene Necibaki’de benden para almazlar... Dur bakalım!

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..