Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Meltem Kaynaş Kazezyılmaz

http://blog.milliyet.com.tr/meltemkaynas

29 Haziran '15

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Doğanın sesini duyan var mı ?

Doğanın sesini duyan var mı ?
 

Ben tesadüflere inanmam. Her olayın arka planını görmeye, resmin bütününü algılamaya çalışırım. Bazen ilk anda görebilmek mümkün olmasa da, zaman içinde gösterir kendini resmin tamamı. Yeter ki görmek isteyelim!

Herkesin, her varlığın bir görevi olduğunu düşünenlerdenim. Bırakın bir insanı, hayvanın, bitkinin, hatta taşın toprağın bile...

Bir arıyı düşünün mesela. Muhteşem sistemleri vardır arıların, inceleyenler bilir. Besin kaynağı bulunca bir tanesi, diğer arılara danslar ederek anlatır kaynağın yerini. Besin uzaktaysa başka, yakındaysa başka türlü danslar (daire ya da sekiz çizerek) yapar ki, bulabilsin diğerleri besin kaynağını.[1] Bu sayede yanlarına alacakları “yakıt” miktarını da belirlemiş olurlar; kaynağa ulaşıncaya kadar yakıtları yetsin ve ulaştıklarında depo boşalsın, bol bol besin alabilsinler diye... Mesafeyi ölçüp biçecek ve mühendislik harikası kovanlar inşaa edebilecek içgüdüye sahiptirler yani. Onlara “öğretilen”, en iyi ve en verimli şekilde bal yapmak; ki insan eliyle bozulmadığı sürece, en güzel şekilde görevlerini yerine getirirler de zaten.

Karıncalar da öyle... Yuva içinde ya da dışında, aç bir arkadaşına rastlayan karıncalar, kursaklarında depoladıkları besinin bir kısmını arkadaşının ağzına boşaltarak onu doyuran ve üstelik bundan “mutluluk duyan”; paylaşımın, yadımlaşma ve dayanışmanın mükemmel örneğidir karıncalar...[2] Onlar da “öğretileni” en güzel şekilde icra eder, durup dinlenmeksizin...

Daha da ilginci, doğada öyle canlı türleri vardır ki, iki ayrı organizmanın yardımlaşarak birlikte yaşamasının örneklerini gözler önüne serer. Örneğin denizdeki pek çok canlının yanına yaklaşmaktan bile korktuğu köpekbalıkları; üzerlerinde yaşayan parazitlerle, hatta dişleri arasındaki besin kalıntılarıyla beslenen pilot balıklarını yemez. Köpekbalığına adeta diş tedavisi yapan, Malta palamudu da denilen bu balıklar, hem bu sayede beslenir, hem de köpekbalıklarının yanında yüzdükleri için, başka avcılardan korunmuş olur.[3] Varlık alemi, böyle sayısız dayanışma örnekleriyle doludur.

Ağaçlar mesela, kendilerine yüklenen rolü ne de güzel oynarlar! Zamanı gelince çiçek açar, meyve verir, zamanı gelince yaprak döker...  Durmadan, kusursuzca sürdürürler her mevsim görevlerini; bıkmadan, usanmadan, şaşmadan...

Bitkilerle böcekler yardımlaşır. Onlar neslini sürdürürken, böcekler de bu sayede beslenmiş olur.[4]

Taş bile nerede duracağını bilir.

Dağları, donuk-durgun görsek de, bulutların dolaştığı gibi dolaşmaktadır, onlara “öğretildiği” gibi...

Toprak, o kupkuru haliyle ölü gibi dursa da, üzerine su indiğinde çeşit çeşit ürünler vereceğinden “haberdardır”.

Doğa, müthiş bir uyum ve işbiliği halinde dayanışır adeta, birbirini tamamlar. Su toprağa düşer, toprak ekin verir, hayvanlara  besin olur...

Doğada her şey örnektir insana. İlham verir duruşlarıyla, oluşlarıyla...  Kocaman bir bütünün parçası olduğunu hatırlatır adeta insanoğluna.

Belki de o kadar uzağa gitmeye bile gerek yok... Vücudumuz da bir doğa harikasıdır kusursuz işleyen... Doğasını ellerimizle bozmadığımız sürece, her şeyi inceden inceye “düşünen”, “dayanışan” bir sistem kuruldur içimizde farkında olalım ya da olmayalım.

Varlığını çoğu zaman aksırmadan hatırlamadığımız bağışıklık sistemimiz de, bu dayanışmanın en güzel örneklerinden birini ortaya koyar; hiç merak edip incelediniz mi bilmem...

Sayıları trilyonları  bulan, ileri derecede uzmanlaşmış bir orduya sahiptir bağışıklık sistemimiz. İşin belki de en ilginç yanı, bu sistemi yöneten belirli bir merkezin bulunmayışıdır. Bir tür “biyolojik demokrasi” içinde işleyen sistemin her üyesi, çok yaygın bir haberleşme ağıyla haberleşir.  Canlılığı korumak adına, bedene giren tüm yabancı maddeleri tanıyıp yok etmeğe “programlanmış” bu sistemin işleyişi; “düşmanı tanımak”, “savunmayı güçlendirmek”, “düşmana saldırmak” ve “normal duruma dönüş” şeklinde tam bir askeri deha örneği sunar. Her bir üyesinin farklı görevler üstelenerek iş bölümü yaptığı savunma sistemimiz, aynı zamanda düşmanın türüne göre de farklı farklı taktikler geliştirerek, tam bir eşgüdüm örneği sunar bizlere.[5] Tabii görebilene, farkedebilene...

“Görevlerini” en güzel şekilde yapmak, varlığın ibadetidir adeta...

Ya insan?

İnsan dışındaki tüm canlılar, kendilerine “yüklenen” görevi içgüdüsel olarak yerine getirirken insana, diğer canlılardan  farklı olarak akıl verilmiştir, yanında da özgür irade! Ona bahşedilen en önemli değerdir belki de aklı ve özgür iradesi.

Dünyaya geliş amacını bulmak, bir arıya “öğretilen” bilgiden farklı olarak, insanın kendi çabasıyla ulaşması beklenen bir durumdur. Ne kanat verilmiştir ona uçabilmesi için, ne de mevsiminde meyve vermeye “programlanmıştır” o.

Aslında çok şey söyler doğa bize. Varlık nedeninizi bulun ve onu en iyi şekilde icra edin der mesela... Ya da; paylaşın, dayanışma içinde olun, yardımlaşın der dili olmadan... Benden örnek alın ey insanlar, diye bağırır adeta...

Yağmuru, her ağaç ihtiyacı kadar alır... Hayvanlar, ihtiyaçlarından fazla olana göz dikmez. Dünyanın nimetlerini sorunsuzca paylaşırlar. Hiç elma ağacını kıskanan,  kayın ağacı gördünüz mü?

Tesadüf değildir doğanın bu düzeni, kurgusu bence. Dili olmasa da, bas bas bağırır insanlığa; madem sizde akıl var, üstelik bir de irade, o halde birbirinizin gözünü oymayın, tıpkı bizler gibi paylaşın dünyanın nimetlerini... Açın gözerinizi, etrafınıza bakın, iyi duyun haykırışımızı, örnek alın bizleri, kurun sisteminizi... diye.

Hep daha çok ister insan. İmkanı arttıkça, “pastadan” daha büyük payı koparmaya çabalar. Ne kadar büyük dilim almaya çalışırsak ortadaki “pastadan”, bilin ki birilerinin hakkını yiyoruz demektir.

Şimdi duyar gibiyim. “Herkes eşit kazanmıyor ama. Eğitimi olan, daha fazla vasıflı olan, daha çok çalışan vb...” listeyi uzatmak mümkün.  Evet tabii ki herkes eşit kazanç elde etmez, kimimiz, kimimize göre daha fazla imkana sahibiz. İşte tam da bu noktada yapmamız gereken, paylaşmak... Yönetim sistemlerimizi buna göre kurgulamak ve bireysel olarak da, paylaşım adına çaba sarfetmek; akılla, şuurla ve en önemlisi sevgiyle... Sevgiyle diyorum çünkü; akıl ve özgür irade gibi iki önemli vasfımızı en etkili şekilde kullanmanın, insana/insanlığa faydalı üretimlar yapabilecek hale getirmenin tek güdüleyicisi o.

Akıl; sevgi varsa bünyede, güzellik üretir, varlık amacına uygun iş görür. Aksi halde, o akıldan sadece “şeytanlık” ürer.

Uzun lafın kısası, duymalı doğanın sesini, görmeli insanlığa sunduğu örneği. Farketmiyor, üstelik katlediyorsak onu,  bilin ki Tanrı’nın ayetini yok etmeye çalışmaktır yaptığımız.

(Bu yazı, 26 Haziran 2015 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik ekinde yayınlanmıştır.)



[1]http://www.sabah.com.tr/yasam/2011/06/26/sagir-arilar-dans-ile-haberlesiyor

[2]http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/canlilar/karincalar.asp

[3]   http://issuu.com/optimistkitap/docs/isbirligi_optimist_idea_umitbaris-w_b733d4020cde79/8

[4]   http://www.fenokulu.net/yeni/Fen-Konulari/Konu/TOZLASMA-DOLLENME-MEYVE-VE-TOHUM-CIMLENME_44.html

[5]   Peter Jaret,  “Bağışıklık Sistemimiz: İçimizdeki Savaşlar”, Bilim ve Teknik : Tübitak Yayınları, Cilt:19. Sayı:227. Ekim1986: 22

 

 
Toplam blog
: 47
: 254
Kayıt tarihi
: 11.11.14
 
 

1968 İstanbul doğumluyum. İÜ.İkt.Fak.'den mezun oldum. Bir holding bünyesinde; bütçe, finans ve p..