Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dördüncü mevsimini yaşarken hayatın

Dördüncü mevsimini yaşarken hayatın
 

Çok eskilerde okuduğum ve adını hatırlayamadığım bir yabancı yazarın unutamadığım bir tespiti vardı. İfade özetle şu idi: İnsan, hayatında dört mevsim yaşar. Ve muhtemelen ilk üç mevsim zaten yaşanmıştır. Son mevsimi iyi yaşamalı insan.

Arada sırada akılma takılır ve düşünürüm bu sözleri. Ne kadar da doğru diye, gözlerimi kapatıp başımı sallarım hafifçe. Naif bir gülümseyiş yayılır dudaklarımdan yüzüme ama bu mütebessim ifadenin altında yatan, geçmiş istasyonların özlemi yakama yapışmıştır, ne yapsam nafile, bırakmaz.

İlk mevsimin kayıtları hep, çok gizli damgalıdır. Bilinçaltı denilen kara kutuya işlenir. Oturumlar, celseler, müdahiller, etkenler, edilgenler hep çevremizde döner durur. Biz sadece yap denilenleri yapar, sürekli olarak yaşananları kayıt etmekle geçiririz o birinci mevsimi.

İkinci mevsim ise deli boranların, azgın dalgaların, fışkıran ve bembeyaz köpüklenen şelalelerin, aniden patlayıveren volkanların, iklimimizi değiştiren yeraltı akıntılarının, aşk olduğu sanılan aşkların, hayat olduğu sanılan hayatların plansız ve programsızca, an be an yaşanıp gittiği bir garip fırtınalı dönemdir. Birinci mevsimin bile muhasebesi tutulabilir belki ama bu ikinci mevsim en delisidir içlerinde. Bir o köşeye, bir bu köşeye fırlatır, atar durur pervasızca.

Mevsim üçüncüye döndüğünde omuzlar çökmeye, bacaklar titremeye, diz kapakları çözülmemek için olanca gücünce direnmeye başlamıştır. İkinci mevsimde yaşananlar, bu dönem akla gelir ama mantığa gelmez olur bir türlü. Vücut, ufak-tefek arızlar çıkarmaya; olası bireysel tepkiler ve sosyal refleksler körelmeye; köşeler törpülenip yusyuvarlak olmaya başlamıştır. Gelecek için plan yapmaktan vazgeçilip, planların geleceği üzerine kafa yorulur. Bitmişlik, tükenmişlik, kontrolden çıkmışlık, suyun akış yönüne yüz çevirip arkaya bakmaya bile ürkmüşlük ağır ağır kendini belli etmeye başar.

Dördüncü mevsimde ise final oynanır. Unlar elenmiş, iplere asılmış, dökülenler dökülmüş, kalanlardan ise medet umulamayan nokta çoktan geçilmiştir. Bu mevsimin en önemli özelliği, muhasebe yapma kabiliyetini kazanır insan, tam anlamıyla ve biraz geç kalmış olsa da.

Yazarın dediği gibi, bu mevsimsel döngünün yaşayarak farkına varabildiği zaman insan, zaten çoktan dördüncü mevsimin karasularına girmiştir bile. O halde son mevsimi iyi yaşamalı, iliklerine kadar içine çekmeli hayatı her an.

İlkokulda, sanırım her birimizin sınıfının bir duvarında mevsimler şeması vardı. Kış beyazdı, yaz kırmızı, bahar yeşil, güz sarı. Ve mevsimleri sıralayarak saymasını şöyle öğretmişti öğretmen: İlkbahar, yaz, sonbahar kış. Önce ilkbahar ve yaz gelir, sonra hazanla omuzlar çöker ve kara kışa teslim olunurdu. Bir sonraki baharı bekleyerek. Bu sıralama doğruysa dördüncü mevsim bir kara kış olabilir mi? Bilmiyorum, inanın bilmiyorum...

Ama bildiklerim var tabi. Belki bildiklerim demek de yanlış. İnandıklarım.

Son mevsimi sadece muhasebe yapma, bilançonun aktif ve pasifleri, borçlar ve alacaklar hesaplarıyla haşır-neşir olma mevsimi olarak değerlendirmemenin gerektiği. Yaşadığımız gün, önümüzde uzanan yaşamımızın ilk günüdür. Var mı daha ötesi? Bir zamanların meşhur ve etkili “Tercüman” gazetesinin logosundaki sözden çok etkilenirdim: “Her sabah taze bir başlangıçtır. Her sabah dünya yeniden kurulur.”

Haydi, yarın sabah yeniden kurun dünyalarınızı. Bu işler bizden geçti kandırmalarınızı bir kenara bırakarak tabi.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..