Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '07

 
Kategori
Blog
 

Dört yüz...

Dört yüz...
 

<ı>

Bu yazı, 28 Ocak 2007 tarihinden bu yana dört yüzüncü blog yazısı…

Harfleri yan yana getirerek kelime oluşturmak, kelimeleri yan yana getirerek cümle oluşturmak, aralarına noktalama işaretlerini yerleştirmek ve tümüyle de meram anlatmak.

Sanırım, ya da bana göre dünyadaki en keyifli işlerden biri, dahası keyifli bir onulmaz hastalık.

Bu hastalığa duçar (yakalandığım) olduğum günden beri pek keyif aldım.

İlk zamanlarımda, müsvedde kâğıdını alır, kurşun kalem veya dolma kalemle (daha tükenmez çıkmamıştı) bir sayfa yazı yazardık. Yazı, mürettiphaneye gider, hurufat kasasından harf harf dizilir, kalıbı yapılır ve baskıya geçerdi. Deneme baskılarından gazeteyi aldığımızda, göz attığımız ilk yer, kendi yazımızın olduğu sütunlardı. Mürettipler (Yazıyı dizenler) “Abi… Kısa yaz ya…” derlerdi.

Sonra sıramızı bekleyerek daktilo makinesi ile yazmaya başladık. Yazıyı yazar, yine mürettiplere verirdik. Yine bir sayfaydı ama “Abi… Kısa yaz…” derlerdi.

Biz daktiloda yazmaya devam ederken, mürettipler bitti, entertip <ı>(<ı>Basımcılıkta harfleri satır durumunda dizen ve döken dizgi makinesi) operatörleri devreye girdi. Bizim daktilo ile yazdıklarımızı, onlar da daktiloda yazar gibi dizerlerdi. Ama yine “Abi… Kısa yaz… “derlerdi.

Aradan zaman geçti, biz yine daktilo ile yazmaya devam ettik ama entertipler kalktı, bizim yazdığımız yazıları, bu kez elektrikli daktilo makinelerinde sütün ölçüsüne göre düzenlenip yazılıp, oradan kesilerek ofset sistemine uygun film ve kalıplara alma dönemi başladı. Yine “Abi… Kısa yaz…” dediler.

Sonra işte bu “Bilgisayar çağı” başladı ve biz çağ atlayıp elektrikli daktilolarda yazmaya başlarken, operatörler, bizim yazdığımız yazıyı bilgisayarda tekrar yazdılar, sayfalara yerleştirdiler, filmini çektiler, kalıba aldılar ve baskıya verdiler. Ama “Abi… Kısa yaz…” talebinde bir değişiklik olmadı.

Yazılarımızı, bilgisayarda yazar olduk. Sonra “Çıktı” alıp operatörlere verdik, onlar tekrar yazıp sayfasına yerleştirdiler. “Abi… Kısa yaz…” talebi devam etti…

Bu gün geldiğimiz noktaya baktığımda, yazıyı “Laptop”umuzda yazıyoruz. Düzeltmelerine bakıyoruz. Sonra yazımızı elektronik posta veya “MSN” aracılığı ile gazeteye gönderiyoruz. Onlar da oradan “Kopyalama” yaparak sayfadaki yerine yapıştırıyorlar. Sonra baskı işlemi devam ediyor.

Lakin…

“Abi… Kısa yaz…” nedense bir türlü bitmiyor. Hatta “1500 karakteri geçmesin” gibi bir cümle de kuruyorlar. Yazıda “karakter içeriğindedir” diye çıkıştıysam da “Biz içeriğinden söz etmiyoruz abi… Her harf ve boşluk bir karakterdir, 1500 sayısını da geçmeyecek” dediler

Ben bilmem arkadaş… Oturup pösteki sayıyor gibi harf-boşluk sayamam, dedim. Gerçi bilgisayarım kendi sayarmış ama ben onun “saydırma yerini” bulamıyorum ki…

Baktılar ki olmuyor, “Abi…” dediler “O zaman sen, bir A4 sayfasını geçme…”

Boş sayfanın adı da “A4” imiş… Onu da belledik…

Ne derlerse desinler, yazmaya devam edeceğim. Yazı yazma sevdası bir hastalık, onulmaz aşk da olsa, vazgeçmek yok. Çünkü keyfine diyecek yok.

“Abi… Kısa yaz…” uyarılarına aldırış bile etmeden, dilediğim gibi… İçeriği de, eni de boyu da benim bildiğim gibi olacak…

Keyfime göre… Ama saygılı, samimi ve dürüstçe…

17 KASIM 2007

Fotoğraf: Objektifimden Erciyes'e bir tarafından baktığımda...

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..