- Kategori
- Aile
Elveda Canım Annem!
Beş kişiydik o zaman, üç kişi kaldık şimdi!
Sen, şimdi kabrindeyken geceleyin
O uzak yerde, ıssız, sessiz ve derinde
Parlarken ay ve yıldızlar tepende
üzerine serdiğim tülbent sanki bayrağındır.
Bilesin ki daha çok senin soluğundur
duyduğum ses ve aldığım nefes
Elveda anne
Nasıl bilebilirdim sen ölmeden, yaşama bu kadar bağlı olan sana ölümün bu kadar yaklaşabileceğini... O zorlu, yer yer hırçın dalgalı, az huzurlu ve çok namuslu ama hep özverili ve zarif yaşamını asude bir huzur okyanusuna taşıyabileceğini… Mümkün olsa, o siyahi mor okyanusun tenha bir kıyısında, gece-gündüz demeden, çıplak ayakla hep beklemek isterim, paçalarım sıvalı...
Her ne kadar hep yeryüzün(d)e toprağa gömülsek de... Bilinmez, "Gökyüzü yaşayanlarınsa, toprak ölülerindir. Bir bakış kadar gökyüzü bir beden büyüklüğünde toprak" diyen Kızılderili atasözü belki de seni o siyahi mor okyanustan alıp gökyüzüne uğurladı. Eğer öyleyse(n), oradaki en parlak yıldızsın sen benim için, bilesin Anneciğim.
Ama ne zor yine de,
bir başına düşünmek şimdi seni,
Daha da zoru, arkanda
Boynu bükük, öksüz bıraktıklarını
Yoktan var edip yarattıklarını,
besleyip de büyüttüklerini
Örüp sarıp kucaklayıp yeniden dirilttiklerini
O zarif ve estetik değerlerini
Gittin gideli, yıkık bir çocuk bahçesi gibidir artık yüzüm. Mamurken etrafımı çevirirdi, her yaşta bir şekilde koşar tutunurdum onlara, o yumuşak, meşakkatli, hep okşayan ve bağışlayan kollarına...
Adın 'Gülennur' olmasına rağmen, aşırı özverili, duyarlı ve titiz yapın nedeniyle çok fazla gülemedin şu hayatta maalesef anneciğim. Seni daha çok Gülen ve neşeli kılamadığım anlar için affet beni bir kez daha olur mu anneciğim?
O sınır tanımaz fedakârlığın, hassasiyetin ve titizliğinle bizlere -hele de çocukluk ve gençlik dönemlerimizde- hayatı o denli kolaylaştırmıştın ki; bırak kendimizi kurtarmayı ülkeyi kurtarma hayallerine bile pervasızca dalabilmiştik. Tüm o anlar için, o büyük, geniş ve derin anlar için binlerce teşekkürler sana! Kabul et olur mu anneciğim! (*)
Hep üstü kapalı, dolaylı ve kibarca idi mesajların, isteklerin... Artık her şeyin dobra dobra söylenip söke söke istendiği bu zalim dünyanın insanları her seferinde incitir ve kırarlardı seni dal dal en ince yerlerinden... Hisseder ve bilirdim anneciğim.
Bilesin ki o asude bahar ülkesine gidişinle çok şey eksilttin hayatımdan.
Ama tesellim o dur ki, herkese nasip olmayacak kadar çok vakit geçirdik, birlikte bir çok şeyi, bir çok iyiliği ve güzelliği artırıp büyütebildik seninle... Galiba şimdi de verme ve eksiltme zamanı. Hayat işte, egemen olan doğa yasaları!
Bir aile bir güneş sistemi gibiyse eğer, babam ve sen o sistemin güneşiydiniz. O, yüreğimizi, zihnimizi ve tenimizi hep diri tutan parlak ışığınız ve daimi ısınız zamanla ne kadar azalsa da siz, hep bizim güneşimizdiniz... Biz, üç kardeş olarak çocuklarsa uydular gibi... Bu zorlu hayatta, olabildiğince, imkanlar elverdiğince mutlu ama hep onurlu bir şekilde döndük durduk etrafınızda... Şimdi güneşsiz kaldık. Kendi ailesi olanlar güneşi oldukları kendi sistemlerine çekilerek bir şekilde avunabilirler. Ben ve kız kardeşim bunu -boşlukta kalan iki uydu olarak- ne kadar başarabiliriz şimdilik tam bilemiyorum. Ama öğretilerin doğrultusunda elimizden geleni yapacağız bilesin zarif, özverili, iyi niyet elçisi anneciğim.
Sevgili babamın yedi yıl süren Alzheimer hastalığına olağanüstü yetenekli ve becerikli bir hemşire ruhuyla yardımcı olman, çocukluk ve gençliğimizde ister istemez bizlerin de yorduğu -zaten hassas olan- o güzel ve kocaman kalbini daha da yormuştu. Son iki yılı aşkın süredir zaman zaman kendini iyi hissetsen de, o çok sevdiğin hayata tutunmak için mücadele veriyordun... Sakince, zarifçe ve onurluca... Tam biraz toparlanır gibi olmuştun ki o beklenmedik kaza sonucu oluşan kalça kırığı ameliyatını o kalp - tam 12 uzun gün dirense de- ikinci kalp krizine yenik düşerek kaldıramadı canım anneciğim. 16 Mart vefat, 18 Mart ise defin tarihin oldu. O 18 Mart artık başka bir Çanakkale'dir bizler için! Üzerini çiçeklerle gelinler gibi örtüp o nur yüzünü sonsuzluğun asude bahar ülkesine uğurladığımız... Sen doğduğunda (7 Mayıs 1937) Atam daha yaşıyordu. Öldüğünde ise, ulusça o çapta sevilen, saygı duyulup özlemle anılacak hiç bir büyüğümüz kalmamıştı zaten!
Tüm güzelliklerin, öğrettiklerin ve becerilerinle hep içimizde yaşayacaksın, bilesin.
Işıklar içinde yatasın en kıymetlim, biriciğim, Anneciğim!
İ. Ersin KABAOĞLU,
14 Nisan 2014, Ankara
(*) O, doğa gibi; zorlu, yer yer hırçın dalgalı,
ama mahzun, zarif ve asil hayatında yaşananları, tüm olup bitenleri - kendi sınırları içindeki - görkemiyle Vangelis'in Anthem klibi ne kadar yansıtır bilemem!http://www.youtube.com/watch?v=B5T9LLtpJHg&feature=related