Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '08

 
Kategori
Tarih
 

Ergenekon: Yüz yıl gecikmiş bir hesaplaşma mı?

Ergenekon: Yüz yıl gecikmiş bir hesaplaşma mı?
 

Olup bitenleri izlemekle yetindiğimiz şu günlerde bir taraftan da ne oluyor sorusunu ister istemez soruyor insan.

Aslında tam da gününde yani 23 Temmuz 2008 tarihinde blog olarak yayınlanması gereken 1908 Devrimi ile ilgili yazımı (Yüzyıl sonra "1908 Devrimi" üzerine düşünmek) bu ayın hemen başında eklememin kendi içinde bir tutarlı tarafı vardı. Önümüzdeki hafta zaten her yerde bu konuşulacak ya da okunacak. Belki böyle bir kaygı duymuş olduğum da düşünülebilir. Ama değil...

Türkiye'nin içinde bulunduğu, kimilerinin "parçalanma" olarak ifade ettiği, hatta Murat Belge'nin ırk ayrımcılığı olarak iyice abarttığı benimse safların ayrışması olarak adlandırdığım sürecin ipuçlarını yüz yıl öncesinde arayabilir miyiz?

Tarih bilgim maalesef buna izin vermiyor; ancak sezgilerim "bir yüz yıl daha gerilere git" diyor. Ancak zamanı geldiğinde o yüz yılı da konuşacağız. II. Mahmut'un yenileşme hareketi çerçevesinde ortadan kaldırdığı Yeniçerilerin ve o dönemin ayrışmasının bugünlere etkileri var mıydı? Türkiye'de tarih bu kadar bilinçli yaşanmış mıdır? Bir başka deyişle de bu bilinç kuşaktan kuşağa aktarılabilmiş midir? Mutlaka bulacağız ve konuşacağız. Biz bulmasak da arkadaşlarımız, dostlarımız bulacak.

II. Meşrutiyet çok zor bir dönemin adıydı. Yaşamadık ancak sürekli okuyoruz. Yakup Kadri'nin Hüküm Gecesi adlı romanında sanki bu fazlasıyla var. Devrimin baş aktörü İttihat ve Terakki ile muhalefet arasında yaşanan o derin çelişkiyi sanki yaşıyorsunuz.

Ve diyorsunuz ki; hesaplaşma orada hiç bitmemiş.

Meşrutiyet mücadelesi yani 1908 Devrimi öncesi süreçte özellikle Abdülhamit muhaliflerinin toplanma yerinin Fransa olduğunu biliyoruz. Süreç çok ciddi fikir tartışmalarının hatta kavgaların yaşandığı, ayrışmaların belirginleştiği bir dönemi anlatır bize.

Temelde kültür, gelenek ve köken olarak iki birbirinden farklı ve başka grubu formüle etmek mümkündür.

Birincisi, hemen ayırt edeceğimiz, İttihat ve Terakkicilerdir. Genellikle harbiye veya tıbbiye öğrencilerini içinde barındırır. Yoksul aile çocuklarının kendilerini var ettiği, yaşam mücadelesi verdiği eninde sonunda devletin içinde bürokratik bir yapıya eklenecek ve nesnelliği gereği de başka bir varoluşa izin vermeyecek kendiliğinden belirginleşen jakoben örgüt.

İkincisini tanımlamak, dahası formüle etmek biraz daha zor. Liberal düşünceye tutkulu olduğunu görüyoruz. O zaman onların nesnelliğinin içinde bir refah arayışı olmalı. Mutlak değil. Ancak bu grubun finansörlerini, liderlerini ya da fikir adamlarını incelediğimizde içinde saray kökenli prensler, İngiliz, Fransız hayranlığı ile yaşamış sadrazamlar, elbette ticaret adamlarını görürüz. Ama bu saflaşma bu kadar net ve kesin değil.

Örneğin Prens Sabahattin; Abdülhamit ile akrabası olmasına karşın padişahın ailesi üzerinde kurduğu baskı ve iktidar mücadelesi sonucu tam bir mutlakiyet rejimi muhalifi olmuş, meşrutiyet sevdalısı haline gelmiştir.

1908 ile 1912 arasındaki dönemde İttihat ve Terakki ile belki Hürriyet ve İtilaf'la özdeşleşecek iki karşıt grubun bir iktidar mücadelesini okuruz.

İttihat ve Terakki jakobendir. Yani tepeden inmecidir. Onun bütün eylemliklerinde bunu görmek mümkündür, hatta darbecidir diyebiliriz.

Hürriyet ve İtilaf'ın İttihat ve Terakki'nin tam zıddı bir özgürlük çizgisinde olduğunu söyleyemeyiz. Ancak bu şekilde tanımlanıyor. Çünkü liberalizme inanıyor. Liberalizm kelime anlamı özgürlük olsa da ekonomik altyapısı olmayan ve ticari ilişkileri içermeyen bir özgürlükten söz etmek mümkün değildir.

Bugün iki karşıt düşünce köklerini yine aynı kaynaklardan alarak çatışmasının şiddetini arttırarak sürdürüyor.

Demokratik toplumlarda bu türden çatışmaların toplum önünde açık olması beklenir. Çünkü toplumun, halkın bunu sindirmesi, anlaması ve değerlendirmesi gerekir. Oysa bugün tam bir karmaşa hüküm sürmekte ve aktörler yine yüz yıl önce olduğu gibi içinde olmayan hiç kimsenin anlayamayacağı mesajlaşmalar ve eylemlerle birbirleri ile çatışmaktadır.

Yüz yıl önce Osmanlı'yı ayakta tutmak için içe kapanan ve iç dinamikleriyle yetinen bir İttihat ve Terakki ile onun jakobenizmi, yine onun karşısında zaten temelde ekonomik liberalizmin gerektiği globalizm.

Burada illaki "taraf" olmak gerekiyor mu? Tek gerçek yol, doğru bu ikisi mi? Bize demokrasi diye gösterilen şey gerçekten sosyal adaleti hedefleyen bir şey mi yoksa bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler felsefesinin uzantısı mı?

İzlemeyi ve düşünmeyi sürdürelim...

Uzay Gökerman
 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..