Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Ermeni sorunu üzerine kısa bir bakış

Ermeni sorunu üzerine kısa bir bakış
 

Aydınların, Ermeni sorununa yönelik başlatmış oldukları imza kampanyası ülke gündemine tam anlamı ile oturmuş durumda.
Ve bu konu hayli sıkı bir tartışmaya doğru evirilecek.
Lakin “özür” bir vicdani meseledir.
Ve bundan daha insani bir davranış tarzı olamaz.
Böyle bir davranışın, insani bir davranış olduğunu kavrayabilmek için, öncelikle resmi ideoloji eksenli söylemlerden zihnimizi kurtarmamız gerekiyor.
Daha bir özgür düşünebilme becerisini ortaya koyabilmemiz gerekiyor.
Sonuçta Ermeni meselesinin çözümü, iki halk arasındaki barış ve kardeşliğin gelişip serpilmesinde önemli bir işleve sahip olacaktır.
Halklar arasındaki düşmanlıkların aşılması, barış ve kardeşliğin kurulması burjuva milliyetçiliğinin güç oyunları ile asla sağlanamaz.
Geçmişte olduğu gibi kan, şiddet, ve daha fazla düşmanlık ortaya çıkar.

Basit bir takım resmi ideoloji eksenli söylemlerle, bahsi geçen bu denli büyük bir vahşet ört bas edilemez.
Nitekim ört bas etme yöntemi ve yöntemleri 93 yıldır tutmamıştır.
Resmi tarih yazımı sorgulanır hale gelmiştir.

Ermeni sorununu daha iyi kavrayabilmek için, yaşanan büyük vahşetin tarihsel arka planına eğilmek gerekiyor.

Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu ve Rus Çarlığı bir birine benzer özellikler taşıyan iki imparatorluktu.
Ve bir çok farklı etnik kökene sahip halkların yaşadıkları ve bir anlamda bu halklar için bir hapishane diyebileceğimiz imparatorluklardı.
Ermeni halkı da Anadolu’nun binlerce yıllık halklarından birisi olmakla beraber, yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğunun boyunduruğuna maruz kalmıştır.
Osmanlı, İslami esaslara dayalı bir imparatorluktu.
Ve gayrimüslim tebaalara karşı özel türden baskı yöntemleri vardı.

Bu baskı yöntemlerini bakınız Taner Akçam nasıl anlatıyor.
Zimmi olarak adlandırılan ve mahkemelerde Müslümanlara karşı şahitlikleri bile kabul edilmeyen Hıristiyanlar, İbadetlerini Müslümanları rahatsız etmeyecek şekilde yapmak zorundaydılar. Çan çalmaları, yeni kilise yapmaları yasaktı. Kilise tamiri için ise devletten izin almak zorundaydılar. Ayrıca ata binmeleri, silah taşımaları, bir Müslümanla karşılaştıkları zaman kaldırım da yürümeleri yasaktı. Elbiselerinin ve ayakkabılarının rengi, kumaşlarının kalitesi değişik olmak zorundaydı. 16. yüzyılda bir fermanla, yakalı kaftan, kıymetli kumaştan özellikle ipekli elbise, ince tülbent, kürk ve sarık taşımaları yasaklanmıştı. Ayrıca hangi renk elbise giyecekleri de bildiriliyordu. Örneğin, Ermenilerin şapka ve ayakkabıları kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi idi. Evlerini de değişik renge boyamak zorundaydılar. Hamamlarda takunya giymeleri yasaktı, peştamallarına çıngırak takmaları gerekiyordu. Müslümanların evlerinden daha yüksek ev yapmaları yasaktı. Evlerin, Müslüman mahallelere bakan taraflarına pencere yapmaları da yasaktı. Tüm bu yasaklara uymayanlar para ve hapis cezasına, hatta sert bir padişaha denk gelirlerse ölüm cezasına dahi çarptırılırlardı.' (Taner Akçam, İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s.55)

Bu tip baskıların olduğu yönünde Taner Akçam’ın araştırmalarını baz alırsak, süreç içerisinde tüm ezilen halkların, şartların uygun hale gelmesi ile birlikte, özgürlüğe doğru adım atmaları ve böyle bir özlemle yanıp tutuşmaları son derece normaldir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda tebaa olan halklar için uygun şartlar 19. yüzyılda oluşmuştu.
Nitekim Osmanlıdan ayrılabilmek adına birçok halkın aynı dönemlerde isyanlar yaptığını ve bağımsızlık mücadelesi verdiğini bilmiyorum söylemeye gerek var mıdır?
Kaldı ki aynı dönemde batılı kapitalistler de Osmanlı İmparatorluğunu paylaşabilme hırsı ile bu halkların hamisi rolüne soyunmuştu.
Ve bu dönem de Osmanlı İmparatorluğu çöküş sürecine girmişti.
Çöküş sürecindeki imparatorluk, imparatorluğu elinde bulunduran egemen sınıf vasıtası ile ezilen ve sömürüye maruz kalan halkların taleplerine baskı, şiddet ve olmadık entrikalarla karşılık veriyordu.
Oysa bir gerçek vardı ve Osmanlı’nın miadı dolmuştu.
Bu tarihsel bir gerçekti.
Aynı dönemde Osmanlı, Avrupa’da sürekli toprak kaybına uğruyordu.
Hıristiyan Balkan halkları bir bir bağımsızlıklarına kavuşuyordu.
Balkan topraklarında yaşayan Müslümanlarda 19. yüzyıldan itibaren bağımsızlıkçı halkların baskılarına maruz kalıyor ve Anadolu ve İstanbul’a kitleler halinde göç ediyordu.
Özellikle bu göçlere maruz kalan Müslüman halk, görmüş olduğu baskı ve şiddet sonrasında, intikamcı bir ruha sahip oluyor!
Bu durum ne kadar doğrudur bilemiyorum.
Ama özellikle Ermenilerin yaşadığı bölgelere yerleştirilen Balkan devletlerinden, göçe zorlanmış Müslüman halkların, Ermenilerin yaşadığı büyük vahşette aktif rol aldığı ileri sürülüyor.
1878 ve 1904 yılları arasında, Ermenilerin yaşadığı bölgelere yerleştirilen Müslüman halkın sayısının 850.000 civarında olduğu sanılıyor.

Osmanlı, sanki Balkan halklarının bağımsızlığının bedelini Ermenilere ve kısmen de Rumlara ödetmek gibi bir amacı güder hale gelmişti.
Çünkü; Osmanlı planlı bir şekil de Anadolu’yu İslamlaştırma sürecine girip, Ermenilerin ve Rumların tasfiyesine gidecektir.

Ermeni Sorunu resmi olarak 1878 yılındaki Berlin Anlaşması ile başlamış.
Yani Ermeni Sorununun diplomatik anlamda başladığı yıldır 1878 yılı.
Yukarıda da değindiğimiz gibi, Osmanlıdaki tebaaların sorunları çok daha öncelerine dayanmaktadır.
Vergilerin toplanmasında yapılan kanunsuzluklar.
Hükümet memurlarının yolsuzlukları.
Mahkemelerde Hıristiyanların şahit olarak kabul edilmemeleri.
Ermenilerin başlıca şikâyet konuları oluyor.
Ve Ermeniler, Berlin Konferasında özerklik talebinde bulunuyorlar.
Ne var ki özerklik talebi Berlin Konferasında kabul edilmiyor.
Osmanlı ise bir takım reformlar yapma vaadinde bulunuyor.
Ne var ki Abdülhamit vaad de bulunduğu reformları yapmıyor.
Hatta Abdülhamit, reform yapmak şöyle dursun, Ermenileri top yekün ortadan kaldırmanın yollarını arıyor.
Ve 1890 yılında Kürtler vasıtası ile Hamidiye Alaylarını kuruyor.
Hamidiye Alaylarının kurulması ile birlikte 1894 ve 1896 yılları arasında bir çok Ermeni katliamı gerçekleştiriliyor.
Hamidiye Alaylarının özellikle incelenmesi gerekmektedir.
Günümüzdeki koruculuk sisteminin o dönemdeki şeklidir Hamidiye Alayları.

Hamidiye Alaylarının gerçekleştirmiş olduğu Ermeni katliamlarını batılı devletler engellemeye çalışıyor olsa da özünde Osmanlı pastasından pay kapmak sevdası belirleyici bir rol oynuyor.
Ve batılıların diplomatik çabaları, samimiyetten uzak bir görüntü sergiliyor.
Kaldı ki aynı dönemde Abdülhamit, Osmanlıyı Panislamist bir çizgiye taşımaya çalışıyor.
Ve Hıristiyan tebaalara karşı pek de hoş görülü olmuyor.
Hıristiyanları tümü ile gözden çıkarıyor.
Ne var ki Ermenileri kökten temizleme gibi bir düşünce Abdülhamit’in zihninde var olsa da İmparatorluk o yıllar da batılı devletlerin denetimi altındadır.
Ve kısmen bu temizlik engellenmiştir.
Ama Abdülhamit az tepki çekecek şekilde katliamlar gerçekleştiriyordu.
Özellikle devletin resmi güçlerini bu katliamlarda kullanmıyor, Hamidiye Alaylarında örgütlediği Kürtler aracılığı ile bu katliamları yaptırıyormuş.

Burada bahsetmeye çalıştığımız Ermeni sorununun tarihsel arka planı yukarıda anlatmaya çalıştığımız noktalarda gizlidir.
Ve özellikle bu tarihsel arka planı kavrayabilmek için, Taner Akçam’ın “İnsan Hakları Ve Ermeni Sorunu” isimli araştırmasının incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..