Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '09

 
Kategori
Deneme
 

Geç olmadan

Geç olmadan
 

Google Görseller


Evet. Bir akşamüstü daha İstanbul'da. Alıştığımız Aralık ayazlarının yerinde güneş göz kırparken usul usul ılık bir rüzgar eşlik ediyordu kendisine. Günü, güneşiyle hatırlarken çöktü yavaş yavaş karanlık şehrime. Sahne artık koyu karanlıklarındı. Penceremden gökyüzünü seyre dalmaktan vazgeçip oturdum yine bilgisayarımın başına.

Fonda inceden bir müzik sesi, elimde sigaram kapattım gözlerimi. Zihnimde uçuşan kelimelerimi toparlamaya çalışırken göstermeye başladılar kendilerini. Uzun süren melankolinin ardından en azından bir yerlerde saklı duran umudu gün ışığına çıkarmaya kararlı gibiydiler. Ne zaman sitemden söz etmeye kalksam dikildiler karşıma.

Yalnızlık eski dostumdu..Tek kelime ettirmediler onun hakkında. Peki ya hasret..? Bu akşam uğramaz dediler. Sonra fısıldar gibi oldular birşeyleri. 'Gününü yaşa..Yarına olabildiğince az güven. Ve unutma. Yarın kimseye garanti edilmedi. ' Beklediklerim bunlarmıydı açıkçası çok emin değilim. Ama mantıklı değil dersem haksızlık etmiş olurum.

Sonra düşündüm biraz. Ne kadar kaptırmışız aslında kendimizi günün koşuşturmasına. Ve sürekli ertelenen hayatların figüranları gibi silik birer silüetten ibaret gibi yaşamaya çalışmışız bugüne dek. Eski dostum demiştim yalnızlık için. Hasret, kelimeler ile ifade ederken zorlanmadığım tek kavramdı nerdeyse. Bunların hepsi ertelenen hayatımın vazgeçilmezleri olarak benimsediğim tarzım olmuştu adeta. Peki ya günü yaşarsam..? İşte bu sorunun cevabı yazının en can alıcı yanı olacak sanırım.

Kişinin elinde bulundurduklarına bağlılığı ile doğru orantılıydı aslında gününü ne kadar yaşadığı ve içindeki ertelenmişlikleri. Seni seviyorum derken zorlananlardan oldum hep. Nasıl olsa biliyor diyerek avuttum kendimi. O an söylemek yerine belki daha iyi bir zamanda diyerek geçiştirdim. Ve insaları kırmak konusunda bu kadar becerikli olduğumu farketmemiştim daha önce.

Bazen küçük bir gülümseme ile fethedilecek gönülleri bir zaman sonra tek taşla yumuşatmak daha zor oluyordu. Sıcak bir kucaklama yeterken tüm buzları eritmeye, methiyeler düzdük hayatın koşuşturması hakkında. Hep yapılacak işlerimiz vardı. Ya işe geç kalıyorduk, ya da maçın en önemli anıydı.

Günler bu şekilde kendini farkettirmeden geçiyordu. Güneş doğuyor. Güneş batıyordu. Her yeni gün yeni bir muamma olarak çıkıyordu karşımıza. Gözlerimizin içine bakanları göremeyecek kadar kör, erişilemez dediklerimizi arzulayacak kadar ahmaktık. Ve sonra hayatın acımasızlıkları çıkardı karşımıza.

Bazen bir hastane odasında. Bazen bir mezarlıkta. Bazende bir şişe şarabın içinde gizlendiğine inandırırdık kendimizi. Ve şimdi anlıyorum ki insanların ne olmadıkları konusunda çok fikri varmış. Ne olduğumuzu, kim olduğumuzu farketmek zor olmasa gerek. Gecenin karanlığında yatağın başucuna bırakılan maskelere sabah uyandığımızda ihtiyacımız olmadığını bilmek ve buna alıştırmak kendimizi.

Aşk. Dile geldiğinde bile içimizi titreten o tarifi zor his. Hasret. Yastıkta bıraktığı çukura binbir anlam yükleten o yürek burkan arsenik tadındaki his. Ve yalnızlık. Küçük bir yüreğin içine hapsedilen o koca boşluk.

Sayfanıza düşüp okuduğunuzda neler ifade eder sizler için bilmiyorum ama ben yazının sonuna noktamı koyduğumda bir küçük buse ve ağız dolusu ' Seni Seviyorum ' cümlesi ile çıkacağım gözümün içine bakanların karşısına.

Unutma. Yarına olabildiğince az güven. Kimseye garanti edilmedi henüz.

20/12/08
 
Toplam blog
: 36
: 603
Kayıt tarihi
: 24.03.09
 
 

..