Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Genetikleri değiştirilmiş mi, değiştirilmemiş mi!

Genetikleri değiştirilmiş mi, değiştirilmemiş mi!
 

Genetiği değiştirilmiş şey!


Gerçek aydınlara saygı duymamak mümkün mü? “Gerçek” derken dürüst, içtenlikli, insan haklarını tüm insanlar için savunan, hukukun üstünlüğünü ve adaletin gerçekleşmesini yürekten isteyen ve haklıyı haksızdan ayırmakta tarafların kimliğini değil hukuksal değerleri temel alan, insanlığın binlerce yılda yaşadıklarından süzerek eriştiği etik değerleri içselleştirmiş olarak ne adına olursa olsun onları çiğnemeyen, özelde yaşadığı toplumdan genelde dünyadan ve çağından sorumluluk duyan ve bu konuda ne bahasına olursa olsun doğru bildiklerini söyleyen aydınları kastediyorum.

GDO Yönetmeliği gündeme oturalı beri internet üzerinde, kendilerini aydın olarak niteleyen bazı köşe yazarları ve ekran profesörlerinin fotoğraflarının yer aldığı bir ileti dolaştırılmakta “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar” başlığı ile. Bu yakıştırmada haklılık payı var mıdır yok mudur konusunda bir yargıya varmak için, yukarıda kendimce tanımlamaya çalıştığım “Genetiği Değiştirilmemiş Aydın” nitelikleri açısından bu kişileri değerlendirmenin yeterince bir fikir vereceği kanısındayım. Yeterince bir fikir... Kesin bir yargı değil!

Bunun için; yaptıkları, ettikleri, yazdıkları, çizdikleri, sahiplenmeleri, eleştirileri, saldırılarıyla gazete köşeleri ve ekranlarda herkesin gözü önünde apaçık arz-ı endam eden bu kişilerin bu edimlerini, gerçek bir aydının taşıması gerekli nitelikler açısından irdelemek mümkün. Ancak ben bugün tek bir örnek ile yetineceğim ki onların kılavuzluğunu benimseyip kendi aklını nadasa bırakmamış, onları (ve tüm dünyayı) sorgulayarak okuyan herkesin bu örnekleri çoğaltması mümkün...

Meşhur “Islak imza” olayında bu kişiler köşelerinde irticayla mücadele belgesinin TSK’ya ve altındaki imzanın da Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunu kesinleşmiş bir gerçek gibi topluma sunup ve masumiyet karinesini çiğneyerek yargının sonucunu beklemeden suçluyu ilan ettiler ve hala etmekteler. Savcılığın 2009 Temmuzunda imzanın fotokopi olması ve kime ait olduğunun bu nedenle saptanamaması nedeniyle dosyayı geçici olarak kapatmasından sonra da aynı suçlamalarını sürdürdüler.

Derken “Vatanını, milletini seven meçhul bir Türk subayı” imzasıyla bir ihbar mektubu ekinde ıslak imzalı olduğu savlanan bir belgenin Ergenekon savcılarına gönderildiğini, savcılığın istemi üzerine bu belgeyi inceleyen Adlî Tıbbın “imzanın Dursun Çiçek’in eli mahsulü olduğunun söylenebileceği” yönünde bir rapor verdiğini ve yürürlükteki ilgili yasaya göre soruşturma süresince gizli kalması gereken bu bilgileri, o köşe yazarlarının gazete manşetleri ve köşelerinden öğrendik. Bu gelişme ile birer mitralyöz yuvası gibi kullanılan köşelerden açılan yaylım ateşi arttıkça arttı, kendilerini savcı, yargıç ve cellât yerine koyan bu “aydınların” ne Genelkurmay Başkanı’nı TSK’dan attırmadıkları kaldı ne de TSK’yı lağvedip yerine Nizam-ı Cedit kurmadıkları...

Ve Albay Dursun Çiçek tüm iddiaları reddeden ifadesi savcılıkça alındıktan sonra sevk edildiği mahkemece tutuklandığında, alınmış bir intikamın sevinç naraları ile ve yargıya övgüler düzülerek adeta yer yerinden oynatıldı. Ta ki; tutuklamaya yapılan itiraz aynı yargı tarafından haklı görülüp ve “şüphelinin üstüne atılı suçların kanuni tanımında yer alan unsurlarının bulunmadığı” (yani Adli Tıp raporunun ve öbür iddiaların yeterli bulunmadığı) gerekçesiyle Dursun Çiçek’in tutukluluk haline son verilinceye kadar.

İşte bu “aydın” kişiler şimdi bu salıverme kararı yüzünden hem yargıya ve hem de ona baskı uygulayarak bu kararı almasını sağladığı iddiasıyla TSK’ya ateş püskürmekteler. Tutuklama kararı verilirken TSK diye bir kurum yokmuş da o karardan sonra ortaya çıkmış gibi... Dursun Çiçek geldi ifadesini verdi, tutuklandı ve itiraz üzerine “suçların kanuni tanımında yer alan unsurların bulunmadığı” gerekçesiyle, yani elde tutuklamayı gerektirecek yeterince kanıt bulunmadığı gerekçesiyle salıverildi.

Şimdi niçin bu gerekçe göz önüne alınarak “kanuni tanıma uygun unsurları” ve tanık olduğu olayları mahkemeye sunmak üzere “Vatanını, milletini seven meçhul” Türk subayına “Çık ortaya ve tüm bildiklerini savcılara yüz yüze anlatarak mektubunda ileri sürdüğün iddiaları kanıtla ve Dursun Çiçek’in tekrar tutuklanmasını sağla” çağrısı yapılmaz da yargının hukuk çerçevesinde serbest bıraktığı Çiçek’e ve TSK’ya saldırılır? “Müddei iddiasını ispatla mükelleftir” yani “İddia eden iddiasını kanıtlamak zorundadır” hükmü yasada yerini almış bir hukuk ilkesi değil midir? Niçin iddia eden meçhul subaya iddiasını ispatlaması için çağrıda bulunulmaz da, suçsuz olduğunu kanıtlaması için Çiçek’e saldırı üstüne saldırı yapılır?

Ben şimdi kalkıp bu beylerden birinin ya da birkaçından oluşan bir suç örgütünün uyuşturucu ve beyaz kadın ticareti yaptığını imzasız bir mektupla ihbar etsem ve ortadan kaybolsam... Bu beylerin mantığına göre, suçsuz olduklarını kanıtlamadıkça bu suçtan ötürü tutuklanmaları mı gerekecek?

İbretlik olayların bolca yaşandığı günlerden geçiyoruz. İktidarı elinde tutanlar ve o iktidardan nemalanma karşılığı köşelerinde kalemşorluğunu yapanlar kısa bir süre için borularını öttürebilirler. Ama er ya da geç Ayamama deresinin yolunu bulması gibi, sosyolojinin yasalarına uygun toplumsal gelişim de önüne konulan engelleri bir gün yıkarak tarihsel akışını kaldığı yerden sürdürecektir.

 
Toplam blog
: 195
: 688
Kayıt tarihi
: 04.10.07
 
 

Dünyanın internet sayesinde küçüldüğü günümüzde büyüyen sorunlara ilişkin duygu ve düşüncelerimi pay..