Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '13

 
Kategori
Yemek - Mutfak
 

Her şey daha kaliteli, daha kolay bir yaşam için !

Her şey daha kaliteli, daha kolay bir yaşam için !
 

 

Göteborg'a son gidişimde yıllardır konakladığım Hotel Liseberg Heden yerine -Kode'ye yakın olabilmek için- Kungälv'da, 329 yıllık Fars Hatt Oteli'nde kaldım.Yıllar önce Bodil ve Ove ile buraya yemeğe gelmiştik ve Nordre Älv nehrinin kıyısındaki bu tarihi otele bayılmıştım. Belki de bu sefer burada kalmak isteyişimin altında yatan asıl neden o sevgi dolu anıları tazelemekti.

Size otelde gördüğüm küçük; ama anlamı büyük bir uygulamadan bahsedeceğim. Bizdeki gibi masada akşam demlenmeleri olmadığından ve otel çalışanı bile olsa insanların sosyal yaşamına saygı duyulduğundan otel lokantasının mutfağı 21:30'da kapanıyor. Yani siparişlerinizi 21:30'dan önce vermelisiniz. Perşembe akşamı 19:00 sularında akşam yemeği için otelin lokantası West Coast Inn'e girdiğimde Beethoven'in Ay Işığı Sonatı karşıladı beni! Yemek müziği olarak fazla karizmatik kaçtığını düşünsem de piyanistin Berlin Filarmoni'den emekli olabileceğini farz ederek üzerinde durmadım! Donmuş nehre bakan cam kenarında, bir zamanlar Bodil ve Ove ile oturduğumuz masaya oturdum. Bayan garson hemen gelerek masamdaki tek mumu yaktı ve menüyü bıraktı.

Başlangıç olarak sarımsaklı ekmekli salata ve ana yemek olarak da ızgara pisi balığı istedim. Yanına da küçük light bira. Yemekten sonra araba kullanacaktım ve trafikte alkollü yakalanmak başıma gelebilecek en kötü şey olurdu.

Önden gelen biramdan bir yudum alırken az ilerideki açık büfe yemekler dikkatimi çekti. Acaba öyle bir şey mi yeseydim diye düşündüm. Gidip büfede neler olduğuna baktım. Bol bol meze, meyve, tatlı seçenekleri ve de iki çeşit sıcak yemek vardı. Et ve balık! Böyle lüks bir otelde birkaç ana yemek seçeneği daha olmalıydı diye düşünürken aklıma diyetkıran Antalya otelleri geldi:) Siparişimin doğru olduğuna kanaat getirmenin mutluluğuyla masama döndüm. Bu arada, masaların üzerinde blog resminde de gördüğünüz notlar dikkatimi çekti.

"After Work"tü başlığı. Yani, "İşten Sonra." Gerisi İsveççe olduğu için anlamak zordu; ama herhalde perşembe günleri 17:00-21:00 arasında piyano eşliğinde yemek yenilebileceğinden bahsediyordu.

Bu arada, açık büfeye doğru bakmaya devam ediyordum. Çünkü kapıdan giren takım elbiseli erkekler, döpiyesli kadınlar çantalarını bir masaya koyuyor ve o büfeye yöneliyorlardı. Hiç kimsenin benim gibi masaya oturup da menü beklediği yoktu! Konferans ya da seminer mi vardı acaba diye düşünmeye başlamıştım. Öyle ya, toplantı bitmiş ve After Work Büfesi'ne gelmiş olabilirlerdi !

Yemeğimi getiren garsona, "Şu büfe nedir? Ben de yiyebilir miydim oradan?" diye sordum.

Gülümsedi.

"Tabii ki yiyebilirdiniz efendim; ama oradaki yemekler -eğer baktıysanız- basit yemekler. Evinde yemek pişirmek istemeyen ve karı-koca çalışan insanlar, eve gitmeden önce buraya uğrar yemeklerini yerler. Biz perşembe günleri veriyoruz bu yemekleri. Çevredeki diğer oteller de diğer günleri paylaşır. Akşam yemeği ihtiyacını bu şekilde karşılayan insanlar da hangi otelde hangi gün yiyeceğini bilir."

Garsonun söylediklerini düşünürken büfeye tekrar baktım. Müşterisi artmıştı.

Bunun anlamı: "Ben de seninle aynı saatte giriyorum eve ve en az senin kadar yoruluyorum." diyen, iki üç günlük yemek pişirmek zorunda kalan bir kadın olmayacaktı evde! Ya da erkeğin, evin alışverişi için arabanın bagajını doldurmasına; et, balık, yağ, pirinç, makarna almasına gerek olmayacaktı. Eve girer girmez önce güzel bir duş alacak ve kendilerine vakit ayırabileceklerdi. Çünkü ertesi sabah yine aynı yoğun iş yaşamı onları bekliyordu.

"Bu anlamda bakacak olursam, bence hiç de basit değil yemekler. Ana yemek olarak hem balık var hem de et. Salata ve meze çeşitleri bol. Meyve ve tatlı çeşidi de çok zengin. Daha ne olsun! Peki hafta sonları ne yapıyor insanlar? Bir de böyle bir yemeğin fiyatı ne kadar?"

"Büfedeki yemekler kalori hesabı yapılarak tespit ediliyor. Sınırsız yiyebilirsiniz. Fiyatı, kişi başı 50 SEK. Yaz aylarında hafta sonları genellikle pikniğe, deniz kıyısına gidilir. Yani sandviçlerle geçiştirilir. Kış aylarında da mikrodalga ya da fırında ısıtılarak yenen hazır yemekler tüketilir."

Yani, yemek bedeli bizim paramızla 15 liraydı. Eminim otel de sübvanse ediyordu, amaç insana hizmet olunca bunu gönülden yapıyordu. Alışveriş sıkıntısı yok. Yemek pişirmeyle geçirilecek saatler yok, tencere-tabak yıkama derdi yok. Çiftler sadece çalışıyor ve iş dışındaki zamanlarını da birbirlerine ayırıyorlardı.

Şimdi soruyorum! Mesela, İstanbul'da 5 yıldızlı bir otelde kişi başı 15 liraya, mum ışığında ve piyano eşliğinde açık büfe akşam yemeğinizi yiyebilir misiniz? Çalışan çiftleri böyle ucuz rakamlara doyurmayı ülkemizdeki lüks oteller de misyon edinirler mi?

Neden gülüyorsunuz? Şaka etmiyorum!

Lafın kısası, sabah kahvaltısını evlerinde mısır gevreğiyle geçiren İsveçliler; öğle yemeğinde çavdar ekmekli sandviçlerini yiyorlar, akşam yemeklerini de her gün farklı bir romantik ortamda son derece ucuza yedikten sonra evlerine çekiliyorlar.

Pastırmalı Kuru Fasulye, Ali Nazik, Patlıcan Musakka ya da Mantı mı çekti canınız? Hadi bakalım hanımlar mutfağa. Beyler, siz de alışverişe. Bakmayın siz çokbilmiş İsveçlilere !!

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..