Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Kasım '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Hiçbir şey yokmuş gibi

Hiçbir şey yokmuş gibi
 

Kendi kabuğuma çekildiğim bir döneme girdiğimi hissediyorum.

İçe kapanıp, giderek sosyal yaşamdan uzaklaşma belirtileri gösteriyorum; kapı dışarı çıkmamı gerektirecek bahaneleri erteliyorum bunun için, her işimi son güne bırakarak, hatta son günü bile geçirip, mecbur kılıyorum kendimi; çoğunlukla evde yaşamaya.

Tüm yiyecekler tükenmeden, ödenecek faturalarının günü geçmeden kolay kolay çıkamıyorum evden dışarı.

Duyularımla başa çıkmak savaşımda özgüvenimi yitirdim sanırım; kendimle giriştiğim bu mücadelede yenilgiyi kabullenmiş sayarak, kendimi eve kapatıyorum.

Ağlama sorunum var benim.

Bu, gevşek bir sinir sisteminin belirtisi olmaktan çok, kesin tanımıdır bence; hekim gözüyle düşünmeye çalışırsam.

Ağlamayı gerçekleştiren sinirlerimin haline gevşeklikten çok, yalama olmak, zıvanadan çıkma gibi tabirler daha uygun olurdu.

Diğerlerinin gözünde ise vara yoğa ağlayan, sulu gözlü bir kadın da denilebilir.

Doktora gitsem, bütün yaşamım didik didik edilecek, oram buram elden geçirilip, cinsellikten tut da hatırlamadığım ne varsa dökülüp ortaya, bahane aranacak halime.

Buna da cesaretim yok, ağlamaktan ölebilirim o anlarda biliyorum.

Her duyguyu uçlarda yaşayan biri olarak, ağlama sınırlarını geçip bunun da ucunu kaçırmışım.

Sünger gibi emiyorum ne kadar acı varsa, işin fenası mazoşist bir keyif alamıyorum bu durumdan, öyle olsa sorun etmeyeceğim.

Göbek havası çalsa, insanlar şakır şakır oynasalar, onlara bakıp ağlayabilir misiniz?

Ben bunu yapabiliyorum, durum bu.

Böyle garip bir hastalık tablosu benimkisi.

Şimdi; kalkıp bankaya gitsem kira yatırmak için…Sıra numaramı alıp beklemeye koyulsam; yanı başımda duran, kahverengi tonlarda yoksul giyimli, başörtülü, yaşlı kadına memurun “sen” diye azarlar gibi hitap etmesi, bana ise hanımefendi demesi, biliyorum yarım saat ağlamam demek.

Ardından, mahalle bakkalının çaresizlikle zamlı sattığı mallarını sergilediği, küçük vitrininin önünden geçip, markete gitmem gerekecek; biraz daha ucuz bir şeyler bulabilmek niyeti ile.

Para ödemek için kasaya geldiğimde, önümdeki sırada mutsuz bakışlı genç bir annenin yanı başındaki kutudan çikolata almaya çalışan, siyah kıvırcık saçlı minik kızının elini çimdiklediğini göreceğim.

Onların önünde, eski püskü ayakkabılar giymiş, dağınık saçlı, orta yaşlı bir kadın, aylık değil üç aylık yaptığı alışverişle doldurduğu arabadan aldıklarını poşete hızlı hızlı koyarak, bir yandan kredi kartını kasiyere uzatıyor olacak; imzayı basıp ardından taksitle aldığı yiyecekleri

Ödeyeceğine dair yüzünde belli belirsiz bir kaygılanma sezeceğim geleceğe yönelik.

Çıkıp oradan, elektrik ve su faturalarını yatırmaya gittiğimde, yan gişede Türkan Şoray kirpiği oyalı, kırmızı yemenili genç bir kadın, bozuk Türkçesi ile elektrik taksiti bitmeden kapalı elektriğin açılıp açılamayacağını soracak, eski soluk bir gömlek giymiş memur, önündeki çekmecedeki paraları desteleyip, yerleştirirken “ Hepsini öde, öyle açılır” diyecek. Kadının gözlerindeki çaresizliği fark edeceğim.

Durmamacasına ağlayabilirim

Dizi dünyalarından çıkmış, işporta malı, taklit, fashion kıyafetleri ile yürüyen genç kızların ve harçlıksız ceplerinde elleri, jöleli saçları itina ile taranmış işsiz delikanlıların arasından geçerken…Kahve önlerinde oturup eski tahta masalara yaslanmış, yıllardır ülke gündemini tartışan, at yarışı sonuçlarını bekleyen emekli, ya da işsiz kocaman adamların sustuğunu fark edeceğim- çok kısa bir süre- kırışmış alınlarıyla gençlerin ardından bakacaklar..

Ev kadınları kafalarında binbir bütçe hesabı, indirim yazılı vitrinlere dalgınca bakarak yürüyecekler. Küçük bir oğlan çocuğu gevrekçi diye bağırırken soğuk simitlerinin taze olduğunu iddia ederek, okuldan çıkan bir sürü çocuk aynı anda kırmızı ışığı beklemeden yolun karşısına geçecekler şuursuzca, sesleri karışacak “Haydi Salaha… Haydi, felaha” diye yükselen ezan seslerine…

“Ben sadece sana kulluk ederim” dediğini hatırlayacağım yeri hariç, gerisini anlamadığım bir dilden bağıran imamın sesi kulaklarımda, kaçışan kedileri göreceğim çöp bidonlarından.

Ve ben ağlayacağım biliyorum

Tüm gün sürebilir ağlama nöbetlerim.

Sonuçta ruh sağlığım düzelecek mi? Düzelmeyeceğine (deneylerime dayanarak) eminim, bu bir lanet üzerimde. İlacı yok.

Ne denir halime? “Amaaan boşver! Delinin teki, vara yoğa ağlıyor” demezler mi?

En iyisi oturup evde, hiçbir şey yokmuş gibi davranmalı.

Hiçbir şey yokmuş gibi…

Sedef Kandemir 2007 Kasım

 
Toplam blog
: 12
: 509
Kayıt tarihi
: 05.08.07
 
 

Çok genç yaşlarda "Büyüdüğümde ne olmak istediğim" sorusuna verdiğim cevap yazar olmaktı.Büyüdüm ve ..