Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '14

 
Kategori
Öykü
 

Hüsam

Hüsam
 

Durdu, geri döndü. Tarlanın kıyısında incirin dibinde bıraktığı testiye toprağın üzerinde sendeleye sendeleye gitti.Tuttu kulpundan kaldırdı. Dikti başını havaya, dayadı ağzına. Gırtlağının sivriliği defalarca indi, çıktı; indi,çıktı…Testinin kenarlarından sızan sular güneş yanığı toprak rengi suratından, ağzının kenarlarından aşağılara, boynunun oralardan mintanının içine süzülüp göğsünün kılları arasında kayboldular. Derin bir oh çekti. Elinin topraklı tersi kurulamak üzere uzandığı ağzının kenarından kulağının arkasına çamurlu bir hat çizdi. İki elini yumruk yapıp karnına bastırdı. Sırası mıydı şimdi acıkmanın?Sabah yemişti işte. Şunun şurasında ne kalmıştı akşama? Durdu düşündü. 17.30 treni daha geçmemişti. Dededen kalma tabakasını çıkardı. Sardı tütünü. Taktı dudaklarına, uzun uzun birkaç nefes çekip bir ağız dolusu üfledi havaya. Ta Kesikminare’nin oradan bir toz bulutu kalktı. Döndü, döndükçe yükseldi; yükseldikçe inceldi kayboldu havada. Sağa sola birkaç kağıt parçası, birkaç çalı çırpı uçuştu. Vurup geçen esinti aniden durdu. Sonra incirin yaprakları yine sallanmaz oldular. İleride Tilkilik’in oradan kalkıp,Findos’un arkasındaki yeşilliklere gök gürlemesi gibi bir ses vurdu. Yankılandı, söndü sonra.Topal Osman’ın bağından bir sürü kuş havalandı. Çığlıkları kaybolmadan eski yerlerine kondular yine. Dinine yandığımın dağında taş komadılar diye düşündü Hüsam.
Nisan’dı. Havada kaz göğsü gibi ak bulutlar, batıdaki dağların üzerine doğru inmekte olan gelin gibi bir güneş vardı. Davras’ın tepesi hala bembeyazdı. Gelinciğinki de. Ya Camili’nin oradaki çamlar, göle doyum olmaz şimdi diye geçirdi içinden. Diz çöktü. Bir avuç toprak aldı, süzdü parmaklarının arasından. Onbeş gündür Köse İmam sabah ezanı için camiye, kendisi tarlaya geliyordu. Ta güneş Bozanönü’nün arkasına inip, Gelincik’in gölgesini ovaya düşürdükten epey sonraya, Çalık’ın sürüyü ağıla kapamaya geçirinceye, deve dikenlerinin eflatunu seçilmeyinceye kadar. Nisan’dı. Doğa rengarenk kımıldanmaya başlamıştı. Mis gibi kokuyordu toprak. Hele bir Salı gelip gündelikleri aldımıydı, doğru şehire. Eminesine allı güllü bir elbiselik basma, kendisine afilisinden bir kasket, Ömerine hanidir isteyip de alamadığı oyuncak arabayı ,evin bir iki erzak eksiğini aldımıydı… Keyiflendi birden. Diyecek yoktu keyfine Hüsam’ın. Kalktı, gene tökezliye tökezliye pulluğu bıraktığı yere geldi. Yapıştı saplarına, kaldırdı. Deh sarı öküz! Dağları olsa sürerdi şimdi. Taşları olsa sürerdi. Fakirliğin gözü kör olsundu. Elalem hanidir traktör kullanıyordu. Ne kadar da çakıl vardı dinine yandığımın tarlasında, pulluk işlemez. Gene de şükürdü, iyiydi işte, nasıl da sürüyordu. Uzaktan 17.30 treni gürültülerle geçti. Dumanı asıldı kaldı bir an havada. Dağıldı sonra…
Bir iki tur daha attı tarlada Hüsam. Göğsünün aceleci inip kalkışına; havayı yutarcasına çekişine şaşkın baktı, kendininki değildi sanki. Nefes nefese kaldı. Epeyce zamandır böyle oluyordu. Durdurdu öküzleri, daldı gitti. Hafif bir serinlik çökmeye başlamıştı ovaya. Gölgeler de doğuya doğru biraz daha uzamıştılar. Bu taraflarda öyledir toprak, bu vakitler tüllenir sanki. Her şey yavaş yavaş topraktan yükselen kokulu bir sisin ardında kalır uzunca bir zaman. Güneşin kafes arkasından gelirmiş gibi görünen ışıkları silikleştikçe, sis hafif bir kızıllığa bürünerek koyulaşır. Sonra dağlara da bu renk çalar. Ve biraz daha sonra bütün bir ova akşamın laciverdi çökmeden,aniden canlanıverir. Kuşlarda aceleci uçuşmalar, nereden çıktığı pek kestirilemeyen bir sürü acayip ses, koskoca ovada bir garip çatırtı. Otlarda, çiçeklerde, ağaç dallarında oraya buraya şaşkın sallantılar toprağın üzerinden bir dev geçiyormuş hissi yaratır. Sonra birden susar her şey. Gittikçe koyulaşan mavilikle birlikte artan garip bir sessizlik. Akşam olmaktadır.
Hani bazen insan yarı uykusunda sıçrar ya, irkilir. İşte böylesine sıçradı Hüsam’da. Şaşkın şaşkın bakındı etrafına. Hala yorulup ara verdiği durumdaydı. Ayaktaydı üstelik. Öküzler de bıraktığı yerdeydiler. Ne bir santim ileri, ne bir santim geri. Çakılıp kalmışalardı. Beni sessizlik uyardı diye geçirdi aklından. Döndü, acele acele incirin dibinde bıraktığı öteberiyi topladı. Geldi, öküzleri çözdü. Vurdu kıçlarına sopayı. Bulurdular nasıl olsa yolu. Çöktü toprağın üzerine oturdu. İçini dolduran eski bir sevgi gibiydi toprak. İki elinin arasına ıslak, yeni sürülmüş tarladan toprak doldurdu. Eğdi kafası ellerine, çekti genzine. Mis gibiydi, hayat kokuyordu. Tarifsiz bir sevinç kapladı içini. Ellerindeki toprağı başının üzerinden havaya doğru fırlattı. Gözlerini kapattı, çok kısa bir süre çocuksu bir korkuyla bekledi. Sonra binlerce minnacık toprak zerresi saçlarının arasına, yüzüne, dudaklarının üzerine, mintanının açık yakasından içine yağmur gibi yağdı.Tükürdü dudaklarındakileri. Sırt üstü attı kendini toprağa, sonra yüz üstü döndü, kapandı.Toprak onun yavuklusuydu, anasıydı, her şeyiydi.Ona kendisini anlatıyordu.
Bu eline, bu bileğine ne oluyordu.Ya koltuğunun altında ki, boynundaki şişlikler nerden çıkmıştı. Eskiden sabaha kadar çalışırdı da soluğum kabardı diye bir gün paydos etmezdi işi. Askerde bütün bölüğün, daha geçen seneye kadar bütün köyün bükemediği bilek bu muydu? Nasıl olurdu böyle birşey. Eminesi, Ömerinin okulu, sağ eli aslan eli… Sarsıla sarsıla ağlıyordu şimdi. Ellerini bileklerine kadar toprağa gömmüştü sıkıyordu parmaklarını. Daha derinlere sokmak istiyordu, canını yakmak istiyordu toprağın. Sancı tutmuş gibi kıvranıyordu toprağın üzerinde. Sonra öfkeyle kalktı. Artık iyice çöken akşamın içinde,akşamdan bir parçaydı. Bir isyankarlık doldurdu içini. Toprağa vurdu, vurdu; ta ki ayağı acıyıncaya kadar. Sonra alıp avuç avuç,incire bir sürü toprak fırlattı. Yapraklarındaki gürültüyü dinledi hırsla. Hızlanan soluğuna kulak verdi bir an, sonra kızdı kendi kendine. Bir pişmanlık kapladı içini. Bu karı gibi sızlanmakta ne oluyordu? Topraklı avuçlarıyla sildi gözlerinin altından bütün yüzünü, gözyaşlarını. İnceden bir çamur sıvaştı kaldı yüzüne…
 Başı önünde, kolları iki yanına sarkmış, ağır ağır yürüdü tarlanın ortasına. Dizlerinin üstüne çöktü. Ellerini omuzlarından üste, yukarılara uzattı, açıktı avuçları. Dudakları kımıldandı durdu bir an. En büyük sevgilisinin göğsünde, en büyüğüne, tanrısına yakardı. Eminesi için, Ömeri için. Kalktı, bir rahattı şimdi. İçini dolduran tarif edemediği bir şeyler vardı. Yüreği şimdiye dek hiç böyle atmamıştı, taşıyordu kendisinden. Alaca karanlıkta sağ elini gözlerine yaklaştırdı baktı. Elinin üzerindeki geçen kıştan beri kapanmayan yara gene kanıyordu.Tuttu sigaralık tütün bastı üzerine. Yağlığına sarmaladı, bağladı. Şuncacık yara için, it dalaması. Eminesini düşündü, Ömerinin siyah önlüklü beyaz yakalı hali geldi gözlerinin önüne. Doktoru düşündü Hüsam. Doktor düştü aklına, sözleri mıh gibi yeniden çakıldı. Kesmek lazım demişti ta o zamandan.
Çıkınını omuzuna vurdu. Patikadan köyün yolunu tuttu, ağır ağır yürüyordu tozlu yoldan. Her yanı topraktı. Gözyaşlarının aktığı yerlerde çamurdan izler vardı. Etrafı bir Nisan akşamının koyu  laciverdi doldurmuştu. Bekliyor olmalılar beni diye düşündü, hızlandı. Hem yürüyor, hem düşünüyordu. Bunca yıl hayatın tüm dertleriyle, pislikleriyle erkekçe bir uğraşa girmişti. Bunun düşünmek içini gururla dolduruyordu. Ama yine ezikti işte. Buruk bir tat vardı yaşamının bir yanında. Bunu bilmekten, bunun nedenini çözümlemiş olmaktan korkmuyordu artık. Üstelik bu kadar kaçınılmaz bir nedeni çözümlemiş olmanın taşırdığı bir kuvvet vardı içinde. Kötü nedenlerle açıklanan bir dünyanın bile dost bir dünya olacağını ümit etmek, su serpiyordu içine.
Adımlarını daha da sıklaştırdı. Uzaktan köpek havlamaları geliyordu. Hafiften bir rüzgar çıkmıştı, okşuyordu yüzünü. Bilinmez bir yerlerden tarifsiz kokular taşıyordu, dolduruyordu içini. Rüzgar saçlarındaydı. Bir kanat gibi yarıp geçiyordu içinde bir yerleri. Rüzgar içindeydi. Hayatı rüzgar gibi geçiyordu. Yürüyordu karanlıkta. Yürüdüğünün kendi sancılı karanlığı olduğunu biliyordu. Yaprak yaprak yıdızlar belirmişti gökte. Aydınlık bir akşamdı, mis gibi kokuyordu toprak.                        
Nisandı....
 
 
                                                                                                                 Akın YAZICI
 
 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..