Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '07

 
Kategori
Öykü
 

İstanbul' un Fethi

İstanbul' un Fethi
 

Kuşatmanın elli dördüncü gününe rastlayan 29 Mayıs 1453 salı günü Türk ordusu Konstantin'in kentine girmişti. Açılan gediklerden Türk akıncıları içeriye giriyordu ve az sonra atının üzerinde padişah Sultan II. Mehmed gözüküyordu. Başarının verdiği karşı konulmaz sevinç, heybetine heybet katıyordu.

Ortalık mahşer alanına dönmüş, Bizans halkı Büyük Kilise denen Ayasofya'ya sığınmıştı. Türk ordusu geride kalan evlere, tarihi mekanlara saldırıyor, ganimet topluyordu. Bir yandan da II. Mehmed'in komutları yağmur gibi gürlüyor, kulaktan kulağa yayılıyordu:

"Hiç bir canlıya dokunulmaya! Kadınlara, çocuklara el sürülmeye, hiç bir ibadethaneye saldırı yapılmaya, hiç bir heykel yıkılmaya!"

Genç Sultan, atıyla aheste aheste, hep övgülerini duyduğu Ayasofya'ya doğru atını sürüyordu. Bir yandan da Bizans'ın muhteşem mimarisine göz atıyor, ama, hayranlığını da içine gömüyordu.

Önce girdiği kapıya bir baktı. Sonra surlara bir göz attı. Kendisini elli dört gün uğraştıran, ona koca koca topları döktürmesi için Macar usta Urban'ı aratıp bulduran sur duvarlarına baktı. "Ne yıkılmaz sur bunlar" diye içinden geçirdi. Atını sürdükce yeni mekanlar görüyor, yanındaki hocalarına danışıyor, bilgi alıyordu.

Çok uzaklarda "su kemerini" gördü. Romalılardan kaldığını öğrendi. İlerledikçe Bizans'ın evlerini, kiliselerini, dikilitaşlarını, saraylarını görüyordu. Şaşkınlık içinde her yere ve her şeye bakıyordu. Hayranlığını ancak verdiği emirlerde saklıyordu:

"Hiç bir şeye dokunulmaya! Yıkılmaya, kırılmaya!"

Konstantin meydanına geldiğinde, şimdi yok olan bir imparatora dikilmiş sütunu gördü. Baktı. "Hocam" dedi "bunlar yasaklanmış mıdır bizlere?"

Molla Gürani, Molla Hüsrev, Hocazade hep yanındaydı Sultan'ın. Hele Ak Şemsettin! En sevdiği ve en saygı duyduğu hocasıydı Sultan'ın. O hoca ki, onu bir saniye bırakmamış ve İstanbul'un fethini aklına koyup, sonuna kadar desteklemişti.

Ama, şimdi hocalar ne diyeceklerini bilemiyorlar, yine de her zamanki gibi doğruyu da söylüyorlardı:

"Dinimizce gölgesi düşen suretlerin yapılması yasaklanmıştır Sultanım"

II. Mehmed'in umurunda değildi. Bizans'tan kalan, savaş görmüş, elli yıl Lâtin işgalinde kalmış böyle bir kent alacağını hiç ummamıştı. "Her şey çok güzel" diyordu "herşey olduğu gibi kalmalı"

Bir ara atını durdurdu. Yanındakiler de durdu. Gördükleri manzara karşısında donakaldılar. Boşlukta duran kocaman bir kubbe onlara bakıyordu. Nasıl olur da böyle bir tapınak yapılabilirdi? Neydi bunun mimari sırrı? Yoksa bunlar Allah'ı daha mı çok seviyorlardı?

Şaşkınlıkları kısa sürdü. At yokuna devam ederken, Hipodrom meydanındaki anıtlara uzaktan, şaşkınlıkla ama hayranlıkla baktı Sultan. Lâtin işgalinde çok zarar gören Bizans'ın sarayına acımaklı gözlerle baktı. Sonra atını yavaş yavaş Ayasofya'ya çevirdi. Barikatlarla kapatılan kapıyı açtırdı. Atından inmedi "Bismillahirrahmanirrahim" dedi, Allahına şükürler etti. Kilisenin içinde korkuyla ona bakan Bizanslı insanlara "Hepiniz serbestsiniz, hiç birinizin canına, malına dokunulmayacaktır, evlerinize dönün!" diye bağırdı.

Kilisenin büyüklüğü karşısında hâlâ şaşkınlığını geçirememişti. "Altından mozaikler, Hz. İsa Hz. Meryem, aman Allahım hepsi canlı gibiydi" düşünüyordu, ama yüksek sesle düşünüyordu.

Kocaman kilisede bir gürültü duydu. "Nedir, ne oluyor?" diye çevresindekilere sordu. Ve kendisi gördü, askerin biri kilisenin mermerlerini kırıyordu. "Durdurun şunu" diye bağırdı. Sonra da herkesin duyacağı tonda emirini verdi:

"Bu kentin ganimetleri sizin, binaları benim!"

Biraz sonra atından indi, yanındakilerle birlikte ilk namazını kıldı, dualar etti.

Ertesi günü Çandarlıoğulları ile Osman oğulları arasındaki rekabete son vermek amacıyla, Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa'yı hapse attırdı. Ve kafasına koymuştu "Artık Çandarlıoğulları devri kapanacaktı"

Aradan zaman geçiyor, başka fetihlerle uğraşılıyor, yeni yerler alınıyor, Çandarlı Halil Paşa idam ettiriliyor, ama Sultan II. Mehmed'in aklından ne Konstantinopolis çıkıyor, ne de Hıristiyan dünyasının yaşam tarzı, tanrıya gösterdikleri büyük bağlılık, o tanrı için yapılmış kiliseler. Bu sefer Hıristiyanlığı öğrenmeye karar vermişti. Bu dine karşı olan ilgisi ve sevgisi gittikçe artıyordu. Fetihten üç yıl sonra hocası Ak Şemsettin'i de kaybetmişti. En güvendiği hocası oydu. Duygularını ancak ona açabilirdi. Bu yüzden de kimseye açılmadı.

Hıristiyanlığa karşı duyduğu sevgi, sempati, hayranlık adına ne derseniz deyin, çevresi tarafından da anlaşılmaya başlanmıştı. "Yoksa koca Fatih Hıristiyan mı olacaktı?" Söylentiler kulaktan kulağa yayılırken, bunun çareleri de aranır olmuştu. Fatih gibi bir Sultan'ı aniden öldürmek olmazdı. En iyisi doktorlarınca hergün azar azar zehir verilip öldürülmeliydi.

Ama Osmanlı Devleti en parlak günlerini yaşıyor ve yükseliyordu.

Varsın olsundu. Ya Sultan dinini değiştirirse? Kimse anlamamış mıydı, fetih tamamlandığında üç gün yağmaya izin vermiş, akşamında sözünden dönmüş ve bunu bir güne çevirmiş; Ayasofya'yı cami yapmış, hiçbir Hıristiyan mabetine dokunmama emrini vermişti.

Evet, belliydi. Sultan Hıristiyanlığa içten içe hayrandı.

Gereği yavaş yavaş yerine getirildi ve bir ilkbahar mevsiminde, verilen zehirler son belirtisini de gösterdi. Anadolu seferine hazırlanan Sultan yığıldı kaldı. Gebze'deydi ve yıl 1481'di.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..