Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '07

 
Kategori
İzmir
 

İzmir, İzmir...

İzmir, İzmir...
 

Her insanın bulunmaktan zevk aldığı, kendini mutlu ve rahat hissettiği belli mekânlar vardır. Orada yaşamak insanı mükemmel bir doyuma ulaştırır. Bu mekân kimi insan için doğup büyüdüğü, güzel günler geçirdiği, farklı insanlarla farklı şeyler paylaştığı bir şehir olur, kimi insan için de bütün her şeyden, şehrin gürültülü ortamı ve insanlardan uzak, sevdikleriyle birlikte yaşayabileceği küçük bir köy olur. O ortam farklıdır gönüllerde, her zaman özlem duyulur. Üzüntüler, sevinçler yaşanır, gelir geçer…

Benim için de farklı bir şehirdir İzmir… Orası benim için ayrı bir dünyadır sanki... Kimi zaman bir vapurda bulurum kendimi, kimi zaman da bir kafeterya da… İzmir’e bir gitseniz hiç sıkılmazsınız orada. Bir de kalabalık bir arkadaş ortamınız varsa keyfinize diyecek yoktur.

Konak Meydanı; saat kulesi hemen dikkat çeker, İzmir körfezine bakar durur yıllardır. Saati olmayanların yardımcısı olmuştur kimi zaman… Oradan şöyle kordon boyuna yürürseniz banklara, çimlere oturmuş sevgililer görürsünüz… Simitçilerin ekmek parası için çırpınışlarını duyarsınız... Simitçiler, midyeciler... Martıların çığlıkları gelir biraz uzaktan... Kimisi bir vapurun arkasına takılmış uçmaktadır peşi sıra… Birden yanınızda küçük bir çocuk belirir, soğuktan donmuş küçük ellerine aldırmaksızın ayakkabılarınızı boyamak ve birkaç lira alabilmek için elpençe divan durur, ısrar üstüne ısrar eder... Belki biraz kızarsınız, başınızdan savabilmek için biraz para verirsiniz... Daha iki üç adım atmadan bir başkası belirir yanınızda... Sonrasında falcı kadınlarımı istersiniz, gül satmak isteyenleri mi?

Kemeraltı’nın o iğne atsan düşmez bıcır bıcır kalabalığına atarsınız kendinizi… Dükkâna müşteri çekmek için bağıran bir adam yapışır kolunuza, kendinizi zor kurtarırsınız... Kalabalıkta birkaç parça bir şey alabilmek için çabalar, ilerlemeye çalışır durursunuz... Alışveriş için bir sürü dükkâna girer, çıkar; beş kuruşsuz dönersiniz evinize…

Karşıyaka’ya mı gitmeye karar verdiniz? Otobüse atlarsınız ya da bir vapura.. Körfezin kokusu gelir burnunuza buram buram… Biraz yüzünüzün ifadesi değişir ama orada yaşayan alışmıştır bu kokuya.. Zamanla siz bile alışırsınız… Bir yarım saat kadar sonra Karşıyaka’ya geldiğinizi fark edersiniz iskeleyi görünce… Palmiye ağaçları dikkati çekecek kadar barizdir.. Kıyı boyunca devam eder ağaçlar… Hava çok değişkendir İzmir’de... Kimi zaman günlük güneşlik, kimi zaman yağmurlu… Az güneşi görüp ne eldiven alırsınız ne şapka!! Ya titrersiniz soğuktan ya da ıslanırsınız deli bir yağmurla…

Bir vapur yanaşır iskeleye… İşine yetişmek, vapuru kaçırmamak için koşanları görürsünüz... Bir süre sonra kalkar vapur, uzaklaşır yavaş yavaş... Ardından bakarsınız!

Keyifli bir öğleden sonra zevk için balık tutmaya gelenler vardır belki… Askerler dolaşır tatil olmasının verdiği rahatlıkla!

Ayakkabı boyacıları, simitçiler, falcı kadınlarla orada da karşılaşırsınız...

Belki uzun bir zamandır görmediğiniz bir dostunuzu görürsünüz. Bir okul arkadaşı ya da çok eski mahallenizde oturan komşunuzu... Tuhaf bir duygu kaplar içinizi…

İzmir’de yaşıyorsanız orayı ne kadar sevdiğinizi düşünürsünüz belki… Bu sevdiğiniz şehirden ayrılmak zorunda kaldığınızda ise bir tuhaf olursunuz…

En büyük sevinçleri ve en acı günleri ait olduğunuz o şehirde bırakır, içinizdeki bir parça buruk hüzünle geri dönmeyi ümit edersiniz…

Berrin Bayrakçı

 
Toplam blog
: 13
: 1501
Kayıt tarihi
: 22.12.07
 
 

1976 İzmir doğumluyum.. O günden bugüne ne değişti diye soracak olursanız; büyüdüm... ..