Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '07

 
Kategori
Anılar
 

Kalisperasas...

Kalisperasas...
 

Haşlanmış istifno üzerinde altın damlalarla parıldayan kokulu, rafine edilmemiş zeytinyağı. Rahmetli dayımın ''bakalyaros'' dediği balığın anneannemin eski, isli tavası içinde cızır cızır kızarışı. Üst kattaki koridorda, duvarda asılı çerçevede, siyah, güzel saçlarının üzerine hilâl şeklinde, elmaslı bir iğne takılmış, pembe dudaklı, beyaz tenli, kim olduğunu kimsenin bilmediği güzel kadın resmi. Bahar aylarında ortaya çıkan, eskiden Giritli çocukların ayağına incitmeden sicim bağlayarak uçurtma gibi uçurup oynadıkları, alacalı parlak yeşil, yanar döner kabuklu uğurlu böcek, ''telli babula''. Bir de manisi vardı Giritlice, anneannem söylerdi, tek kelimesi hatırımda değil şimdi...

Çoktaan rahmetli olmuş Vasfiye Teyze'nin oğlaklar emip te sütlerini bitirmesin diye memelerine pazenden dikilmiş torbalar (sütyenler) bağladığı keçileri. Mutfakta, geniş alüminyum tepsiler içinde pişirilmeyi bekleyen, ayıklanmış, türlü çeşit ot. Kurbağa biçimli kurabiyeler, incecik sarılmış yaprak sarmaları, domates ve elbette kabak çiçeği dolmaları, hafif mayhoş, lezzetli. Kabaklı börekler, gözlemeler ve dereotu kokusu. Bütün bunları ustalıkla kotaran anneannemin bir türlü sudan çıkamayan şiş, romatizmalı parmakları. Hüzünle bahsedilen ''Kordelâki Çiftliği'', tavşanların koşuştuğu, zenginlik ve bolluğun hüküm sürdüğü, çocuk kafalarımızda masal misali yer etmiş olan, halen özlenen ama mecburen arkada bırakılmış olan o yer. Pirina kokulu sokaklar. Buruşuk, çatlak balıkçı elleri. İda Dağları'nın akşam inerkenki puslu, koyu yeşil silueti. Dik duramayan, mutlaka eğri gövdeli, yaşlı zeytin ağaçları. Balıkçı motorlarının patpatları. Bahçedeki beyaz badanalı teneke saksılarda arsız arsız kokan, başdöndüren pembe hint karanfilleri. Tavukların altından alındığında halen ılık olan sarı kabuklu, iri yumurtalar. Yazlık sinemada, üzerine bastıkça çıtırdayan çiğdem kabukları, sarı, yeşil, mavi, kırmızı ampûller, gökyüzündeki kalabalık yıldızlar, eskimiş, kopup kopup yeniden yapıştırılmış filmler. Film aralarında pikaptan çalınan günün moda şarkıları, gazoz şişelerine açacağını vura vura dolaşan gazozcu. Sinemanın adı da güzeldi, ''Uçan Sineması''.

Sinema çıkışlarında serinleyen havayla ürperen düşlerimiz, omuzlarımıza aldığımız el örgüsü hırkalar, çok çocuk adımlarımızla uykulu ama mutlu eve dönüşlerimiz. Akşam deniz kıyısından dönüldüğünde yemek telâşına karışan banyo sırası kavgaları. Islak saçlar ve temiz giysilerle yenen muhteşem Girit yemekleri, Ege güneşini içmiş, kızarıp bozarmış tenlerimiz. Çaktırmadan masa altındaki yoksul kediye verilen balık lokmaları, sıcak yaz gecelerini çakırkeyf eden bazen şaraptı, arada bir de rakı. Kütürdeyen karpuzlar, tazelikten titreyen yeşil üzüm salkımları. Ve Girit, hasretin efsunlu adı. Bulanık hatıralar, yürek burkan bir acı, özleyişin kendine özgü o tuhaf tadı. ''Bir daha hiç dönülemeyecek olan o yer'' sanırım hepsinin kısaltması. Gurbet. Neresiydi asıl gurbet? Şimdi onların olduğu yer mi, yoksa yaşayıp öldükleri yerden çok uzakta, suyun öte yanında puslu bir hayâl gibi daima saklanan ve özlenen o ada mı? Gittiler, birer birer veda ettiler. Birkaç eski fotoğraf albümü, kırık dökük ama hatırası sağlam eşyalar, güngörmüşlüğün yoksullukla yer değiştirdiği zamanlardan kalan birkaç parça giysi (ki tertemizdir hepsi, antika gar ve yeşil sabun kokar hâlâ) ve kenarları kararmış, sırrı dökülmüş aynalardan arada bir hüzünle geçip giden yüzleri kaldı geride. Bir de mezarları tabii, ömürleri ile örtüşen zeytin ağaçlarının usanmadan başında beklediği, kimbilir ne zamana kadar? Şimdi onların ağlayarak söylediği bütün hasret şarkıları bizim. Kalispera vre Aliyamu, efharisto poli, herşey için...

 
Toplam blog
: 23
: 772
Kayıt tarihi
: 24.02.07
 
 

Kendimi olduğum gibi seviyor ve onaylıyorum. "Gibi olmak" bana göre değil. Sevmeye evvelâ kendisinde..