Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '16

 
Kategori
Deneme
 

Kapan susam kapan

Kapan susam kapan
 

resim internetten alıntıdır


Bir kaç kez hayatı sonlandırmayı düşünmüştüm. Öyle alışılagelmiş bir intihar değil. Avuçla hap yutma ya da yüksek bir binadan atlama eylemlerinden çok uzak. Bir anda hiç bir eyleme gerek kalmadan sonlanacaktı. İlkokulda ki gibi bir iki üç “tıp” duracaktı her şey. O kadar tembelim ki doğru dürüst bir intiharı düşünememiştim bile. Hep kendiliğinden olsundu. Hep o çizgi filmler, tatlı cadılardır bunlara sebep suçları sabittir.

Yaşamaya yeltendiğim zamanlar da oldu, hakkımı yemeyelim. Ne zaman nefes almaya başladıysam…

Siz hiç sinek oldunuz mu? Pencerenin ne olduğunu bile bilmeden arasından geçip,  sevimli yüzlü bir yaratığın elinde ki tanımlayamadığınız bir şeyin içinde kaldığınız oldu mu? Uçmak bu kadar mümkün görünüyorken, kanatlarınızı  görünmez bir yerlere çarpıp çarpıp defalarca düştünüz mü? Pencere, o sevimli yaratık, ileride ki sokak, ağaçlar hepsi önünüzde hiçbir engel yok gibi ama olmuyor, her türlü uçuş tekniğini denemenize rağmen nasıl olmaz? Umutsuzluğa kapılmıyor, bir süre sakin bekliyorsunuz. Kuvvet toplayıp, dikkat toplayıp geldiğiniz yöne doğru sıkı bir hamle, bir hamle daha aynı merkeze tepe taklak düşmek ne sinir bozucu, ne korkunç. Çırpınmak kelimesi bu eylemden sonra keşfedilmiş olmalı.

Siz yukarıda ki satırları okurken “hımm! Kafka’dan esinlenme demek, köşeye sıkıştın yazarcık” diye içinizden geçirmiş olabilirsiniz. Ben sizin yerinizde olsam, düşünebilirdim bunları. Ama içinde bulunduğum durumları size anlatabilmek, anlaşılır kılabilmek içindir bu benzeştirmeler.” Köşeye sıkıştım” ifadesiyle geçiştirilebilecek bir durum değil ki bu. Sıkıştım evet ama köşeye değil tam orta yere; ben her tarafımı engelsiz görüyorken, evren de beni görüyorken. Sıkıştım, kaldım her yaşama esnasında.

Zaman zaman umurumda da değil yaşayıp yaşamamak. Yaşam hakkı denen bir hakkınız var mesela, size sunulmuş, sunulurken size sorulmamış. Ya da sorulmuşsa bile biz şu an bunun bilincinde değiliz. Bilincinde olmadığımız bir şey gözümüzü çıkartacak kadar yakınımızda da olsa bizler için yoktur. Her şey bilincin ulaştığı yere kadar. Bana yok olan, bir başkasına var. Hepimiz kendi gerçekliğimiz kadarını yaşıyoruz. Ne garip ben hala eşit, ortak bir yaşam diyenlerdenim.

İnsan kendi başına açtığı sorunlarla boğuşmaktan yaşamın, yerkürenin,  evrenin, işleyişin ayırdına varmaya zaman bulamıyor. Yaşam sandığı o döngünün arasında sıkışıp kalıyor. Çevresel, sosyal, siyasal, global…meselelerin kaç türü var? Ne zaman geleceğiz yaşama, ne zaman doğacağız?

Duygular, akıllar yer ile yeksan. Her an yeni bir sınavdan geçmekteler de ondan. Aklımı koru ya rabbim (tanrım ya da her ne derseniz) dediğiniz olaylar çoğunlukta değil mi? Sırtınızı dönüp işinize bakabilmeniz kendinize dönebilmeniz de bir mesele haline gelmiyor mu?

İşte tam o andır üzerinizde o cam kavanozu hissettiğiniz ve hep aynı yere düştüğünüz. Oysa görüyorsunuz ağaçlar az ilerde,  şu yaprağa konup oradan tekrar havalanacaksınız kat edeceğiniz daha çok uzun yolunuz var. Bal böcekleri, kuşlar, kelebekler, ateş böcekleri  ve adını anmayı unuttuğunuz ne kadarı varsa hep bir yerde buluşacak. Hayatın ritmiyle hep birlikte yaşamaya kanat açacaksınız. Ne mümkün. Çember daralıyor, arılar kelebeklere saldırıyor, kuşlar ölüyor. Kanatlı kanatlının kanadından ölürken biz nasıl uçacağız hep birlikte kesif edeceğimiz  yerlere?

Oysa yaşamak isterdim hür bir dünyada, hür insanlar arasında. Gördükçe insan insana tutsak, insan insana cellat, insan insana set, insan insana kalmamış. Koskoca bir yalan olmuş hürriyet. 

Hayatı durdurmak istiyorum, siz istemiyor musunuz? Bir anda dondurup sonra yeniden başlatmak mesela. Açma kapama düğmesi nerede bunun?

 
Toplam blog
: 28
: 194
Kayıt tarihi
: 23.06.11
 
 

Çocukken en çok gökyüzünü merak ederdim. Sürekli sorular sorardım, o kadar bıktırırdım ki, "çok faz..