Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ocak '10

 
Kategori
Siyaset
 

Katilin kim olduğunu biliyoruz

Katilin kim olduğunu biliyoruz
 

Yaşamım boyunca dramatik birçok olay karşısında etkilenmiştim. Ruhum daralmış, daralan ruhum yeri gelmiş yar yar öfke patlamalarına yerini bırakmış, yeri gelmiş içimde fırtınalar kopmasına neden olmuş ve kimi zaman o fırtınaları sûkûnetle kontrol altına almayı başarmıştım. Ruhumdaki hüznün yaratmış olduğu acının, yüzüme yansıması her dem çevremdeki insanların dikkatine neden olmuştur. Yeri gelmiş iki damla gözyaşı ruhumda açılan yaranın yaratmış olduğu acının ifadesi haline dönüşmüştür.

Çok defalar ruhum ve zihnim, yaşanan tarifsiz acılar karşısında çaresiz kalmıştır. Dünyaya gelişimin kırkıncı yılını devirdiğim şu günlerde, geriye dönüpte baktığımda o denli çok dramatik olaya ve tarifi imkânsız acılara tanık olmuşumki, yüreğim bu dramlar ve acılar karşısında bir türlü nasır bağlamadı. Her yeni tarifsiz acının yaşandığı anda, işte o zaman yeniden ve yeniden ruhum daraldı, yüreğim kabardı ve yerini içimde kopan fırtınalara bıraktı.

Hrant Dink’in katli işte bu tarifsiz acılardan birisiydi. Benim için bir dramdı. Çünkü; bir insanın arkadan kalleşçe öldürülmesinin ta kendisiydi Hrant Dink cinayeti. Ve Hrant Dink’in yerde yatan bedeni, ölümünün üçüncü yılında halen dün gibi gözümün önündedir. “Ben insanım” diyenin hiçbir zaman unutamayacağı bir manzaradır Hrant Dink’in kalleşçe öldürüldüğü andaki ayakkabısının altındaki delik. Bir insanın yüreğinin titremesi için sanırım başka hiçbir şeye gerek yoktur.

Hrant Dink’in cenaze töreninde konuşan eşi Rakel 17 yaşında bir çocuğun nasıl katil olabildiğini sorgulamıştı.

Evet!

Son derece doğru bir sorgulamaydı Rakel’in sorgulaması. 17 yaşındaki bir çocuğun hiç tanımadığı, yüzünü dahi görmediği ve bir kez dahi “Bu adam kimdir?” diye düşünmediği halde hedefine oturtmuş olduğu Hrant Dink’i öldürmesi bu memleketin yüce devletlu büyüklerinin takkelerini önüne koyup düşünmelerini gerektiren bir durumdur. Ve daha vahimi ise bu ülkenin şövenizm ticaretinin bir numaralı mekânları olan stadyumlarda katile destek amaçlı beyaz bere ile maçlara gelinmesi aslında ne denli trajik bir noktada olduğumuzun ta kendisiydi.

Hayatının baharını devletinin bekasına adamış olan yüce devletlu büyükler öyle bir iş başardılarki bu topraklarda, en masum insanını dahi şöven duygularla donattılar ve en sonunda 17 yaşına gelmiş çocukların eline silah alarak devletin bekası adına adam öldürmeyi görev bilmelerine neden oldular. Ne kadar övünseler azdır yaratmış oldukları toplumla. Lakin bu toplum uluslararası arenada en güvenilmez , en uzak durulması gereken toplumlardan birisi olarak anılıyor. Kılıf aramaya gerek yok. Kimseninde bizi bölüp parçalamak gibi bir derdi yok. Bizi sevmiyorlarmış! Kimse bizi istemiyormuş!

Doğru.

İstemezler, istememeliler. Yüce devletimizin koltuklarını istila etmiş olanlarla, tekaüd sınıfından eli bastonlularımızın memleket bekası adına gencecik vatan evlatlarını birer katil haline getirmeleri bu dünyanın en itibarsız devletlerinden birisine dönüştürdü bizi.

Memleketin asli varisleri! bakın bu asli varislerin otuz sene öncesindeki icraatlerine. Vatan, millet, Sakarya edebiyatı ile şaha kaldırdığı memleketin kurtçukları bir bir tahliye oluyorlar. Yaşları kemale ermiş her birisinin. Ve şimdilerde yandım yandım soruyorlar, “Biz neden elimize silah aldık?” diye. Pek tabiki soracaklar. Ogün Samast denen çocukta gün gelecek bu durumu sorgulayacak. Eline neden silah aldığını, neden günahsız bir insanı öldürdüğünü mutlaka sorgulayacak. Ama o asli varislerin yüreklerinde asla bir kırpıntı olmayacak. Sadece olanı biteni kenardan, kıyıdan izleyip yine o memleket bekası adına planlarını sürdürmeye, yeni katiller yaratmaya devam edecekler.

Şöyle bir geriye dönüpte bakın. “Memlektin yetiştirmiş olduğu eli kanlı kurtçuklar kimleri öldürmüş?” diye.

Disk Başkanı Kemal Türkler, Savcı Doğan Öz, Gazeteci Abdi İpekçi, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancıoğlu gibi bir çok aydının katledilmesinde memleketin medarı iftahar-ı kurtçukları bir bir rol edinmişlerdi. Her biri sonrasında birer muhterem oldular bu topraklarda. İbrahim Çifçi denen zat bir ara MHP’ye genel başkan adayı olmuştu. Hani şu meşhur Oral Çelik denen zevatda Malatyaspor’a başkan olmuştu. Diğerleri neler yaptılar bilmiyorum ama mutlaka önlerine bir şeyler atmışlardır her birisinin. Sonuçta bu isimler sözüm ona memleketin bekası için bu ülkenin aydınlarını öldürmüşlerdi. Yani yine sözüm ona her biri ayrı ayrı birer hayırlı iş yapmıştı. Hepi topu üçer beşer yatıp, hayatlarını garantiye almışlardı. Yüce devletlular onları az buçuk tarafından düşünmeyi ihmal etmemişlerdi.

Ne garip bir tesadüftirki bu gün yani 18.01.2010 tarihinde en şöhretli kurtçukların başında gelen Mehmet Ali Ağca kapatıldığı cezaevinden tahliye oluyor. Olsun bakalım. Hayatı garanti şimdiden. Röpörtaj severler sıraya geçmişler baksanız e.

Muhterem! zat, Çırağan Sarayında bir basın toplantısı düzenleyecekmiş. Örtki ölem. Basın toplantısına yüz elli dolayında gazeteci katılacakmış. Hangi sebepten dolayı? Özel bir şey mi söyleyeceğini sanıyor bu gazetecilerde ellerinde teyipçikleri ile Çırağan Sarayında kendilerine sandalye arayacaklar? Ne söylemelerini bekliyorlar Allah aşkına Mehmet Ali Ağca’dan. Mehmet Ali Ağca ne biliyor? Bence kocaman bir hiç. Tıpkı Ogün Samast’ın hiçbir şey bilmediği gibi. Ama herkes gözünü kulağını dikmiş Ağca’nın edeceği ne üdüğü belirsiz iki kelam lafa.

Ve sonuç!

Ogün Samast aynen diğer muhterem! ağabeyleri gibi uzunca bir zaman o çektiği tetiğin kurbanı olarak demir parmaklıklar ardında zaman yitimi yaşar ve bir gün çıkıp aramıza karışır. Belki oda bir basın toplantısı düzenleyecek, muhterem olacak.

Evet! İllaki olacak.

Biz mi?

Biz katilin kim olduğunu biliyoruz.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..