- Kategori
- Gündelik Yaşam
Kelebek avcısı
Gerçekten ' Sonbahar vurgunu ' diye bir şey var mı, bilemem ama, son günlerdeki ruh halim var olduğuna inandırıyor beni. Ne yazmak istiyor canım, ne okumak. Sanki görünmemiş bir el beni yoyo gibi oradan oraya savuruyormuş gibi bir duygu işte.
Mâlum fıkradır; Adamın biri psikiyatra gitmiş. ' Doktor ' demiş ' Ne yesem kabak tadı alıyorum. Hiçbir şey beni neşelendirmiyor, kahkaha bile atmayı unuttum ' . Doktor da hemen bir öneride bulunmuş adama. ' Şu yeni kurulan sirke gidin bu akşam. Orada harika bir palyaço var, atacağınız kahkahalara kendiniz de inanamayacaksınız '. Adamın yüzü daha bir hüzünlenmiş. ' O palyaço benim doktor ' diyebilmiş ağlamaklı bir sesle.
Yok, tam olarak bu palyaçoya benzetmiyorum tabii kendimi. Daha farklı bir şey hissettiğim. Hani bazen dışarı yemeğe çıkarsınız da, bir türlü karar veremezsiniz ya ne yiyeceğinize? İşte ona benzer bir duygu bu. Seçenek çoktur ama, seçmeye gelince içinizde hiç heyecan duymazsınız. Zihnimde uçuşan sayısız anı ve dize, öksüz çocuklar gibi boyunları bükük kendilerini yazmamı bekliyorlar sanki. Oysa bilmiyorlar ki, sürekli uçuştukları için bir hizaya sokamıyorum kendilerini. Kelebek avcıları gibi elimde bir ucu tüllü bir sopa zihnimin içinde bilinçsizce bir oraya bir buraya koşup duruyorum. Maksadım yarı uyanık olduğum anlarda akıl defterime yazdıklarımı gerçekle buluşturmak. Ama ne gezer! Gerçek yaşamla selâmlaştığım anda büyü bozuluyor, kelebekler bize göre bir günlük ömürlerini doldurup ölmüş oluyorlar. Bekle artık yeni bir koza, yeni bir tırtıl, yeni bir tül kanatlı kelebek bulmayı...
Hem geçenlerde - uzun bir aradan sonra ilk kez - aklıma geliveren dizeleri altalta yazdığımda ortaya ne çıkmıştı?
kuvars tanelerinden
billûr gibi tesbihti
sakladığım gözyaşlarım
ipi yüreğime bağlı
ipini kopardı
acımasız bir el
saçıldı kuvars taneleri
gülmeyi seven yüzüme
Gerçekten sonbahar vurgunu olmalı bu. Yoksa ben değil miydim; şu sirkteki palyaço gibi herkesi neşelendirmeye çalışan, olumlu davranmayı öğretmek için çabalayan, yıkılmadım ayaktayım gibisinden arabesk sözlere bile taş çıkartan yaşama bağlılığımla en hasta günümde bile yüzünü asmayan?
Biliyorum; şöyle inceden başlayıp, sonra da Kuş ağaçlarını yıkayan, şimşeklerle, gökgürültüleriyle süslü, gri-kara bulutlardan iri damlalarla düşen bir yağmur başlasa ruhum bir anda kanatlanır. Hele ardından bir de yarım yamalak güneş çıkarsa; şımarık bir çocuğun, yaptığı yaramazlığın ayırdında olup, kapı aralığından annesine baktığı gibi bakıverirse bulutların arasından yeryüzüne...
O zaman ne vurgun kalır bende, ne hüzün, ne de kuvars tesbih. Zihnimin gizli bahçesinde şen çocuklar gibi koşarım mavi Adonis kelebeklerinin ardından. Hoş geldin hüzün. Ama ne olur dozunda tortu bırak ruhumda.