Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kirden, Pastan Arınmak

Kirden, Pastan Arınmak
 

Eskidendi o… Pazar günleri sabah erkenden kalkılır ve alınan gazeteler salonun her yanına dağıtılır, didik didik edilerek okunurdu. Eskidendi… Asfaltı dökülmemiş, çakıl taşlı, tozlu yolun üzerinden hızla yürüyerek gittiğim bakkaldan aldığım gazeteleri, yine aynı hızla eve getirir, spor sayfasından başlamak koşuluyla, iştahla okurdum. Şimdilerde değil, hayli uzun zaman oldu Pazar günleri gazete okumayalı. Sadece gazete mi? Hayır… Pazar günleri mümkün olduğunca hiçbir şey okumamaya, hiçbir şey yazmamaya özen gösteriyorum. Gündelik hayatın stresine bağlıyorum bu durumu. Doğru… Pazar günleri gazete okumak bir hayli keyifli bir aktivite… Eğlenceli, dinlendirici… Ama ben, uzun zaman oldu Pazar günleri gazete okumayı bırakalı.

“Pazar günleri en çok ne yapmayı seviyorsun?” diye soran arkadaşıma, “Mümkünse hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi düşünmemeyi seviyorum” demiştim. Tabii ki benim bu sevgim çok zor bir sevgi. Nasıl düşünemem ki… Elimde değil düşünmemek… Elim de olsa emin olun hiçbir şey düşünmemeyi yeğlerim. Hiçbir şeyi kafama takmamayı, hiçbir şey için kendimi sıkmamayı, hiçbir şey için yorulmamayı… Ama Pazar günleri sadece… Veya en sevdiğim akşam olan Cumartesi gecesinden Pazar sabahına usul usul uzanmayı ve erkenden kalkıp, o Pazar gününü dolu dolu yaşamayı, her zaman çok ama çok isterim. Dingin bir şekilde, kirden, pastan arınmış bir halde… Tıpkı geçtiğimiz Cumartesi akşamı olduğu gibi…

Deniz kenarında içtiğim şarabın etkisi hala damaklarımda… Yosun kokulu deniz, yüzü okşayan hafif bir meltem ve hemen birkaç metre ilerimizde şarkı söyleyen iki kişi… Balıkçı Barınağındaki restoranın deniz kenarındaki masalarından birisinde usul usul içtiğimiz şarabın ve akşamın tadını çıkardık aile boyu. Ben, eşim ve kızım… Ve ben bir kez daha deniz kenarında kendimden geçtiğimin farkına vardım. Kim ne derse desin, denizin tadı bir başka… Kokusu dahi yeter. Ve Cumartesi gecesi evimize girdiğimizde usulca vurduk kafamızı yastığa ve yine usulca Pazar sabahının erken saatlerinde açtık gözlerimizi. Televizyon izlemek mi? Yok daha neler… Hem de Pazar günü… Bence güzel bir kahvaltı ve üzerine havadan sudan şeyler üzerine konuşmak… Ve tabii ki Antalya dışına uzanmak… Cumartesi gecesi yıldızlar sarmıştı gökyüzünü. Bir ara gözlerim kamaştı yıldızların ışıltısından. Ve ardı ardına gökyüzünde patlayan havai fişeklerin cümbüşü sardı her yanı. Bir süre sonra Antalya limanı yine az ilerimizde şarkı söyleyen iki kişinin sade ve naif sesine teslim oldu. Hemen önümüzde sallanan kayıklar, tekneler… Bir an için kendimi o teknelerin birisinin üzerinde hissettim… Usul usul sallanan teknenin üzerinde, meltemin yüzü okşayan esintisi eşliğinde rakımı yudumlamayı istedim.

Bazen kendime ne denli kızıyorum bilemezsiniz.

Antalya’da yaşayan ben, emin olun halen denizin orta yerlerinde bir yerlerde hiç bulunmadım. Hani o tuhaf tekne gezintilerini saymazsak. Denizin tam orta yerinde, bir balıkçı teknesinin üzerinde sessiz ve dingin bir halde geçecek bir gün. Neden daha önce aklıma gelmedi bilemiyorum. Denizin ortasında olmak ve denizin, dolu dolu tadını çıkarmak… Masmavi ve pürüzsüz bir gökyüzü altında, masmavi bir çarşafı andırırcasına üstünde denizin… Her yan ama her yan deniz ve gökyüzü… Ve tam da ortada bir yerlerde küçük ama şirin bir tekne, ayakta şort, üstte tişört, tentenin altında denize dolu dolu bakmak… Ve akşamı doyasıya beklemek… Akşamı çağırmak adeta… Ve güneş batmaya yüz tuttuğunda, kurulan bir sofrada, usul usul rakı yudumlamak… Yıldızların ışıltısını izlemek… Gece yarısı gongu çaldığında, el değmemiş bir koyun, kuytu bir yerlerinde sabahı karşılamak… Belki de özlediğim, özlemini duyduğum, yapmak istediğim yegâne şey de bu olsa gerek. Çok şey mi istiyorum? Hayır… Basit bir şey… Bu düşünceler nereden geldi şimdi aklıma, bilemiyorum. Sanırım iş yoğunluğundan olsa gerek. Antalya’nın tam ortasında bir yerlerde, akşama kadar gelen tatilcilere sunulan hizmet ve hiçbir tatilciyle karşılaşmamak… Sanal bir hayatın aslında ta kendisi… Dijital rakamlar, kâğıtlar, kürekler… Ve bir Haziran gününün ışıltısında, bir tatil cennetinde, dört duvarın arasında yıllarını geçirirse insan, özlemlerini dile getirmek çok mu tuhaf kaçar?

Belki de doğaya ilişkin duymuş olduğum özlemin kökeninde yatan şeydir şu dört duvar arasına kısılıp kalmak. Ama her şeyden bir şekilde haberdarsınız. Her an gazeteler arası sörf yapıyorsunuz, her an birilerine laf atıyorsunuz önünüzdeki ekrandan ve birileriyle sürekli diyalog halindesiniz. Susmayan telefonlar, etrafınızı kuşatan onca heyecanlı insanlar ve sürekli msn denen zamane muhabbet ortamından sürekli selam göndermeler. Teknolojinin ve rekabetin insanı insanlıktan çıkartan son halini buram buram yaşamaktayım. Ve bu yüzden, en azından haftanın son günü kirden, pastan arınma isteğim… Bu yüzden gazetelere yüz çevirmem… Bu yüzden bir çınar ağacı altında kendimden geçmeyi veya bir eski tekne üzerinde denizin orta yerlerine çekilmeyi… Kiri, pası temizleme, arınma ve baştan aşağıya, tepeden tırnağa, zihin dahil dezenfekte olmayı bu yüzden çok istiyorum.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..