Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kızılderili şef Seattle

Sisli bir Bin Dokuz Yüz Yetmiş Sekiz sonbaharı gecesi uçağımın tekerlekleri Seattle havaalanına değdiği an, bir başka kıtada bir başka ülkede olduğumun gerçeği birden içimi kapladı. Annemi, babamı, kardeşlerimi geride bırakıp, pistte hızlı bir şekilde yavaşlamaya çalışan uçağın ufacık pencerelerinden sis ve çisil çisil yağmur içinde ne görebildiğim, ne de adını bile doğru dürüst telaffuz edebildiğim Seattle kentine varmıştım. Bu uzun ve yorucu yolculuk beni o tarihten sonra toplam on yıl yaşayacağım ve benim ikinci evim olacak olan "Si-a-tıl" kentine getirmişti.

Beyaz adamın ancak 1850'li yıllarda ilk kez ayak bastığı Amerika Birleşik Devletleri'nin Kuzey Batı Pasifik kıyısındaki bu kent yoğun yeşillikler içinde bizim Rize'mizi hatırlatan ve Boeing uçaklarının yapıldığı yer olamakla övünen bir kenttir. Elbette ki, yeşillik ve yılın büyük kesimini kaplayan kapalı ve yağmurlu hava buranın insanının doğası haline gelmiştir. Nitekim, ayrılalı geçen üç yıla yakın süredir, ben hala Seattle'nın o ince ince yağmurunu özlüyorum.

O yağmurlu sonbahar gecesi tüm yorgunluğumun içinde ben bu şehre bu garip ismin niye verildiğini merak etmiştim. Aradan geçen yoğun öğrencilik günleri içinde bir gün bu ismin kaynağının o bölgede yaşamış ve hala da yaşamakta olan Squamish kabilesinin beyazlar tarafından da çok sayılan reisi Reis Seattle olduğunu öğrendim. İsmi Seattle, Selth gibi değişik birçok okunuşu bulunan bu reis, tüm kızılderili ırklarında görülen bir özelliği yoğun olarak bünyesinde taşımış bilge bir kişiymiş. Doğayla içiçe ve doğayla bütünleşmiş olarak asırlarca bakir Amerika kıtasının enginliklerinde at koşturmuş ve avlanmış olan kızılderililer medeni olarak saydığımız hiçbir bilgiye sahip değilken doğaya karşı bugün dahi bizi utandıracak kadar medenice ve insanca yaklaşmaktaydılar.

Doğanın her geçen gün, ertesi gün yaşanmayacakmış ve bizlerden sonra başkaları gelmeyecekmişçesine tahrip edildiği günümüzde, Reis Seattle'ın kendisine arazisini para karşılığı satmasını teklif eden beyazlara verdiği cevap, bir asırı aşkın zaman sonra bile güncelliğini korumakta. Geçenlerde elime tekrar tesadüfen geçen Reis Seattle'ın mektubu şöyle:

".... Gökyüzünün parlaklığının, toprağın sıcaklığının, doğanın cömertliğinin nasıl satılıp alınacağını anlamıyorum... Bize ait olmayan suların berraklığını, rüzgarın tazeliğini size nasıl satabiliriz ? Bu toprakların her zerresi, ağaçlardaki yaprakların her biri, ormanlardaki hayvanlar ve böcekler benim halkım için mukaddestir, fakat, bize ait olduğunu hiç düşünmedik. Beyaz adam doğup büyüdüğü toprakları çabuk unutuyor; fakat, benim halkımın ölüleri bile çok sevdiğimiz bu topraklardan hiç bir zaman ayrılmazlar. Bu topraklar bizim değil ama, biz bu toprakların malıyız. Güzel kokulu çiçekler bizim kızkardeşimizdir. Yalçın kayalar, akar sular ormanlar ve benim halkım toprağın sıcaklığından hayat alan bir bütün ailedir.

Washington'daki Büyük Reis bizim toprağımızı satın almak istemekle bizden ne istediğini bilmiyor. Buna rağmen isteğini yapmaya çalışacağız çünkü, kaderin anlayamadığım bir oyunu onu kuvvetli, bizi zayıf yaptı.

Eğer bu toprakları satacak olursak, çocuklara bu akan suların mukaddes olduğunu, bütün doğaya hayat veren bu derelerin ne pahasına olursa olsun temiz tutulması gerektiğini öğretmek lazım.

Beyaz adamın bizim gibi düşünmediğini biliyoruz. Onun için, bir toprak parçasının diğerinden hiç bir farkı yok. Çünkü, beyaz adam doğaya gecenin karanlığında gelip eline geçen herşeyi alıp götüren hırsızlar gibi davranıyor. Beyaz adam toprakla kardeş değil, toprağın düşmanı. Beyaz adam kendisinin doğanın malı olduğunu bilmiyor, doğayı kendi malı zannediyor. Babasının mezarını bırakıp, çocuklarının nerede doğacağını düşünmeksizin ufak çıkarları peşinde koşup duruyor. Beyaz adam, anası olan doğayı alınıp satılan taş parçaları sanıyor.

Beyaz adamın şehirleri, bizim gözlerimizi tırmalıyor. Bu, belki de bizlerin vahşi, sizlerin uygar olmanızdandır !..."

Gelmeden bir süre önce Reis Seattle'ın mezarını tekrar ziyaret ederken, "Her halde Anadolu'da olsaydı, bu mezar bir ziyaret olurdu" diye düşünmüştüm. Çünkü, o da bir Aşık Veysel gibi "...sadık yarinin kara toprak" olduğunu, ondan gelip ona döneceğimizi vurguluyor ve bu aradaki kısa ziyaretimiz süresince misafirlik adabına uygun hareket etmemiz gerektiğini hatırlatıyor.

Eminim ki kemiklerin sızlıyordur, ey bilge “vahşi”. Çünkü, biz erişilmez bir hızla denizlerimizi kirletiyor, insanlarımızın başından aşağı radyasyonlu kül yağdırıyor, zehirli artıkları dereler boşaltıyoruz. Bizi idare eden büyüklerimiz de yine bizim huzurumuz kaçmasın diye, biz radyasyonlu çay içerken ve radyasyonlu havayı ciğerlerimize çekerken hiç seslerini çıkarmıyorlar.

 
Toplam blog
: 14
: 3754
Kayıt tarihi
: 29.06.06
 
 

1953 Trabzon doğumluyum. TED Ankara Koleji (1971), ODTÜ Makina Müh (1976) lisans, University of New ..