Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '07

 
Kategori
Haber
 

Kurban

İnternet aracılığıyla bana ulaşan bir posta içinde bir kullanıcı, sözde bir kuzunun fotoğraflı hatıra defterini yapmış. Bu kuzucuğun şirin resim defteri doğum, aile, okul, arkadaş vs gibi resimlerinin arkasından kurban edilişinin resimleriyle bitiyor. İşte sabahın birinde ben yarın kan gölüne dönecek sokak köşelerini düşünürken, o milyarlar harcayarak gözlerimizi okşasın diye otoyol ve ana cadde kenarına döşenmiş olan çimlerin yeşilinin kırmızıya dönüşünü seyredeceğimiz kavurma kokulu bir bayram sabahında uykusuzum...

Son defa birkaç yıl önce kurban kestiren ben, o anın dehşetini hiç unutamadığım için herhalde bu eklentinden bu kadar etkilendim; zira, o an tekrar gözüme geldi. O yıl Seyranbağları Huzurevine bağışladığım kurban kesilirken ben de oradaydım. Sıra benim kurbana gelmişti ki, arkamda bir hareketlenme oldu. Parayı epey sonra gördüğü halinden pek bir belli olan ve yumurta topuklu ayakkabısına kan bulaşmaması için gayret gösteren bir adam bir yandan ötedeki adamına üzerine kırmızı kurdele de bağlamış olduğu mamut yarısı bir koçu itelemesini söylüyor, bir yandan da elinden çekiştirdiği altı yedi yaşlarındaki oğluna, kendi gibi sıkı erkek olabilmesi için herhalde, kurban kesimini izlettirmeye çalışıyor ve çocuğun kafasını kurban kesim tarafına döndürüyordu. Ama, bu hengâmede zavallı çocuk canhıraş çığlıklarla boş boş etrafa bakan annesinden imdat istiyor, kafasını ısrarla öteye çevirmeye çalışıyordu.

O an bende sinir, adale ve sakatat niyetine ne varsa boşaldı ve adama avazım çıktığı kadar yüksek sesle çıkıştım –Yok, 1.70 boyla o azmana tokat atmak yürek isterdi ama ah yapabilseydim. Hayatta 1.90 boylu olmayı hiç o günkü kadar istemedim. -. İyi ki, adam şaşırdı kaldı da ne yapacağını bilemedi; çocuğu bıraktı, kuyruğu kıstı ve en önemlisi bana iki tane patlatmadı. Ama işte benim son kurban maceram da bu oldu...

Ama KURBAN ne demek? Kurban? Yani, hani şu İnka'ların Aztek'lerin insanları diri diri tanrılarına adayıp canlarını almaları işlemi gibi, yani kaç bin sene öncesinin adeti!...

İslam'da kurban adeti nereden geliyor? Bir ara merak edip araştırmıştım. Galiba günü geldi; likör ve çikolata ve misafir arasında gerçekten başka bir işiniz de yoksa bundan sonrasını belki okursunuz. N'olur ukalalığımı bağışlayın...Hızımı alamadım doğrusu, bu kötü sonla biten fotoğraf albümünü görünce.

Konuyla ilgili olarak Türkçe'de bulunan birkaç kitaptan biri olan Muazzez İlmiye Çığ'ın kitapları gibi çok sayıda batılı kaynaklar da, tek tanrılı dinleri getirip Mezopotamya dinlerine bağlıyor. Tek tanrılı dinlerin çıkışını, son okuduğum bir kitap da Fenikelilere dayatıyor. İddiaya göre (Yazar bilimsel verilere dayandırarak iddia ediyor.) zengin fenikeliler çok tanrılı dine taparken, fakir ve kırsal kesimde yaşayan ve çoğu göçebe hayvancılıkla geçinen halk zenginlere reaksiyon olarak tek tanrılı bir dine inanmaya başlıyorlar. Bu ahalinin adı da Apiru ('Hebrew' kelimesinin kökeni, Kur’anda geçen Ben-i İsrail yani İsrailoğullarının ataları). Bu ahali, çok tanrılı fenikelilerin inanılmaz derecede caniyane olan, tanrılara küçük çocukları kurban etme adetini (ateşe atarak- ki bu ateşin olduğu yere Cehana deniyor. Acaba 'cehennem' kelimesi nereden türedi?) ortadan kaldırmak için koyunları kesiyorlar. Ve elbette doğru yönde bir adım atmış oluyorlar en az 3-4 bin sene önce...[Konuyu ilginç bulanlar için belirteyim, aynı ahali kuraklıkların gidip bereketli yağmurların gelmesi için yaptıkları ayinde erkekleri bir çember halinde sıralayıp, üremenin sembolü olarak gördükleri penislerinin ucunu taşla kestikten – bir nevi kurban ettikten- sonra işemeye zorluyorlar, yağmur sembolü olarak. Yani daha sonra Müslümanlık gibi Yahudilikte de halen uygulanan “sünnet” de fenikelilerde yağmur yağdırma ayininin bir parçası olarak var.]

Ama ben varlığından kuşku duymadığım Tanrı'nın 21. yüzyılda yaşayan biz kullarının onu hoş tutmak için sokaklarda koyuncukları telef etmesi yerine Lösemili Çocuklar Vakfına, Mehmetçik Vakfına, Özürlü Çocuklar Vakfına bağış yapmasını tercih edeceğinden eminim. Ve yine eminim ki, iki özürlü çocuğuna ancak konu komşu yardımıyla bakabilen annenin feryadı Erzurum'dan Istanbul'daki gazete sayfalarına yankılanırken, bu komşularını aç ve çaresiz halde bırakıp sadece kendi hayırlarına yarayacak Hac farizasına milyarlar akıtan hemşehrilerini de Cennette çimenlerin en yeşil olan kesimine tayin etmeyecektir. Çünkü Hadis var: “ Komşusu açken tok yatan benden değildir!” diye ama gösterişin parıltısı varken kim düşünecek o anayı, kaldı ki düşünsün koyunu, kuzuyu…

Ne diyeyim Bayramınız Kutlu Olsun...

(Bu yazı 2003 Kurban Bayramı'nda yazılmıştır.)

 
Toplam blog
: 14
: 3754
Kayıt tarihi
: 29.06.06
 
 

1953 Trabzon doğumluyum. TED Ankara Koleji (1971), ODTÜ Makina Müh (1976) lisans, University of New ..