Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '09

 
Kategori
Blog
 

Mim ödevim

Mim ödevim
 

Değerli blog arkadaşım Haluk Seki tarafından mimlenmişim.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=159796
Hayatımdaki diğer mimlenmelerden çok farklı bir mimlenme ama bu. Neden blog yazdığımı anlatmam istendiği için mimlenmişim. Ne yalan söyleyeyim, gururlandım mimlendiğim için. Bu kadar mimli cümle yeter deyip, neden blog yazdığımı anlatacağım. Bir anlamda ' Mim ödevim ' olacak bu yazı.

Önce konuşur insan. Eli kalem tutma çağına gelince de yazmaya başlar. Bazılarının eli erken kalem tutar, sonra da bırakmak istemez.

Benim konuşma ve yazma maceram biraz değişik sanırım. Çocukların ilk öğrendiği kelimelerden biri ' anne ' dir. Oysa ben ilk olarak ' anne ' yerine ' Ayten ' demişim. Ayten abla akrabalarımızdan birinin büyüttüğü bir ablaydı. Sürekli gülümseyen bir yüzü vardı. İçten gülümseyen insanları hâlâ koşulsuz severim.

Bilinçli olarak yazdığım ilk yazıyı da hatırlıyorum. İstanbul'a, amcamlara gitmiştik. Benden bir yaş büyük ağabeyim yazmayı biliyordu. Nasıl da özeniyordum yazmaya. Bütün harfleri biliyordum zaten. Amcamlarda masanın üstünde açık bırakılmış bir gazete duruyordu. Gazetenin bütün sayfasını kaplayan bir yazı gördüm. Kocaman siyah harfler vardı. Diğer yazılardan çok büyük harflerdi bunlar. Kalemi aldım ve o yazının aynısını yazdım, sonra da babama okuttum. ' Çok acı bir kayıp ' yazmışım. Ne zaman böyle bir ilân görsem, aklıma o yazdığım ilk yazı gelir.

İlkokula Nazilli'de başladım. Okulumu da, öğretmenimi de çok seviyordum. Hastalanıp okula gitmediğim günlerde aklım okulda kalıyordu. Öğretmenimiz öyle düşünceliydi ki, iyileşip okula dönen öğrencilerine defter-kalem hediye ederdi. Ben döndüğümde de kendi sandalyesine oturtmuş ve çift çizgili bir defter hediye etmişti. İlk günlüğümü de Nazilli'de tutmuştum. ' Gazozumu içtim, İlknur'la oynadım ' gibi çocukça şeyler yazdığımı hatırlıyorum.

Ortaokulda ise, kişiliğimde bıraktıkları izler hiç silinmeyecek iki öğretmenim oldu; Sevim Ercan ve Güler Özdemir. Sürekli yazıyordum. Öğretmenlerim beğendikçe daha da çok yazmaya başladım. Sınıf arkadaşım Cevriye ile buluşur, bir konu seçer ve o konu üzerine kompozisyonlar yazardık. En sevdiğim şey de, sınıfta kimsenin bilmediği kelimeleri kullanarak yazmaktı. ' Kuyruklu yıldız ' yerine ' Kehkeşan ' yazmak gibi. Büyümüştüm ya, tabii böyle kelimelerle yazacaktım.

Lisede de bir öğrenci için piyango sayılabilecek bir Edebiyat öğretmeninin öğrencisi olmuştum; Mehmet Özkaynak. Ders kitaplarında adları anılmayan şairleri, yazarları bile anlatırdı bizlere. İdealist, aydın, şiir gibi ders anlatan bir öğretmendi. Yazma hevesim kamçılanmıştı onun sayesinde. Bir de Edebiyat Kolu Başkanı olmuştum. Kim tutardı artık beni?

Liseden sınavla mezun olunurdu o yıllarda. Kompozisyon sınavında Falih Rıfkı Atay'dan Pablo Neruda'ya kadar örneklerle, şiirlerle bezenmiş bir yazı yazmıştım. O yazımla kompozisyon dalında okul birincisi olmuştum. Bu başarım da bir dönüm noktasıydı benim için.

Sürekli okuyordum. Otobüsle seyahat ederken bile bir kitabı okur, bitirirdim. Yazma macerasını başlatan da bu okumalardır sanıyorum. Doluyor ve taşıyor insan. Çocukça yazılan şiirler ve yazılar olgunlaşıp ballanıyor zamanla.

40 yıl önce yazdığım bir yazıyı okumak beni heyecanlandırıyor. Bazı arkadaşlarım kendileri için yazdığım yazıları saklamışlar. ' Öyle güzel yazmışsın ki o yaşta ' dedi bir arkadaşım, çok duygulandım.

Ve yıllar önce internetle tanıştım. Gerçekle hayal arası bir yerdi önceleri. Ne arasam bulabileceğim bir derya oldu sonradan. Başkalarının yazılarını, şiirlerini okumaya başladım. Gözlerini göremediğim insanların duygularını ellerimle tutabildiğimi farkettim
Ağlasam, sesimi duyar mısınız mısralarımda?
Gözyaşlarıma dokunabilir misiniz ellerinizle?

Diyordu ya şair? Ben başarıyordum, duyuyor ve dokunabiliyordum. Belki benim duygularımı da tutabilirler elleriyle diye düşündüm ve başladım yazmaya. Bir şiir sitesine ekledim şiirlerimi, bir de Antalya yazısı ekledim. ' Yazınızı dergimizde yayınlayabilir miyiz? ' diye bir teklif geldi yöresel bir dergiden. Seve seve kabul ettim. Ardından bazı şiirlerimi istediler. Yazdıklarımı başkalarının okumasının ne kadar güzel olduğunu gördüm böylece.

Ben, konuşkan bir insanım. Bir arkadaşım, konuşkanlıkla gevezelik arasındaki farkı anlatmış ve ' sen konuşkansın, geveze değilsin ' demişti, onun yalancısıyım bu konuda. Konuşmakla yazmak arasındaki fark ise bambaşka. Mimikler ve jestler yok yazarken. İç sesinizi duyurmak beceri istiyor. Ruhunuzdaki ışıltıyı, tuşlara basarak karşınızdaki insana taşımanız kolay değil elbette.

Bu konuda Ahmet Altan'ın bir yazısından örnek vermek istiyorum;

Ben, senin bunu okurken parmağınla yanağına dokunduğunu, gözlerini hafifçe kıstığını, saçlarını kulağının ardına attığını görmeyeceğim.

Elimin uzanamadığı yerlere kelimelerimle sokulmaya çalışmamın, kırılgan harflerden kurulmuş görünmez bir köprüden sana doğru yürürken düşmekten böylesine korkmamın, sana tek bir bakışla anlatabileceğime inandığım ve birçoğunun belki bir ismi bile olmayan birçok duygunun her birine isimler bulmaya uğraşmamın beni nasıl yaralayıp yorduğunu bilmeyeceksin.

İşte ben, tam da bu nedenle yazıyorum; sesimi duyamayan belki yüzlerce kişiye ulaşabilmemin tek yolu yazmak olduğu için. Benim de zaman zaman kırılgan, zaman zaman neşeli harflerden kurulmuş görünmez bir köprüm oluyor yazılarım. Titrek, biraz çocuksu ve daima heyecanlı olan sesimi cümlelerimle duyurmaya çalışıyorum. Ne kadar başarıyorum, bilemem.

Şimdi sıra üç kişiyi mimlemeye geldi. Bakalım onlar niye blog yazıyorlarmış, göreceğiz. İlk iki sıraya iki pırıl pırıl genci ekledim. Üçüncü sıraya da (eşimin bir anlamda meslekdaşı olduğu için) , yazılarını çok sevdiğim, ama adını bile bilmediğim bir blog arkadaşımı ekledim.

Mim listem;

1 - Eymil

2 - seringel

3 - hazandagüzeldir

 
Toplam blog
: 261
: 2212
Kayıt tarihi
: 23.07.07
 
 

1954 Antalya doğumlu ve Antalyalı'yım. Ülkemin ve özellikle bu şehrin sevdalısıyım. Sanatın pek çok ..