Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '16

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Mutlu Sanatçılar

Galiba artık gerçekten dünya değişiyor. Yani elbette her zaman böyleydi ama en azından kısa aralıklarla baktığımızda biz hep aynı tip kişileri görürdük.

Çankaya'da aydınların çağrılı olduğu toplantılarla ilgili farklı görüşler ortaya çıkmış. Kimi olumlu bakıyor, kimi kınıyor. Aslında aralarında tavır almayı demokrasi düşmanlığı olarak görenler de, laiklik yürüyüşlerine katılmış olanlar da varmış.

Yapılabileceklerin sayısının çok artmış olmasından mıdır bilinmez, artık insanlar yaptıklarıyla mutlu olmaktan çok yapamadıklarına yanma eğilimindeler. Eskiden belki çok seçenekleri yoktu, eldekileri de çoğu kez bulamıyorlardı ama bulduklarıyla mutlu olmayı biliyorlardı. Yaşamın güven veren sakinliği içinde küçük bir kıpırtı, büyük bir neşeye dönüşebiliyordu. Şimdiyse bizon sürüleri gibi caddelerde delice koşan arabaların arasında kalmış ya da içlerine sıkışmış küçük bir kedi yavrusu gibi ne yapacağını bilmez bir haldeler.

Napolyon Bonapart'ın ölümünden sonra eşyalarının arasından bazı sayfaları eksik, el yazması bir roman çıkmış. Yıllar süren çalışmaların ardından kimi müzayedeye çıkan, kimi hatıra olarak dağıtılan tüm parçalar biraraya getirilmiş. Napolyon'un 26 yaşında yazdığı "Clisson ve Eugénie" adlı roman aşık olan, sevgilisini kaybeden ve savaş alanında kahramanca ölen bir askerin dramını anlatıyormuş. Eserin ilham kaynağı Napolyon'un genç bir askerken aşık olduğu Bernardine Eugénie Desirée Clary adlı kadınmış. Kitap geçen yıl Fransızca yayınlanmış. Yakında İngilizce baskısı da çıkacakmış.

Tiyatrocular sessiz bir protesto yapacaklarmış. Bu sanata emek verenler yargının siyasallaşmasını, çağdaş eğitimin yediği darbeleri, kutuplaşmaları protesto etmek amacıyla sessiz bir yürüyüş düzenleyeceklermiş. "Laik cumhuriyet tehlikede. Seyirci kalmayın!", "Adalet! Bu hasret bizim", "Aydınlık yarınlar! Bu hasret bizim", "Düşünce özgürlüğü! Bu hasret bizim!" yazılı pankartlarla yürüyeceklermiş. Düzenleyenler arasında Engin Cezzar, Füsun Akatlı, Genco Erkal, Gülriz Sururi, Nedim Saban, Tilbe Saran ve Zuhal Olcay varmış.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu yılki teması "1980'ler" olan 12. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'nin açılış töreninde: "Darbecilere dünyanın bir başka ülkesinde katil muamelesi yapılırken ülkemizde ressam, sanatçı muamelesi yapılmasını yaşadık" demiş.

Bu sırada Türkiye İnsan Hakları Vakfı Yöneticisi ve Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Altıntaş: "Senin cumhurbaşkanın da Evren'i kabul etti" diye bağırmış. Bazı vatandaşlar: "Ertuğrul Bey kendi dönekliğine baksın", "Fethullah'a bakın" ve "Burada Mardin'de olanlar da konuşulmalıydı" diye seslenmişler.

Meral Tamer klasik müzikte İstanbul'un dünyayı kıskandıracak bir kış sezonu geçirdiğini yazmış. "Geçmiş yıllarda dünyanın ünlü orkestra şeflerini ve virtüözleri belli bir sıklıkla dinleyebilmek için kışları Londra'ya giderdik, sonra da onların Uluslararası Müzik Festivali kapsamında İstanbul'a gelecekleri haziran ayını iple çekerdik" demiş.

Bu yazı sanırım Türkiye'de yaşanan ayrışmanın kültürel yönüyle ilgili bazı ipuçları veriyor. Elbette nitelikli sanatı anlayabilmek, dinleyebilmek önemli. Ama şöyle bir gerçekçi bakınca, bunu gündemine alabilecek kesimlerin de pek sınırlı olduğu görülüyor. Geçmişte köylerle kentler arasında bir farklılıktan söz edilirdi. Daha sonra kente göçle birlikte gecekondu kültürü ve arabesk gündeme geldi. Şimdiyse, gelişmiş batılı kültür şemsiyesi dışında kalan kesimlerin yalnızca gecekondularda ve varoşlarda bulunduğunu, yoksul olduklarını söylemek artık olanaksız. Nasıl ekonomik olarak büyük sermaye dışında önemli bir güç olduğu, burada küçük işletmelerin, nüfus artışının, aile, aşiret ve cemaat bağlarının daha fazla ve etkin olması nedeniyle önemli bir aktör olarak ortaya çıktıkları görülüyorsa, kültürel açıdan da bir arayış olduğu söylenebilir. Büyük sermaye yüksek sanatla ilgilenir ve desteklerken diğerleri alternatif bir varlık göstermeye çalışıyor. Meral Tamer'in sözünü ettiği klasik
müzik karşısında dini müzik, düğün ve aşiret kültürü ürünleri bir seçenek oluşturuyor mu?

Reina'nın patronu Koçarslan ile Paragon Genel Müdürü Nilgün Dereli "elit kesim" için çıkardıkları kartları tanıtmış. Lotus Exclusive Black ve Silver kartlarına sahip olmak için sadece para yetmiyormuş. İki referans olmalıymış, cemiyetin içindeki duruş önemliymiş. Türkiye'de böyle 30 bin kişi varmış. Yıllık üyelik Silver için 150, Black için 1500 dolarmış.

Suada'ya 10 milyon dolar yatırım yaptığını, 3 yıldır zarar ettiğini belirten Koçarslan: "Yatırımını yap, sözleşmeni istediğin  şartlarda yenileyeceğiz" dediklerini, Adnan Polat'ın sözleşmeyi kuşa çevirdiğini, kongre üyelerinin % 30 indirimle yararlandığını söylemiş.

"Şeytanın Avukatı" ilan edilen ünlü hukukçu Verges: "Adalet değil, estetik kazanacak" demiş. Jacques Verges... Eski bir komünist, vefasız bir aşık, savunma hukukunun efsanevi ismiymiş...

84 yaşındaki Verges'in yaşamından kesitler... Kendi ülkesi Fransa adaletine karşı Cezayir'i,  Amerika'ya karşı Irak'ı, sömürgeciliğe karşı Afrikalı diktatörleri, faşizme (???) karşı Nazileri, sisteme karşı teröristleri, yani hükmetme gücünü elinde bulunduranları neden savunduğunu anlatıyormuş. Verges, Miloseviç, "Lyon Kasabı" olarak anılan Nazi Klans Barbe, sosyalist filozof Roger Garaudy, Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin, eski Irak Dışişleri Bakanı Tarık Aziz, ünlü silahçı Enis Nakkaş, terörist Çakal Carlos gibi isimleri savunmaktan vazgeçmiyormuş.

"Terörün Avukatı" filminin gösteriminden sonra Hukukçular Derneği'nin davetlisi olarak Türkiye'ye gelen Verges savunma tekniklerini anlatmış:

"Ceza davasının üslubunu belirleyecek olan temel ayrım, sanığın toplumsal düzen karşısındaki tavrıdır. Sanık düzeni kabul ederse, sanıkla, değerlerine saygı gösterilen yargıç arasında bir diyalog oluşur. Bu, uyum davasıdır. Sanık düzeni reddederse adli mekanizma parçalanacaktır. Bu da kopuş davasıdır."

"İçinde bulunulan çağda galip gelecek olan estetiktir, adalet değil. Zafer, dosyadaki aynı öğelere dayanarak jürideki kişilerin en çok özdeşleşeceği öyküyü anlatanın olacak..."

İlber Ortaylı: "Bizim Topkapı Sarayı'nı kargalar işgal etti" demiş. Bu yeni bir durum değilmiş, eskiden beri orada bir miktar karga varmış. Bazılarının II. Mahmut devrini gördüğü açıkmış. Kargaların iki yüzyılı aşan bir yaşam süreleri varmış. La Fontaine öykülerindeki gibi aptal değillermiş, dayanıklı ve hırsızlarmış.

Mehmet Tez, Michael Jackson'ın ölümünün onun için İkiz Kuleler'in yıkılmasıyla aynı etkiye sahip olduğunu yazmış. Madonna'nın 20. yüzyıla çoktan geçtiğini, büyüdüğünü, başka biri, yetişkin olduğunu, daha normal bir hayat sürdüğünü, yeni çağa uyum sağladığını yazmış. Farah Fawcett'in de yanlış zamanda öldüğü yorumunu yapmış. Michael Jackson'dan birkaç saat önce hayatını yitirmiş. Ölümünün ardından popüler kültür tarihinin ölümsüz ikonları arasına girecekmiş. Ama arada kaynamış gitmiş.

Farrah için ne fark ediyor? Ne kadar görkemli olursa olsun birkaç gün içinde tüm etkinlikler geride kalmayacak mıydı? Ölüm töreniyle gündemdeki varlığı biraz daha uzasa bile daha öncesinde yarattığı iz olmayacak mıydı gündemde nasıl kalıcı olacağını belirleyen? Barış Manço'nun cenaze töreni Cem Karaca'nınkinden daha büyük bir medya olayı olmuştu. Şu anda ikisi de anılarımızda kalmış birer eski şarkıcı değil mi?

Maçolar için Aşk'ın gri kapaklısı çıkmış. Erkekler yayınevi yönetmenine kitabı kaplayarak okuduklarını söylemiş. Kitabı  üzerinde taşıdıkları bir aksesuar gözüyle görenler, nasıl pembe bir kravat takmıyorsa, pembe bir kitap da taşımak istemeyenler varmış. Dünyada da pembe kapağın durumu farklı değilmiş. Pembe kapaklı kız kitapları diye bölümler varmış.

Kitabın artık satılan herhangi bir nesneden farkı kalmadığının çok açık bir itirafı mı bu? Varsa bir derinliği bile, ancak kapağın sattırdığı ölçüde anlam taşıyor. Pembe kapağın satış potansiyeli azalınca gri kapakla yeni bir ürün yaratılıyor, bir de tanıtım kampanyasıyla yeni bir tüketici grubuna ulaşılıyor. Açıkçası bu konu ekonomi bölümüne daha çok yakışıyor. Gri kitap öncesi pembe baskılar ne kadar sattı, sonrasında her biri ne kadar satacak? Kadınlar da pembenin hafifliğinden utanıp griye
dönecek mi? Gri pembeyi silecek mi? Kitap baştan gri kapaklı yayınlansa ne kadar satardı? Pembe yayınlanıp tek kalsa, gri hiç olmasa ne olurdu? Şimdi ne olacak? Kaç satacak? Bunu ben niye merak ediyorum? Bilmem. Sanırım cehaletimden. Oysa yayın dünyası uzmanları bu sorunun yanıtlarını mutlaka önceden araştırıyorlar, şimdiden çok iyi biliyorlardır. Deterjan promosyon kampanyası düzenleyenlerin bildiği gibi. Bir kriz duvarına çarpmazsa kampanyalar satışları artırır.

TV8'de Kamuran Tapul'un hazırlayıp sunduğu "Bir Yıldız Masalı" programının tekrarını izliyorum. Sanırım ilk program, konuk Yıldız Kenter. İzlerken ansiklopediye baktım, 1928 doğumluymuş. Telefonla Müşfik Kenter'e, ablası Güner Laker'e bağlandılar.Öğrencilerinden konuklar geliyor. Şu anda Uğur Yücel ve Hande Ataizi var. Eğitmen ve sanatçı yanıyla, anılarıyla oldukça etkili yansıtmış konuğunu.

Yıldız Kenter verdiği eğitimde "rahatsız olmayı" öğretiyormuş. Yaşamın çok rahat olmadığını, oyuncunun da bunu hissetmesi gerektiğini söylüyormuş. Uğur Yücel de: "Bir oyuncunun huzursuz olması gerektiğini, arayışının sonsuz olması gerektiğini, kendine sürekli yeni şeyler eklemesi gerektiğini" konservatuarda öğrendiğini söylemiş.

Sanatta neler olup bittiğini kim belirliyor?

Kuralları koyanlar mı? Yani neyin yasak, neyin serbest olacağını belirleyen yasaları yapanlar mı, bunları uygulayıp denetleyerek uymayanları cezalandıranlar mı, yayınları ve etkinlikleri destekleyen, programlayan, herhangi bir uyuşmazlıkta tüm desteğini çekiverenler mi? Yoksa içlerindeki gücü, yaratma yeteneğini, sevgiyi hep ayakta tutmaya çalışan özgür sanatçılar mı?

Sanatçılar özgürce yaratınca mı mutlu olurlar, yaptıkları beğenilip alkışlanınca mı?

Ülkenin en güçlü, en zengin, en ünlü insanlarının sevgisi ve desteği mi önemlidir; sıradan kişilerin sessiz, alçakgönüllü beğenisi mi? Hangisi daha çok sevindirir sanatçıyı? Hangisi daha çok yüceltir?

Çankaya'da toplantılara katılanlar genelde iyi zaman geçiriyor, mutlu ayrılıyorlar galiba.

Çağrılmadığı ya da gitmek istemediği için dışarıda kalanlar belki biraz buruk oluyor.

Bazıları çok üzülüyor, insanların gerçekten iyiliğini istedikleri için olup bitenlere katlanamıyorlar.

Altın kafeslerindeki mutlu sanatçılar rahatsız oluyor mu acaba?

Mehmet Arat, www.facebook.com/mehmetarat2000X

Mehmet Arat, Geçmiş yazılardan izler 1, http://blog.milliyet.com.tr/gecmis-yazilardan-izler-1/Blog/?BlogNo=358427

 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..