Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Eylül '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ne yaptığımızın farkında mıyız?

Ne yaptığımızın farkında mıyız?
 

Görsel: facebook


Bir türlü ders alamıyor insanoğlu!

Bırakın başkalarının yaşadıklarından, kendi yaşadıklarımızdan bile ders alamıyoruz.

Alınan derslerden sonuçlar çıkartmayı, bunu hayatımıza yansıtmayı ve daha huzurlu bir hayat sürmeyi kendimize yakıştıramıyor muyuz acaba?

Bir türlü ders alamıyor insanoğlu. Ders alsa savaşlar olur muydu? Aramızdaki, aptalca, ahmakça diyebileceğimiz anlamsız çekişmeler, hasetler, dedikodular, kavgalar olur muydu?

Savaşın mutlak galibi var mıdır ki? Daha az zayiat veren galip oluyor, ama sonuçta zayiat var değil mi? Ocaklar sönmüyor mu? İnsanlar ömür boyu hem bedensel hem de ruhsal sarsıntılar içinde yaşamıyor mu? Hangimiz bunu yaşamak isteriz?

Başkalarının başına gelenlerden ders almayı beceremiyoruz! Hemen yanı başınızdaki komşunun yaşadıkları, belli bir süre, ayağımızı denk almamızı sağlıyor ama ya sonra?

**

Birkaç yıl önceydi. Bir arkadaşımızın iş yerindeki odasında sohbet ediyorduk. O sırada gözümüz televizyona takıldı. Suriye’de yapılan iç savaştan söz ediyordu. Görüntüler El Cezire televizyonundan alınmıştı. Hepimizin Suriye ile iş ilişkileri olmuştu ve hepimiz Suriye üzerinde güzel şeyler düşünüyor ve üzülüyorduk.

Çalıştığım şirkette Suriyeden her yıl iki milyon dolar ciro yapıyorduk. Üstelik devlet alımıydı bu. İhale uluslararası yapılıyordu. Rakiplerimiz Çin, İran, İtalya ve Almanya olurdu. Ama biz hiç endişe etmezdik, ihale mutlaka bizim olurdu. Çünkü kurumun Satınalma müdürü bizi arar, birim fiyattan bir dolar daha düşebilir misiniz diye sorar ve yeni teklif isterdi. Teklifi yollardık ve ertesi gün ihalenin bizde kaldığının haberi gelirdi.

Aklınıza hemen rüşvet geldi değil mi? Hayır, bir kuruşluk çıkarı olmazdı ve ille de Türkiye’ den almak isterlerdi. Giderken nezaket icabı götürdüğümüz gömlek, kravat, lokum gibi hediyeleri bile büyük bir edeple, mahcubiyet içinde kabul ederler ve çok güzel ağırlarlardı. Hediye masrafımız en fazla 200-300 lira olurdu.

Ben bunu anlattığımda yüklenici arkadaşım söze girdi.

-          Suriye’de tek rakibim başka bir Türk firması olurdu, tüm işlerini Türkiye’ye vermek için uğraşırlardı. Yolda yürürken erkek ya da kadın, yakamdaki ay yıldızlı rozeti görüp, yoldan çevirir ve rozeti öperlerdi. Atatürk’ e hayranlardı…

Aramızda böyle konuşurken diğer bir arkadaşım “ben inanamıyorum bu savaşa, Suriye’ de emeklilik öncesi devlette önemli görevlerde olan adam kişisel dostumdur, telefon edip soralım” diyerek aradı, sesi yükselticiye aldı. Bir kaç çalmadan sonra cevap verdi aradığı kişi. Çok güzel Türkçe konuşuyordu. Kısa bir sohbetten sonra durumu anlattık.

-          Televizyonlarda izliyor ve üzülüyoruz. Gerçekten savaş var mı?

-          Vallahi de Billahi de savaş falan yok. Sizin Güneydoğuda arada bir olan terör gibi! Sizde savaş var diyebilir miyiz? El Cezire bu terör olaylarını görüntülüyor ve sanki savaş var gibi montajlayıp servis yapıyor. Bu bir tuzak! Burada halka zulüm yapılıyor gibi anlatıyorlar. Amaç uluslararası bir müdahale…

-          Anlıyorum…

-          Bak benim mesleğimi biliyorsun! Emekli oldum ama yine de tehlikede olmam gerekir değil mi? Ben şu an aracımı sağa çektim ve seninle konuşuyorum. Korumam falan yok, yalnızım. Eğer güvensiz bir yer olsa ben böyle gezebilir miyim?

Bakın bu konuşma, tam hatırlamıyorum ama en fazla, dört beş sene önce oldu. Sonrası malum! Dünyanın ve bizim yaptıklarımızı herkes biliyor. Suriye ne hale geldi onu da biliyoruz.

Geçenlerde sordum arkadaşıma “halen görüşüyor musun” diye. O görüşmeden sonra bir kez daha sohbet ettik, sonra hiç görüşemedik. Telefonu kapalı! Arayamıyorum, o da beni aramıyor.

Dünyanın efendileri böyle olsun istemişlerdi!

Suriye paramparça olmalıydı! Yeni kurulan Kürt devletinin Akdeniz’e bağı olmalıydı ki; petrol ticareti istedikleri gibi olsun. Tabi işin silah ve ilaç ticareti de var! Yeni bir Ortadoğu oluşturulmalı!  Suriye kantonlara bölünmeli ki; bir güç olmasın! Yeraltı ve yer üstü kaynakları sömürgecilerin olsun! Oluyor da!

Bu komşumuzun başına gelen… Haydi, buyurun ders çıkartın!

**

Gelelim kendi başımıza gelenlere:

Hepimiz derin üzüntü ve öfke içindeyiz. Hepimizin içi kan ağlıyor, bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşıyoruz. Öfkemizi dindirecek, içimizi soğutacak bir şeyler arıyoruz.

Bu terörün suçlularını arıyoruz. Bulsak lime lime edeceğiz… Aslında hepimizin bir fikri var “suçlu” için ama amacım bunu tartışmak değil… Bunu zaman tüm çıplaklığıyla ortaya çıkartacak!

Asker ve polis teröristlerle canları pahasına savaşıyor. Allah yardımcıları olsun, hepsi bizim evlatlarımız!

Belki günlük hayat içinde yan yana gelmiş olsak hiç hoşlanmayacağımız bir kişi şehit olduğunda, onun ırkı, siyasi düşüncesi, memleketi, kişisel özellikleri hiç birimizin umurunda değil. O, ne olursa olsun, bizim evladımız! Sahip çıkarız!

Güvenlik güçleri canları pahasına savaşırken içimiz titriyor, üzülüyoruz, endişeleniyoruz! Bir şeyler yapmak istiyoruz!

Durumun analizini yapacak değilim. Bu bol bol yapılıyor. Hatta öyle bir yapılıyor ki, bir taraftan da bilgi süzmeye çalışıyoruz.  Hangisi doğru? Hangisi yanlış? Amaç ne?

Can alıcı soru bu işte; amaç ne?

Herkes medyayı ve sosyal medyayı izlerken bu soruyu sık sık sormalı. Bu haberin ya da paylaşımın amacı nedir? Paylaşan kişi neye alet oluyor? İyi niyetli paylaşımlar bilinçaltımıza neleri sokuşturuyor?

Ülkemiz şu anda “ajanlar” harmanı… Her yer ajan dolu, her yer kışkırtıcı dolu! En iyi niyetli grupların içine sızıyorlar ve öfke kontrolümüzü kaybettirip anlamsız eylemler içine girmemizi sağlıyorlar!

Amaç; keskin bir ayrışma!

Kantonların, bölünmenin alt yapısı oluşturuluyor! Olan biteni, şimdilik, yorumlamayacağım ama gençlerime bir şeyler söylemek istiyorum. Herhangi bir yanıt da beklemiyorum, sadece oturup düşünün!

Sevgili gençler!

Bizim kuşağımız, benzer acıları hücrelerine kadar yaşadı! Dolaysıyla, yabana atılmayacak, deneyimlerimiz var!

 O yıllarda çok sevdiğimiz ve saygı duyduğumuz bazı insanların aslında arkadaşımız olmadığını hücrelerde, havalandırmalarda ve hatta sehpalarda anladık! Onlar ajanlardı!

Bizler sinek pisliği kadar sevmediğimiz “karşıt görüşlü” düşmanlarımızla oturup uzun tartışmalar yaptık, sohbetler ettik ve çok şaşırdık!

Evet, çok şaşırdık;çünkü fark ettik ki, biz ne kadar vatansever isek onlar da bizim kadar vatanseverdi!

-          Neden savaştık o zaman?

-          Çünkü ajanların oyuncağıydık! Egemen güçler, egemenlikleri ve zenginlikleri için, ajanlar vasıtasıyla, bizleri kullanmışlardı! Bizler aynı mahallenin, aynı sokağın vatansever gençleriydik, ama hiç tartışmadık! Konuşmadık! Konuşsak, tartışsak bile karşımızdaki asla haklı değildi. Çünkü önyargılarımız vardı! Sürekli kışkırtıldık!

Kışkırtanlar kimlerdi?

Aramıza sızmış, güven duyduğumuz satılık insanlardı! Şeref yoksunlarıydı! Bir kısım gençler hücrelerde, avlularda sehpalarda hayatlarının en güzel yıllarını kaçırdığında onlar “malı götürüyorlardı.”

Onlar sonraları büyük(!) adamlar oldular! Bir sürü büyük adam(!) o yılların şeref yoksunlarıdır! Biliriz onları, bir şey diyemeyiz. Kanıt yoktur!

Sevgili gençler; ister ülkücü olun, ister osmanlıcı olun, ister sosyalist olun. Ne olursanız olun, ama ne olur dikkatli olun!

 Sizi kullanmak isteyen şeref yoksunlarını sezinleyin.  Sizi gaza getirerek yönlendirenleri gördüğünüzde bir adım geri durup, hareketlerini izleyin! O kişi kendini gaza getirmiş bir kişi mi yoksa sizi gaza getirmek isteyen bir kişi mi?

Yakıp yıkarak vatanseverlik olmaz! Adam döverek, siyasi parti şubelerini basarak vatan kurtulmaz!

O taktirde kamu mallarını yakıp yıkanlardan, otobüslere molotof atanlardan, sokaktaki sıradan insanların canına kasteden, kalleş tuzaklar kuran korkaklar sürüsünden ne farkınız kalır?

Bu günkü bu çatışma sağ-sol çatışması değildir!

Medyada terör örgütü için “Marksist, Leninist” algısı oluşturuluyor. Gençler şunu bilin ki; ırk üzerine politika(!) yapan ve silahlı gücünü halka karşı acımasızca kullanan hiç kimse solcu olamaz!

O marabalardan biriyle oturup konuşsanız “neci olduğunu” bilmez.

 Bilmesi için ciltler dolusu kitap okuması gerekir. Sadece “Das Kapital” okumak ve anlamak yıllar alır! Onlar egemen güçlerin ve faşizmin bez kuklalarıdır! Uyuşturucu tacirlerinin, silah tüccarlarının, petrol kaçakçılarının yani kara paranın askerleridir ama farkında değillerdir!

Gençler,siyasi düşünceniz ne olursa olsun düşüncelerinizin temellerini ve kültürünü doğru oluşturun. Kul-la-nıl-ma-yın! Üzülürsünüz ve bizleri de üzersiniz! Bizim kuşak bu bölünmeye, bu çatırdamaya ve sizleri kaybetmeye dayanamaz artık!

Son olarak bizim kuşağımız tarihin yazdığı en büyük devrimciyi, en büyük dehayı gözden kaçırdı ve yıllar sonra onu anlayıp sahip çıkmaya çalıştı. Ama sanki biraz gecikmiştik! Olsun, yeniden sahip çıkarız!

Kim ki bu deha? Kim ki bu büyük devrimci?

O deha yüzlerce yıl sonra bu topraklarda Türk adını taşıyan devleti kuran kişi;

Mustafa Kemal Atatürk!

Nutuk okumak ve anlamak üzere sizleri bekliyor!

Blog resmindeki yazıyı iyi okuyun, aklınıza kazıyın!

Ve unutmayın; yurtta sulh, cihanda sulh!

Bu blog Milliyet.com.tr sitesinden 246 kez görüntülenmiştir

 
Toplam blog
: 90
: 2099
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Yaşayacağım yıllar yaşadıklarımdan daha az... Öyleyse "adam gibi yaşamalı" diye düşünüyorum. Kola..