Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '09

 
Kategori
Haber
 

Obruk felaketi

Obruk felaketi
 

Aşırı su kullanımı, Konya'da kendisini gösterdi. Sırada neresi var?


Konyada yaşanan OBRUK FELAKETİ üzerine bundan dört yıl önce Trakya için yaptığım uyarıyı tekrar hatırlatmakta yarar var.

O günlerde, "Deprem gibi bir jeofizik müdahale olmadan da üzerinde taşıdığı toprak kitlesinin ağırlığına dayanamayan mağaralar çökebilir. Bir köyü yada fabrikayı yutabilecek kraterler oluşabilir." diye yazmıştım.

Bu cümleleri okuyunca "DELİ SAÇMASI" diyerek yorum yapanlar şimdi neredeler?

İşte o zaman, bunları yazmıştım:

Son 30 yılda hızlanarak yaşanan göçler ile Türk ekonomisinin lokomotifi durumuna gelen Trakya bu öncülüğünü; tarım arazileri ve zaten kıt olan tabi varlıklarına zarar vererek devam ettiriyor.

Sanayicilerimiz, sahip oldukları işletmelerin hayat bulduğu bu topraklara borcunu Ergene nehrini kirleterek ve Trakya havzasında bulunan tarım arazilerini kullanılamaz hale getirerek ödüyor.

Para hırsı ile dolu bazı işletme sahipleri, birkaç kuruş daha fazla kar edebilmek uğruna icraatlarını iyice genişletmişler. Yasa ile düzenlenmiş ve kurmak zorunda oldukları arıtma tesislerini üretim maliyetlerine birer yük gibi görüyorlar. Hatta arıtma tesisi kurmadan çalışanlar bile var. Nereden tasarruf(!) yapacaklarını şaşıran idareciler patronlarının milyonlarca YTL para harcayıp kurduğu arıtma tesislerinin işletme maliyetini düşürmek için kontrolle görevli memurların çalışmadığı saatlerde sistemi bypass yapıyor. Gece karanlığından yararlanan işletmeler endüstriyel atıklarını, boya ve kimyasallar ile yüklü sularını nehirlere ve derelere veriyorlar.

Sadece Tekstil ve deri sektörünün ana proses malzemeleri Deterjan, Kostik, kuvvetli asitler, tuz çözeltileri, ağır metallerin iyonları ve yüzlerce çeşit kimyasal malzeme. Tekstil terbiyesinde kullanılan binlerce metreküp kirletilmiş su ile birlikte akarsulara veriliyor.

Bu iki sektörün bölgemizi tercih etmelerinde en önemli sebeplerin başında gelen nokta su. Yani bütün iş suyun çevresinde dönüyor. Su olmadığında iş bitecek, fabrikaların çoğu da bu bölgeyi terkedecek. Tıpkı yaşam gibi.

Tamam! Tekstil sektörüne kısıldık kaldık. En azından verdiğiniz zararı azaltmaya çalışın. Tekstil sektörü dördüncü jenerasyon üretim sistemleri yerine hala ikinci jenerasyon (konvansiyonel) üretim sistemlerini kullanmaya devam ettiği müddetçe bu sorundan kurtulamayacak. Yeni jenerasyon makinalarla arıtılan su çok defa kullanılabiliyor.

Çözüm: Fabrikaları kapatmak mı? Tabi ki değil. Ama gelirlerini düzgün değerlendiremeyen işletme yönetimleri karlarından belirli bir kısmı işletme modernizasyonuna ayırmadıkları sürece, ucuz ve hantal üretim sistemlerini satın almaktan vazgeçmedikleri sürece, çözüm yok.

İşletmeler ihtiyaç duydukları suyun tümünü yer altındaki su kaynaklarından karşılıyorlar. Bu kullanım binlerce irili ufaklı kuyudan çekilen milyonlarca ton suyun pompalar kullanılarak yer yüzüne çıkarılması demek. Çekilen suyun miktarı bu kadar büyük olunca oluşan boşlukları tahmin etmek hiç de zor değil. Yer altı nehirleri ve gölleri boşaldığında üstlerinde bulunan yer kabuğunun ağırlığını dengeleme şansları da kalmıyor. Olası bir deprem durumunda hasarın çok daha yüksek olması ihtimalini ortaya çıkarıyor. Bu durum şu sıralar yeni yeni İstanbul’da gündeme taşınmaya başlayacak konulardan biri. İstanbul gibi deniz seviyesine yakın bir jeolojik planda dahi önem taşıdığı düşünülüyor ve üzerine gidiliyor.

Halbuki Ergene bölgesinde sorunun boyutları çok daha geniş ve inanılmaz sonuçlar doğurabilir. Bölgemiz deniz seviyesinden 300m. ile 500m. değişen yüksekliklerde jeolojik planlara sahip. Çok daha derin ve yüksek kapasitelere sahip yer altı yapıları mevcut.

* Şuursuzca yapılan su tüketimi, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir felaketin fitilini ateşleyebilir.

* Deprem gibi bir jeofizik müdahale olmadan da üzerinde taşıdığı toprak kitlesinin ağırlığına dayanamayan mağaralar çökebilir.

* Bir köyü yada fabrikayı yutabilecek kraterler oluşabilir.

* En azından oluşabilecek oturuşmalar sırasında lokal etkileri büyük olan küçük depremcikler meydana gelebilir.


Yorumlar karşısında: “Literatüre geçmiş böyle bir olay yaşanmadı.” Diyebilen “bilim adamları” her an bir ilk ile karşılaşmanın buruk mutluluğunu da yaşayabilirler. (Depremle ilgili ekibimizce hazırlanan bir dosya da yakında bu sitede yayınlanacak)

Tekstilde en önemli üretim unsurlarında biri, "FLOTE". Birim ürün yapmak için kullanılacak su miktarını tarif eden bu terim, maliyet üzerinde etkili bir faktör. Bunun kontrolünü yasal düzenlemeler ile yapmak gerekir. Çok su tüketen makinelerin ithalatını engelleyerek ve üretimine izin vermeyerek bunu sınırlandırabilir. Burada top, Sanayi Bakanlığında ve Dış Ticaret Müsteşarlığında. Bir an önce tekstil makinelerini standarda sokan bu yasalar çıkarılmalı.

Artan rekabet şartlarını, Uzak Doğunun ucuz iş gücünü ve girdilerin yüksek fiyatlarını her fırsatta dile getirmekten çekinmeyen işletme sahipleri mahvettikleri VATAN TOPRAKLARININ hesabının sorulmayacağının garantisini almışçasına duyarsızlar.

* Yapılan, bu topraklara ihanettir.

* Başka hiç bir izahı yok.


Ekonominin dinamik aktörleri, "Ülkeye döviz getiriyoruz.", "Milli gücümüzün uluslarası pazardaki gücü", "Türkiye’nin lokomotif sektörü" gibi ucuz safsatalar ile yıllarca toplumu kandırdılar. Sonuç olarak gördük ki; “hepsi yalan”.

Gerçek anlamda kar-zarar analizi yapmadan kaybettiklerimizi göz ardı ederek, sadece ceplerinin hesabını tutan ve bir dolandırıcı edası ile kurgulanmış düzenek, tabii varlıklarımızın kişisel çıkar kanalları haline getirilerek, ihracından başka bir şey değilmiş.Kendi topraklarını mahvederek bunları başaracağını zanneden bir zihniyete başka ne denebilir ki.

Bölgemizde faaliyette bulunan irili ufaklı binlerce işletmede istihdam edilen personel, beraber yaşadıkları yakınları ve aileleri ile beraber sayıları neredeyse milyona yaklaşan nüfus da bu kirlilikten nasibini alıyor. Resmi raporların doğruluğundan şüpheliyseniz çevrenizde mutlaka ki fabrikalarda çalışan birileri vardır, onlara sorun. Çok kısa bir araştırmayla size arıtma tesislerinde neler yapıldığını mutlaka söyleyeceklerdir. Neler, neler duyduğumuzu tahmin bile edemezsiniz. Biz ispatlayamayacağımız duyumlarımızdan hiç bahsetmemeyi tercih ediyoruz. (Ama duyduklarımız arasında en komiği Çevre Müdürlüğüne verilecek numune suyu damacana ile satılan sulardan dolduran biriydi. Su kirli çıkınca patron içme suyu aldıkları şirketi değiştirmiş.)

İl Çevre Müdürlüklerinin kestiği 3-5 bin YTL lik cezaların caydırıcı olup olmadığını Arıtma Tesisinin 1 günlük maliyetiyle kıyaslamak istemiyoruz. Yani ayda bir ceza yesek arıtmayı çalıştırmaktan daha az maliyetli diye düşünen "tatlı su kurnazı" tüccar sanayicileri tanımazdan geliyoruz.

Derelerimizden akan suyun bu halde olması sadece bir başlangıç. Tedbir alınmaz da sorun bu hızda zarar vermeye devam ederse, ya sonrası. Elimizi yüzümüzü yıkamak, banyo yapmak için ne kullanacağız? Sebze ve meyveler bu sular ile sulanıyor. Çorlu Belediye Başkanı Hürriyet Gazetesine verdiği bir demeçte yediğimiz pirinçte; sulamadan kaynaklanan kirlilikten bahsediyor.

Aslı SÖZBİLİR, Çorlu Belediye Başkanı Altan ERSİN'in bu çevre felaketi ile ilgili yakarışlarını 2 Eylül 2006 tarihinde Hürriyet Gazetesinde haber yapmış. Haberde Altan ERSİN; Trakya bölgesinde Ergene nehri ve havzasında yaşanan felaketin boyutlarını birer ikişer sıralıyor. Bir sonraki gün yine Hürriyet gazetesinde, Ebru DOĞAN (DHA), Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin görüşlerini yansıtmış. Haberde; Ergene'de yaşanan çevre felaketinin önlenmesi ile ilgili olarak tekstil fabrikalarının üzerine gidileceğini belirtiyor.

Çevre Müdürlüğüne bağlı kaç ekip arabası var? Tekirdağ'dan Çorlu'ya gelmeleri en az 1 saat, dönmeleri bir saat, bu arada hangi fabrikayı, hangi dereyi kontrol edecekler. Bu iş daha lokal olarak yapılmalı. Sabah geçerken arıtma çıkışından numune alan ekip öğlene kadar raporu yazsa akşama kadar cezayı yazar sorun varsa. İlden buraya sabahın erken saatinde gelemezler bile. Numune alan ekipler numuneleri kendileri arıtmadan değil arıtılan suyun dereye verildiği noktadan özellikle sabahın çok erken saatlerinde almalılar. Keşke Sayın Altan Ersin derenin önünde resim çektireceğine bunları söyleseydi haberde.

Sayın Osman Pepe de deseydi ki: "vatandaş denetlesin." Resmi kuruma müracaat eden kişiyle beraber (mesela devriye polisi) "vatandaşın söyleyeceği saatte" gidip numune alsın. O numunenin durumuna göre gerekirse fabrikaya "üretimi duraklatma cezası" verelim.

Olacak mıydı bunlar?

Olabilecek miydi?

...

Murat SEVGİ

15 | EYLÜL | 2006 / ÇORLU

Not 1: Aradan yıllar geçiyor, aynı hamam, aynı tas!

Not 2: Yazıda adı geçen politikacılar tarih oldu. Ama tarih "silinmeyen", "silinemeyen" mutlaki bir kader olarak sonsuza ve sonsuzdan sonraya, yok olmadan duracak tek değer!

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..