Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '08

 
Kategori
İnançlar
 

Osmanlı devletinin laik olduğu söylenebilir mi?

Son zamanlarda, Siyasal İslam'ın önde gelen politikacıları ve kalemşorları(*) , büyük kesimi ile laik yaşamı benimsemiş insanımızın sempatisini toplamak için, önceki katı ve bağlayıcı söylemlerinden yüzseksen derece dönüş yaparak, sürekli karşı oldukları "laikliği" savunur duruma geçmişlerdir. O kadar ki, düşledikleri siyasal ve toplumsal düzen için örnek aldıkları Osmanlı Devleti'nin "din ve vicdan özgürlüğü"ne önem verdiğini, bütün dinlere hoşgörü ile baktığını ileri sürerek, neredeyse Osmanlı'nın laik olduğunu söylemek durumuna gelmişlerdir.

Bu düşünce ilk anda doğru gibi görünürse de, aslında yanlış ve aldatıcıdır. Evet, Osmanlı Devleti ülkesinde, devletin egemenliğini kabul etmiş diğer dinlere mensup insanlar, dinlerinin gereği olan inançlarını uygulamada tam anlamıyla özgür bırakılmışlardır. Devlete zarar vermedikleri sürece onlara hiç karışılmamaıştır.

Ancak bu durum, "laiklik" kavramının ve anlamının içini tıka basa dolduran bir uygulama değildir. Laikliği salt bu uygulama ile eşanlamlı tutmak ya da "laikliği" salt bu uygulamaya indirgemek son derece yanlıştır. Elbette ki, Osmanlı'nın diğer dinlere karşı gösterdiği bu hoşgörü, "laiklik" kapsamı içinde yer bulur; ama yalnızca bu hoşgörüsünden dolayı Osmanlı'nın laik olduğunu söylemek mümkün değildir.

Devletin bir dini tutması fakat buna karşılık diğer dinlere de özgürlük tanıması laiklik değildir. Osmanlı Devleti, diğer dinlere uygulamada özgürlük tanımıştır ama yanlısı olduğu İslam dinini "devletin dini" olarak kabul etmiş; İslam
dinini devlet yönetimine temel yapmış ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında yanlısı olduğu dinin kurallarını egemen kılmıştır.

Öte yandan, diğer dinlere hoşgörü ve özgürlük tanıyan Osmanlı, devlet dini olarak gördüğü İslam dinini yaşayan
kendi insanlarına aynı hoşgörüyü ve özgürlüğü tanımamıştır. Müslümanlar din kalıplarına sıkı sıkıya uymak
zorundaydılar. Müslümanlıkta "ruhban" sınıfı ya da mesleği olmadığı halde "ulema" adı verilen "sarıklı din bilginleri", Batı'daki ruhbanların yerini tutmuşlar ve toplumu istedikleri gibi yönlendirmişlerdir.

Osmanlı kabinesinde sadrazamdan sonra gelen şeyhülislamlar da, din işlerine bakmakla birlikte dünya işlerine de din bakımından karışmışlar ve Halife sanıyla dinsel yönden güçlenmiş olan padişah adına, tebaanın din buyruklarına uyup uymadıklarını denetlemişlerdir.

Laiklik, tam bir inanç özgürlüğü ortamında, din işlerini devlet işlerinden ayırmak, sosyal yaşamda dinin gereklerini bireylerin kişisel davranışları içinde bırakmak, devlet ve birey arasındaki toplumsal ilişkilerde dini kurallardan soyutlanmış hukuk kurallarını uygulamaktır. Vicdan işi olan din, kendi kalıplarını devletin ve bireyin üzerine geçirince toplumsal gelişme de mümkün olmamaktadır. Birey de, içine kapandığı dar kalıpları aşamadığından çağdaşlığa da yabancı kalmaktadır.

Bu yüzden, Osmanlı, "din ve vicdan özgürlüğü"nün aklın ve bilimin gerekleriyle sentez ederek, insanını hür düşünce ve yaşama özgürlüğüne kavuşturamamıştır ya da böyle olmasını istememiştir. Toplumsal gelişmeyi sağlayıcı her çeşit yenilik, Osmanlı tarafından "dine uygunluk" ölçüsünde ele alınmıştır. Bu nedenle de Türk toplumu, çağdaşlığın hep gerisinde kalmıştır. Birey ve toplum, bağımsız düşünce aşamasına geçemediğinden, içinde bulunduğu durumu kabullanarak, daha iyi bir yaşam özlemini duymamıştır.

Son söz: Bir toplumda bireylerin "din ve vicdan özgürlüğü"nü sorunsuz yaşamaları ve devletin diğer dinlerin mensuplarına "inanç ve ibadetlerini" özgürce yapmalarına olanak tanıması, o devletin ve toplumun laik olduğunu göstermez.

____________________

(*) Kalemşor : Yazıları ile sürekli olarak başkalarına saldıran yazar.


cdenizkent

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..