Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Özgüven ve ukalalık arasındaki tehlikeli sınır!..

Özgüven ve ukalalık arasındaki tehlikeli sınır!..
 

Son günlerde Tuğba Ekinci, gazete sayfalarında çok sık çarpınca gözüme, hatta Hıncal Uluç, Tuna Kiremitçi, vs gibi pek çok yazar kendisinin ''Büyük özgüveninden etkilenen'' yazılar yazınca. . Bendeniz de MB nin değerli bir yazarı olaraktan konuya parmak basmadan edemedim tabii ki.

Bana göre ortada bir kavram kargaşası hüküm sürmekte olduğundan, bu konudaki fikirlerimi paylaşmak ve kafamdaki soruları sessiz sessiz sormak yerine, yazılı olarak dile getirmek de daha faydalı olacak sanırım.

Neyse. .

Abartmaya gerek yok belki ama gerçekten de ortadaki yanlışlığa kendimce el atmak zorunda hissettim kendimi ve düşündüklerimi ortaya koymaya karar verdim. Çünkü o kadar çok yazılıp çizildi ve bana göre atrık doğrular ve yanlışlar, alkışlanacak ve kınanacak tavırlar öylesine birbirine karıştı ki; galiba bazı kavramlar ve tanımlarını daha dikkatli öğrenmeliyiz diye düşündüm. Çünkü gazeteleri okudukça hayretler içinde kalmaktan kendimi alakoyamıyorum maalesef.

Bu düşündüklerimi paylaşmasına noktasına gelinceye değin pek çok değerlendirme çarptı gözüme ve basında çıkan tüm yazıları buraya nakletmem mümkün değil elbette. Ancak beni en çok şaşırtan yazılarından biri olması nedeniyle (ki Tuna Kiremitçi'nin de 1. Şubat. 2007 tarihli yazısı da aşağı yukarı aynı duyguları hissettirince bugün) Hıncal Uluç’un yazısından bir bölüm koymadan da edemedim.

Bakalım üstat bana düşündüklerimi düşündürten yazısında neler demiş?

‘’Bana bir haller oldu. Geçen hafta ikinci kez televizyon başına geçtim. Pazar gecesi dinlenme kararı aldım, evden çıkmadım. . Bütün gazeteler, dergiler bitti. . Kafam da iyice yorulmuş, dört saattir falan okuyorum. "Televizyon" dedim içimden. . Vakit yatmak için erken ya. .
Dokundum. . Buzda Dans Yarışması. . Ünlü yarışmacılar, profesyonel patencilerle eşleşmiş, kayıyorlar. . Tuğba Ekinci çıktı karşıma. . İlk defa görüyorum, adını çok duyduğum halde. . Bir de bütün yaz, bizim Besim'in Tıpa Tıp şovundaki "O şimdi asker" taklidine kahkahalarla gülmüşüm. . Biraz ordan, çokça da son haftalarda medyadan izlediğim kadarı ile kafamda çizilmiş bir prototip var. Güzel popolu, ama kıt zekâlı bir komedi ve magazin malzemesi.
Şaşkınlıklar içinde izledim kızı. . Muhteşem!. .
Nasıl bir zekâ? . . Nasıl bir kendine güven? .
Başkası olsa ağlar, öyle yükleniyor, hatta hakaret ediyorlar kıza, tarafsız olması gereken sunucu Behzat dahil. . Nasıl başı havada dimdik? . . Nasıl tepeden bakıyor ve tepeden konuşuyor? . Ezemediler. . Tam tersine, o hepsini ezdi. .
Medya cadısı o Ayşe Arman sus pus. . Ayşe için "Ya göründüğü gibi olsun ya olduğu gibi görünsün" diyen Sema Çelebi perişan. . Arkasından konuştuğu Ayşe'nin yüzüne konuşamıyor, Tuğba fena halde sıkıştırdığı halde. . Bir de şirin şarkı söyledi, "Birinizi yakarım" nakaratlı. . "Bilin bakalım hanginizi" dedi, jüriye giderken. . Hepsini yaktı oysa. .
Tuğba'yı hafife alanlar fena halde yanar, iyi bilesiniz. . Bu bir. . Bu kız, jürinin gadrine uğrar da elenirse, o programda izlenmeye değer pek bir şey kalmaz. . Bu da iki. .
Ben kıza bayıldım. . Hayran oldum. . ’’

Şimdiiiiii…

Ben burada bahsedeceğim konuyu daha önce de ‘’Çiğ insan ve çiğ sebze arasındaki farklar’’ başlıklı yazımda, ironik bir şekilde ele almaya çalışmıştım zaten! Çiğ insanların nasıl rahatsızlıklar ve tahribatlar yaratabileceğini açıklamaya gayret etmiştim. Fakat kaç kişiye ulaşabilirdim ki? Büyük yazarlar gibi dağılamıyorum bir anda bütün yurdum insanın evlerine, ofislerine ve hatta sokaklara! Ama onlar yayılıyorlar! Okunuyorlar! Tanınıyor ve ciddiye alınıyorlar!

Dolayısıyla da bu onları daha dikkatli olmaya teşvik etmek zorunda!

İşte bu yüzden bilmek zorundalar! İşte bu yüzden senden, benden, ondan ve pek çoklarından daha fazla hakim olmak zorundalar detaylara!

İşte bu yüzden insanlar, fikirlerini ve deneyimlerini paylaştıkları köşelerinden binlere-on binlere hitap ediyorlarsa, maalesef bu tarz kavram hatalarına düşmek gibi bir lükse sahip değiller! Olmamalıdırlar da!

Ben de şimdi sevgili Hıncal Uluç’un ve Tuna Kiremitçi'nin, kendi köşelerinde Tuğba Ekinci ile ilgili yazdıklarını bu yüzden umursadım!

Çünkü yazılanları hatalı buluyorum! Çünkü tarif edilmeye çalışılan ve bir meziyetmiş gibi değerlendirilen tutumun aslında bir yanlış olduğunu ve alkışlamak yerine, birilerinin bu insana hatalı olduğunu farkettirebilmesini diliyorum. .

Sakın yanlış anlaşılmasın, ben burada kimseye ‘’Neden benim düşündüğüm gibi düşünmüyorsun? ’’ demek ve bunun için eleştirmek istemiyorum. Hıncal Uluç ‘’kendisine göre’’ olanını yazmış elbette. .

O zaman müsaadenizle ben de ‘’Bana göre’’ olanını paylaşmak istiyorum! Kimse kimseyi fikirleriyle zapt-ı rapt altına almaya falan kalkışmıyor neticede, hatta asla da kalkışmamalı değil mi? !.

Hiç kimse karşısındakinin fikrini illa onaylamak zorunda değil!

Benim derdim de zaten bu konuda yazılanların benim fikrime uymaması sorunu değil! Bana göre ortada korkunç bir yanılgı olması, (bana göre) ve davranış biçimlerine göre ortada var olan ''Kavramsal tanım kaymaları''. .

Hiç kimse diğerinin fikrini yüzde yüz benimsemek veya kabullenmek zorunda olmadığı gibi, beğenmediklerine tepkiyle yaklaşmak zorunda da değil! O beğenir, sen beğenmezsin!. . Ya da sen çok seversin ama o rahatsız olur!. . Bu kadar basit!

Bunlar TERCİH'ler. Ama ya tercih olmayanlar? !! Ya gerçekler? !! Ya kavramlar? !! Onlar ne olacak peki? !!

Şimdi bu konuyu şöyle açıklamaya çalışayım.

Burada (bana ve herkese göre) Hıncal Uluç’un birisini çok beğenmesi, onun karakterinden etkilenmesi ve buna alkış tutması bir tercihtir. Buna kimsenin diyecek bir şeyi yok! Ama bu tercihini herkesle, aleni bir şekilde paylaşırken bir kavram karmaşasına düşmesi, aslında rahatsızlık uyandıran bir durumu ''Doğru ve güzel olan'' diye tanımlaması yanlıştır (yine bana göre)!

Çünkü (bana ve herkese göre) kavramlar bellidir zaten, tanımlıdır! Hangi sınırlarda kaldığında, hangi kavramın ne olduğu, nasıl tanımlanacağı önceden bellidir yani!

Hangi kavramlardan ve hangi yanlıştan mı bahsediyorum?

Hay hay! Açıklayayım hemen!

Yukarda Hıncal Uluç’un KENDİNE GÜVEN(özgüven) diye bahsettiği ama (bana göre ve herkese göre) tastamam UKALALIK olan kavramlardan bahsediyorum.

Bu iki kavram arasındaki bıçak sırtı çizgiden bahsediyorum!

Birbirine bu kadar yakın duran, gözle görülemeyecek, incecik bir sınırla ayrılmış bulunan bu komşu kavramların birinin güzel (kabul gören, tercih edilen), diğerinin ise çirkin (rahatsızlık yaratan) durumlarından bahsediyorum!

ÖZGÜVEN sahibi olmak ve her konuda kendine güvenmek çok güzel bir vasıftır. Böyle olabilmek de insanları dışarıdaki çevresel etkenlerden ve kendine ait olmayanı taşımak zorunda kalmaktan korur, hatta kurtarır! Özgüven sahibi insan kimse gibi değildir ve olmak zorunda da değildir! Kendi gibidir! Kendi fikirleri ve beklentileri vardır! Ve kimsenin farklı düşünüyor olması yaralamaz onu! Aldığı eleştiriler ve övgüler değiştirmez! Ancak besler!

Ama bu besleme işinin dozu biraz kaçarsa işte? !! İşte bir noktada insanın kendi egosu şişmeye başlayıp da, ÖZGÜVEN KAVRAMI APSE YAPIP, BU APSENİN İÇİ KENDİNE HAYRANLIK VE DİĞER İNSANLARI KÜÇÜK GÖRME, KALE ALMAMA İLTİHABI İLE DOLARSA o zaman sakat! İşte o sınırdan sonra artık özgüven sahibi falan değil, ukala ve sevimsiz bir insanın teki olup çıkmışsınız demektir!

Bir adım geride dünya şekeri, sevilen, takdir görmeyi hak eden (ÖZGÜVENLİ) bir insan iken, bir adım ötesinde çirkin, itici ve karşısındakinde rahatsızlık duyguları uyandıran, hatta öfke dalgalanmalarına yok açabilecek DENSİZ biri olup çıkmışsınızdır işte!

İnsanları artık önemsemiyorsunuzdur!

En tepede siz varsınızdır ve herkese tepeden bakarsınız! Aşağılarsınız! Kendinizden başka kimseyi kale almazsınız! Yani K. ÇINIZA TAKMAZSINIZ! Ama bu düpedüz densizliktir işte!

Oysa densizlik bir erdem değildir! Hem tek başına bir fert iken, hem de bir toplumun parçası olan bir insan iken son derece tehlikeli ve yaralayıcı olabilecek bir eksikliktir! Bir zaaftır! Çirkinliktir!

Densizlik ukalalıktan beslenir! Ancak ukala olanlar, karşılarındakinin ne düşündüğünü k. çna takmadan, o topluma dönüp de ‘’Siz ne derseniz deyin, umrumda değilsiniz! Hatta hiç bir şey değilsiniz! Zerre kadar da k. çıma takmam sizi!’’ diyerek, kendisine bir şeyler sormaya ve anlatmaya çalışanlara BÜTÜN DENSİZLİĞİYLE dönüp K. ÇINI SALLAYABİLİR!!!

Ama bunu yaptıran şey maalesef özgüven kavramı değil, KÜÇÜCÜK BİR SINIR İHLALİYLE UKALALIK SAFLARINA GEÇMİŞ OLMAKTIR!

Ve birileri bir şekilde ortadaki sınırı aşıyorsa eğer, karşılarında koskocaman bir ‘’Hoop karrrdeşimm! Buraya kadar! Öde bakalım cezanı şimdi!’’ gibi bir tepkiyle karşı karşıya kalacaklarını da bilmek zorundadırlar!

Hem sosyal olarak, hem de hukuki olarak bu böyledir! Hem de dünyanın neresinde olursanız olun, fark etmez! Bu her zaman böyledir! Sınır ihlallerinin arkasında hep cezai müeyyideleri vardır! Bu ister somut isterse de soyut bir sınır olsun farketmez! Sınır sınırdır ve iki durumu veya iki nesneyi birbirinden ayıran çizgidir! Tıpkı ÖZGÜVEN VE UKALALIK ARASINDAKİ SOYUT ÇİZGİ GİBİ! Sınırların aşılması tehlike getirir ve sınırlar da bunun için vardır işte! Alkollü araba kullanma sınırı, yolda otoyla hız yapma sınırı, benim güvenliğimi ihlal sınırı ve soyut bir şekilde beni rahatsız etme, aşağılama sınırı ve diğerleri gibi! Sınır ihlallerinin cezaları vardır, ödülleri yoktur ve olmamalıdır da!

Dolayısıyla da Hıncal Uluç’un aslında ceza gerektiren bir konuda birini ödüllendirmeye kalkışması, bana işte tüm bunları düşündürttü.

Ben burada yazarların sosyal sorumluklarından bahsetmeye çalışıyorum sadece! Ne Hıncal Uluç’a, ne de kendimden başkalarına, üstelik de tüm hoşgörüsüzlüğümle ‘’Arkadaşım utanmıyor musun? Sen nasıl böyle düşünebilirsin? !! Buyur! Benim gibi düşün!’’ demek gibi bir niyetim yok ve böyle bir haddim de olamaz zaten!

Değil sadece benim, hiç kimsenin olmamalı!. .


Tabii ki herkes her konuda istediğini düşünebilmeli! Tabii ki karşımızdakiler, karşınızdakiler ve senin karşındakiler olayları ve kişileri dilediği gibi yorumlama özgürlüğüne sahip olmamalılardır!

Ancak iş, kendi pencerenden, hem de ciddiye alınmayı bekler bir tavırla, kendi düşüncelerini ortaya koyma, paylaşma ve reaksiyon alma aşamasına gelirse? ? Yani sen-ben bir yazarsak? ? Yani birer gazeteci yazarsak?

İşte o noktada herkeslerden biraz daha fazla sorumluluk sahibi olmak ve neyin ne olduğunu anlamak zorundayız gibi geliyor bana!

Bunu yapmazsak eğer, yeteri kadar takip etmeyip, neyin ne olduğunu anlamadan da yazmaya kalkışırsak, işte sanırım o zaman ortada (kendimizle ilgili) özgüven ihlali sonucu oluşmuş bir ukalalık var gibi algılar herkesler!

Yani ‘’Arkadaşlar, siz istediğiniz kadar görün, izleyin, dinleyin, fark etmez! Bakınız ben sadece bir kere gördüm ve bir bilen olarak kimin ne olduğunu anladım! Ahan da durum budur! Bundan ötesi de fostur! Okuyun da bilgilenin! Yazık size bu kadar zaman harcamışsınız!’’ gibi bir rahatsızlık yaratırız bizi okuyanlarda; ki ben bunu hissettim açıkçası. .

Her şey bizim penceremizden göründüğü gibi olmayabilir pekala!

Değil de zaten!

Dolayısıyla ben yine naçizane birkaç cümle sıralamak istiyorum.

Kimseler yanlış anlamasın ama (Özellikle Hıncal bey tanımadığını söylediği için ısrrala üzerinde durmaktayım), bana kalırsa kendisinin bir kere izleyip de hakkında yazılar yazdığı, methiyeler sıraladığı kişide tespit ettiği şey ÖZGÜVEN FALAN DEĞİL! Tamı tamına UKALALIK! Hatta ukalalıkla fazlasıyla beslenmiş (hep aynı gıdayla, tek yönlü beslenme sonucu ortaya çıkmış) bir DENSİZLİK rahatsızlığı!

Sakın şimdi bu çıkışı yaptım diye benim de ukala olduğum yanılgısına falan düşmesin kimse, değilim çünkü! Haşa! Her zaman haddimi de bilmeye çalıştım ve çalışacağım! (Bu konuda da her ne kadar sürç-i lisan ettiysek affola). .

Ama demem o ki; ben ukala olmayıp, haddimi bilmeye de devam edeceğim. Kendi fikrimin zeminini sağlam tutacak ama bu arada karşımdaki fikirleri ve eylemleri de kale almayı da sürdüreceğim! Çünkü biliyorum ki ancak değer verirsem değer görürüm, ciddiye alırsam ciddiye alınırım!

Ama bütün densizliğimle özgüven(!) sahibi birilerinin yaptığı gibi millete (hem de onlar bana konuşurlarken) dönüp de k. çımı sallarsam olmaz! İşte o zaman benim k. çımı salladıklarım da beni ciddiye almazlar!

Bilmiyorum haksız mıyım a dostlar? !!

 
Toplam blog
: 117
: 2206
Kayıt tarihi
: 22.06.06
 
 

1969 İstanbul'unda açmışım gözlerimi bu dünyaya... Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, şimd..