Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Özlediğim adam; babam

Özlediğim adam; babam
 

Daha ilkokulu bile bitirmemiştim ama babam bana; "doktor" diye seslenmeye başlamıştı. Yirmi üç yıllık doktorum, hiç kimse bana onun gibi "doktor" demedi. Onu derin mavilere yolladığımız o yirmi beş ocak gününün on birinci yılında ben, babamın bana; "Doktorr!" deyişini özledim.

İlkokulumuza çok yakın o kira evinin, aşağıda kalan bahçesinden koşarak çıkarken, tuğladan yapılmış merdivenlerde düşüp de çenemi yardığımda, kucağına alıp telaşla hastaneye koşmasını,

Kız kardeşimle yatıp da uyuyamadığımız gecelerde, fısıldaşmalarımız her zamanki gibi "kıkırdamaya" dönüştüğünde, babamın yattığı yerden, o ağır ve sakin haliyle "geliyorumm" deyip de asla gelmeyişini,

Bayramlarda üç kız evladını baştan ayağa "bayramlık" la donatırken, evlatlarını sevindirmenin o mavi gözlerinden yansımasını,

En küçük kardeşimiz; "oğlu" olduğunda, arkadaşlarıyla "erkek erkeğe" yaptıkları kutlamayı,

Eve getirdiği o siyah beyaz televizyonla, evlatlarını bu "seyir"den mahrum etmemenin onda oluşturduğu mutluluğu,

İlkokulu bitirdikten sonra girdiğim sınavda, Galatasaray Lisesi'ni kazandığımı öğrendiğindeki kıvancını ama "çok küçüksün" diye göndermediğinde, gözlerindeki hüznü,

Ortaokulu bitirdiğimde, "kaza olursa" diye korksa da, çok istediğim için aldığı bisiklete dokunurken yaşadığım mutluluğun, onun tedirgin ama gülen yüzünden yansımasını,

Liseyi bitirdiğimde, belki de saatçi Muammer Amca ile olan tanışıklığından, okulu bitirme hediyesi olarak aldığı ve evimin salonunda duran duvar saatine bakarken, onun, "Saat kaç baba?" dediğimizde, o kendine has sakin gülümseyişiyle; "Dünkü bu vakit." deyişini özledim.

Annemle, nadiren tartıştıklarında, ona hak verircesine, "halledeceğim hatun" diyerek alttan alışını, annemin koluna gururla sıraladığı altın bilezikleri, işleri iyi gitmediğinde bozdururken yaşadığı sıkıntıya rağmen; "yine alırım hatun" diyerek annemi teselli edişini,

İçtiği Birinci ya da Samsun sigarasını… Yemeğin üzerine az şekerli kahve içişini… Bazen, gecenin ilerleyen saatinde şöyle "sevgiyle" demlenmiş çayını, tek şekerli içmesini,

Bazı akşamlar, Kulüp Rakısı kıvamında çakır keyif oluşunu ve böyle zamanlarda, o az konuşan babamın, sakin bir deniz gibi yumuşak sesiyle, o denizin sakin dalgaları gibi usul usul sohbetini… Ve çok keyiflendiği zamanlarda da, artık kimsenin anımsamadığı “pikap”ımızda, oyun havaları plaklarını çalıp, biz çocuklarına "harmandalı" oynatmasını,

En özel kutlamalarda bile, gecenin sonunda çalınan harmandalıda, "oyun" bilmediği için, sadece kollarını yana açıp, adım atıyormuş gibi yaparak bütün heybetiyle duruşunu,

Üniversiteye, büyük şehre gönderirken, "sana güveniyorum" deyişindeki övüncü ama bir yandan da tedirgin oluşunu saklamaya çalışmasını ve sanki çok bol kazancı varmış gibi; "Aman yurtta kimseye borçlu kalma, onlar bir "ısmarlarsa" sen iki ısmarla." diye tembihleyişini,

Mecburi hizmete gitmeden hemen önce yaptığım evliliğe karşı çıkarken, yüreğinden yüzüne yansıyan kederini ama yine de; "sen istiyorsan evlen" diyerek kabullenişini özledim.

En hasta ve konuşamaz halinde bile, dört yaşındaki oğluma kızdığımda, kelimelere dökemese de, kendi evladına kızmasını,

Annesine karşı koruduğu torunuyla mezarına güller dikerken, onlarca teneke kutulara gül dikmesini; o kocaman emekçi elleriyle toprakla uğraşmasını özledim.

Ve ben onun en çok; "emek" veren ellerini özledim...

Ama ben onun en çok emek veren “ellerini” sevdim...

Ve kimsede bulamadığım adam gibi adamlığını,

Ben babamı çok özledim.

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..