Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '07

 
Kategori
Haber
 

Reel sektör irreel sektöre karşı

Birinci Sanayileşme batıda tamamlandı. İkinci Sanayileşme’nin ilk ipuçları 1950’lerde bilgisayarın icadıyla görüldü. Şimdilerde G-7 ülkeleri; internet, robot, klonlama, vd görüngülerle tezahür eden ve ‘bilgi toplumu’na giden yolda, İkinci Sanayileşme’yi yaşıyor.

Bir kültürel mod süreksiz başlar, süreksiz gelişir ve süreksiz ortadan kalkar, yani araya bir sonraki veya anlamsız mod dönemleri girer. Bugün 4. ve 5. temel kültürel moda geçiyoruz ama dünyada hala birinci (avcı-toplayıcı) modda yaşayan insanlar (Yanomamöler, Aboricinler) var.

Bir kültürel moddan diğerine geçerken, insana, topluma ve bireye, kültüre ve zihine bakış açıları ve düşüngüleri değişir. Aynı görüngülere, farklı düşüngülerle yaklaştığımızda, farklı ışık dalga boylarında farklı resim veren bir yıldız gibi, farklı bilgiler (epistem), bililer (kognisyon) ve bilişler (enformasyon) elde ederiz.

Argümantasyonu bu söylem düzleminde koyduğumuzda, İkinci Sanayileşme’nin devimselleri Birinci’kinden farklı olacaktır, sonucuna varabiliriz. Aynı zamanda, Birinci’nin koyutları, İkinci için geçersizleşecektir, sonucuna da varabiliriz.

Örnekleyelim:

Kapitalist olsun, reel sosyalist olsun, Birinci Sanayi tezleri, üretimin tüketimden az olduğunu, Malthus’çu bir bakış açısıyla önesürer. Oysa, şimdi Dünya’da, gıda dahil, hemen her malın üretimi tüketiminden çoktur.

Buna koşut olarak, yine her iki karşıtsavın ortak olduğu diğer bir koyut da, ekonomik maksimizasyondur. oysa, şimdilerde bunun yerini ekolojik optimizasyon alıyor.

Bürokratların ve teknokratların yerini ise, infokratlar ve kognikratlar alıyor.

Bu 3 sav-kuramcık çerçevesinde, tümdengelimsel olarak, reel-irreel karşıtlığının dönüşümünü irdelemeyi deneyelim:

‘Reel sektör’ denince, sanayi ve tarım anlaşılır. Ancak, bilgisayar sanayiinde, donanım ve yazılım eşlenik durumda. Birbirlerini etkileyen döngüsel bir neden-sonuç ağıyla birbirlerine bağlılar. Bu durumda, bağımsız bir donanım reel sektöründen söz etmek zor, çünkü bilgisayarı bilgisayar yapan, aslında programları.

Hizmet sektörü, tanım gereği irreel sektöre giriyor. 2000’lerde hizmet sektörü G-7 ülkelerinde, toplam istihdamın içinde % 70 oranı geçmiş durumda. Bu durumda reel sektör yok oluyor sanılabilir ama hala reel sektör ürünü olan buğdayı yemeyince ölüyoruz.

Hizmet sektörünün tanımında da boşluklar var. İnşaat sektörü bir hizmet sektörü, yani irreel sektörde sayılıyor ama binalar somut iş olarak ortada duruyor.

Türkiye’nin reel sektörle sorunu var. Dünyaya ihraç edebildiği turizm, konuk işçi ve yurtdışı ihaleleri, hizmet sektöründe yer alıyor. TC patentli mal pek yok, hatta yoğurdu bile yabancılar patentledi. Türkiye, ithalatının % 70’i oranında ara mallar ithal edip, bunları görünürde maliyetinin altında, montaj sanayii sonucu olarak, ihraç ediyor. (İthal mallarda vergi iadesi yıllık 6 milyar dolar, yani kar etmeyebilirler ama o farkı da sıradan vatandaş öder.)

Bugün moda olan neo-liberalizm, kredi kartı, borsa ve arbitraj gibi irreel sektörleri kutsamış durumda. Liboş medyatörlerimizin tamamı, günde 5 vakit aynı kutsama törenine katılıyor ama yine de farklı konuşanlar var:

Abdurrahman Yıldırım, ‘üretimi olmayan bir ülkede, gayrımenkul de, para etmez’ diyor. Bunu, Zorlu’nun 800 milyon dolara Zincirlikuyu’daki arsayı almasının ardından yazdı.

Mahfi Eğilmez ise biraz daha farklı düşünüyor ve ‘tüketim olmadan, üretim olmaz’ diyor.

Her 2 yazar da, global geçiş sürecinin ayırdında ama tarih bilinçleri yok, çünkü köşe yazarlarından böyle bir sorumluluk beklenmiyor.

Devam edersek:

Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi, ikisi de haklı. Nasıl mı?

Makro ekonomide, tasarruf (S = savings) (yatırım (I = investment)), özel + devletsel tüketim (C = consumption, G = government) ve üretim (Y = production, P fiyatı (price) göstermek için kullanılıyor) arasında şöyle bir denklem vardır:

Y = C + I (Sx%a) + G

Burada gözönüne alınmayan şuydu: İnsanlar, sınırlı oranda tasarruf yaparlardı. Oysa şimdilerde, tüzel kişiliklere yönelik, özellikle çokuluslu şirketler ve hükümet dışı kuruluşlar elinde, dünyanın yıllık üretiminin çok üzerinde miktarda para birikmiş durumda. Para çokluğu enflasyon yaratır ve eskiden enflasyon çarkların dönüşünü kolaylaştıran yağ olarak kabul edilirdi. Ancak yağ çok kaçınca, ekonominin fren tutması imkansız duruma geldi. Ayrıca, üretimin tüketimi geçmesi gibi, tasarruf da tüketimi geçti.

Buna ek olarak, tüm dünya devletlerinin borcu var. Bu borçlar, tasarruf sahiplerinin cebinden vergi olarak alınıyor. Ancak, neo-liberalizm para sahipliğini çok kutsadığı için, Türkiye dahil her yerde, yağı çok bulunca bir tarafını silenler gibi, parayı etrafa saçanlar türedi. Tassarruf var ama yatırım yok. Bankaların kuruluş amacı olan, yatırım yapmak işlevleri, kredi kartıyla tüketici furyası beslemeye dönüştürüldü.

Diğer bir deyişle, G-7’nin kurmaya çabaladığı ve zorbaca dayattığı neo-globalizasyonun çarkları ekseninden fırlamak üzere. Fay çatlamak üzere ve bu çatlak, bariz bir biçimde reel-irreel sektör üzerinden yürüyor. BM bas bas bağırıyor, global ısınma, kuraklık, kıtlık, kitlesel ölümler, diye… Dinleyen kim?

Oysa, paranın baronları, parayı artık bir araç olmaktan çıkarıp, bir iktidar amacı durumuna dönüştürdü. Üstelik geçmişteki tüm global krizleri herkes biliyor. Dünyanın gaz pedalına tuğlayı koyduk, duvara doğru tam yol gidiyoruz.

İngiliz atasözü:

Tecavüz kaçınılmazsa, zevk almaya bakın.

Ya da:

Ölüm kaçınılmazsa, geleceğe uzanan yolun açılmasına bakın.

Duvar 1989’da yıkıldı, 11 Eylül 2001’de yıkıldı. Kapitalizm yıkıma doymuyor.

http://www.sabah.com.tr/yildirim.html

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=17076

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..