Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '14

 
Kategori
Güncel
 

Seçim!.. Değişim... Ve hayata dair bazı “gerçekler”!!

Seçim!.. Değişim... Ve hayata dair bazı “gerçekler”!!
 

Evet, ayakkabı kutusundan çıkan milyon dolarları onaylayıp, onaylamadığımızı oyladık aslında


Ah şu iyimserlik...

Böyle dedim, çünkü seçimlerden sonra “şimdilik” ortaya çıkan tabloya haliyle çok kızgın ve üzgün kimi insanlarımız. Zira herşeye rağmen yine bile çok umutluydular bu seçimden; iyimserdiler. Artık bir şeyler mutlaka değişir, değişmeli diyorlardı.  Ve “normal olarak” haklıydılar da. Muhafaza ediyorlardı iyimserliklerini. Çünkü daha ne olsundu? Herşey meydandaydı işte. Görmez miydi insan? Daha ne kadar kör, sağır ve lâl olabilirdi? Bunca yanlışa, haksızlığa, yalanlara, ahlaksızlıklara, yolsuzluklara, hırsızlıklara, entrikalara daha ne kadar suskun, tepkisiz kalabilirdi; bütün şu olanları-yapılanları nasıl onaylayabilirlerdi, onaylanabilir şeyler değildi ki bunlar... ya da nasıl farkında olmayabilirdi, nasıl halâ uyanmayabilirdi, aymayabilirlerdi gerçeğe, nasıl halâ aldanabilirdi, kandırılabilirdi insanlar?

Ama bu, az önce de belirttiğim gibi “normal olarak”, normal koşullarda böyledir tabii, oysa hiç de normal olmayıp aksine, memlekette ve toplumda  anormal koşullar vardır, anormal durumlar söz konusudur zaten; İşte üzülen insanlarımız da bunu hesaba katmayı ihmal ediyorlar, bu “gerçeği“ maalesef hesaba katmayıp üzülüyor kimi insanlarımız. Oysa anormal olan bir ahvalde, daha başka nasıl bir sonuç, nasıl normal bir sonuç beklenebilir ki zaten? Böylesi anormal durumlarda, seçimin de, dolayısyla sonuç diye karışımıza çıkarılan tablonun da anormalliği, işin normalidir zaten.

Lâkin bir taraftan da insan nasıl halâ kanar nasıl aldanır, aldatılır da demeyin, insandır bu, tabii ki aldanır, tabii ki kanar.

Ve maalesef kandırılır da, yanıltılır da. Bir de üstelik öyle güzel de bir yönlendirilir ki!

Hattâ öyle ki bizzat kendi tarafından, kendi kendini  yanıltarak, kandırarak bile işte mesela iyimserliklerle, ve dahi kâh asıl inanması gereken şeylere inanmayarak, kâh  inanmaması gereken şeylere inanarak da.

E sonra da çok doğaldır ki, haliyle sonuç: sükût-u hayal!!

O yüzden galiba bir kez daha tekrar etmemde yarar var, şudur ki: Karamsarlık da, iyimserlik de perde çeker gözlere, kilitler beyinleri. Zaten YANLIŞTAKİLER  GÖSTERMİYORLARDIR  GERÇEKLERİ, böylece insanlar için de, herkes için “görünmez” olur gerçekler. Gerçek budur maalesef!

Yani işte ah şu pollyannacılık!

Kimileri de hattâ övünür de bununla, öyle ki tavsiye bile eder başka insanlara, aslında o da işte resmen yanıltır, kandırmış olur, lâkin farkında değildir, der ki mesela kendiyle onur bile duyarak: “Ben bardağın dolu tarafını görenlerdenim, hep de dolu tarafını görmeli”! Görmeye tabii ki görsün, kimse de zaten dolu tarafını görme demiyordur asla ama, gerçek şudur ki: bardağın “sırf” dolu tarafına odaklanmakta bir marifet, bir beceri, bir zorluk yoktur zaten, onu da görüp, ancak bunun yanı sıra aynı zamanda boş tarafının da nasıl doldurulabileceğine kafa yorabilmek, onu da doldurmaya çalışabilmektir asıl “olması gereken” ve önemli, makbul ve bir marifet olan.

Hep derim, sadece kötümserlik/karamsarlık değil, iyimserlik de “her zaman” iyi değildir diye. İyimserlik de karamsarlık kadar kötü sonuçlar, üzüntü, hayal kırıklığı, getirebilir aynen. O nedenle, iyimser ya da kötümser olmakta değil, "gerçekçi" olmakta yatar "doğru"! "Hak ve had"de yatar. Yani gerçekte, doğruda, doğru sınırlarda yatar. Bunlar ihlal edildi mi "kirlilik" oluşur, böylece de yanılgılar, yanlışlar, kötülük, dolayısıyla da karanlık!.. Gölgeler, lekeler, pusluluk, bulanıklık;  sıkıntı, sorun, boşluk, hiçlik, karışıklık; tedirginlik, belirsizlik, kuşkular, kaygılar, korkular;  yani ferahlayamama, aydınlanamama ve... değişememe! Daha iyi, daha ferah, daha güzel bir değişime, bir gelişime erişememe... Tabii ki iyi düşünmek iyidir  ve “her doğru da iyidir lâkin, her iyi, doğru demek değildir” işte!  Onun için de, insanların dedikleri, sandıkları, hattâ inandıkları ve savundukları gibi “iyi düşün, iyi olsun” değildir de gerçek aslında, “doğru düşün, doğru olsun”dur işin aslı, özü, yasası, kuralı... gerçekçi düşün, gerçekleşsin!

****

Bu yazımda seçimden de ziyade “asıl” değişimi  vurgulayıp, hayata dair kimi gerçeklere yer veriyorum çünkü şu seçimin böyle olması da, yine kızdığımız, hoşlanmadığımız, istemediğimiz herşeyde, her olan bitende de olduğu gibi, yalnızca insanın yanılgılarının, yanlışlığının, kafa karışıklığının, eksik ve yanlış düşünmesinin, yanlış ve eksik bilmesinin böylece de “kötü”lüğünün, yani insanın kirliliğinin ve bilinçsizliğinin, keza griliğin sonucudur.  Biraz daha açarsak: HERŞEYİN aslına-özüne, doğrusuna vakıf olamama... ASIL sistemin, şu kâinat sisteminin, yani benim de adına “bütün” dediğim ana işleyişin-akışın-oluşun asıl, nasıl işlediğine, işleyiş gerçeklerine, işleyiş doğrularına, yasasına, kurallarına vakıf olamama! Dolayısıyla tabii, siyasetin de! Siyasetin de aslına-özüne, doğrusuna vakıf olamayıp, temiz ve doğru siyasete  işlerlik kazandırmama! Ama bu defa farkındaysanız “kazandır-a-mama” demedim bakın, kazandırmama! Çünkü bile isteye böyle yapıyorlar, kasten, özellikle böyle yapılıyor, en azından böyle yapılıp yapılmaması, yani bu “tercih” zaten insanın direkt kendi elinde! Ama böyle olmasına rağmen yine de öyle yapılması da, bizzat siyaset yapanların, "önce" siyasetçilerin bilinciyle ve hak ve had paralelinde ahlâk olsun, doğru olsun, demokrasi olsun bunların asıl gerçek tanımlarına, aslına-özüne uygun davranmamalarıyla doğru orantılı bir durumdur.

Yani sistemde filan değildir sıkıntı veya sorun. Sistemde ya da demokraside veya hayatın, dünyanın gerçeklerinde aramayın, ve dahi hiç de öyle “hayat işte”, “dünya ahvali işte” veya “sistem kötü, sistemde yanlış var” ya da “demokrasi zaten kötü, yanlış bir sistem” gibi alâkasız, yanlış söylemlerde bulunmayın, çünkü  insandadır, insandır tümüyle her tür kirliliğin, karanlığın, sorunun, sıkıntının, kötü ve yanlış herşeyin nedeni, kaynağı!

Ama işte çoğu siyasetçi veya herhangi bir insan da kezâ, neden “özellikle” öyle davranır? Çünkü insanoğlu “zanneder ki” salt “dünyanın gerçeklerine” göre davrandı mı tamamdır, amacına ulaşmak için sınırsız özgürdür, istediği-dilediği herşeyi, dilediği gibi isteyebilir, bekleyebilir, istediği şekilde  yapabilir, her yol geçerlidir, mübahtır, işin raconu budur,  dünya gerçeklerine uymak!.. ona göre gerçekçilik budur, doğrudur yaptığı filan, böyle sanır hep, ama işte ne yazık ki aldanır. Hattâ kimileri de, kalkar bir de buna üstelik “rasyonellik” der, böyle sanmakla bile işte yine, maalesef ki aldanmaktadır.

Çünkü şu asıl kâinat sisteminin, yani “bütün”ün bir yasası, doğrusu, bir gerçeği de şudur ki, herşey matruşka bebekler gibi iç içedir, en dıştaki o asıl kapsayıcı “bütün”den içe doğru, biri bir diğerinin içinde, katman katmandır, boyut boyuttur “asıl işleyiş”. Yani o en dıştaki  “asıl işleyiş” diğer bütün işleyişleri, sistemleri, dolayısıyla o bütünün yine zaten birer parçası, birer unusuru olarak tabii ki biz insanları da “kapsar”. Bu da demektir ki “herşey”, ASIL o herşeyi kapsayan en üstteki ve en dıştaki işleyişe-o ana sisteme ve onun yasa-kural ve gerçeklerine, onun doğrularına kesinlikle tâbidir. Öyle olmak “zorundadır”!  Çünkü "parça" konumunda olan, parçası olduğu bütüne tâbidir, ona bağlı, onunla sınırlıdır daima. En üst gerçekliğe, diğer tüm alt gerçeklikler, yani “dünya gerçekleri” de mesela yine o asıl gerçeklere tâbidir, onlarla sınırlıdır, ona bağlıdır.

Ve işte ona uygun, onunla uyumlu olup olmamasına göre de, dünya planında, yaşam boyutunda  ve insan cephesinde de hem iyi gerçekler olur, hem de kötü gerçekler de olur-oluşur. Bu şuna benzer: Tıpkı mesela, hiç bir sözleşmenin-akdin o an bir ülkede asıl geçerli kanun ve yasalara, mer’i hukuk mevzuatına aykırı olamaması ve yine aynı şekilde “hiçbir kanun ve yasanın da” bu kanun ve yasaların zaten üstünde bulunan, üst bağlayıcısı olan bu defa da “Anayasa'ya” mesela asla aykırı olamaması, olmaması gerektiği, böyle olmak zorunda olunulması gibi! Ama işte insanlar peki bu doğruya, bu kurala, bu gerçeğe, bu hak ve hadde  uyuyor mu?  Yani işte... Hayır! Uyulmadıkça da peki ne bekleyebilir, ne beklenebilir veya ne beklemeye hakkı olabilir ki, olabilir mi insanın?!!

Yani insanlar aslında bazılarının sandığı gibi asla özgür filan değildirler, kesinlikle o ana işleyişle, onun doğruları-gerçekleri ve yasalarıyla sınırlıdırlar! Yalnızca o doğrulara uygun davrandıklarında ancak özgürdürler; o doğruları yaptıkça, o doğruları yaparlarsa eğer, bunda özgürdürler. Yani doğrularda sadece özgürdürler, yanlışlarda değil.  Gerçeklerde, asıl gerçeğe uygun davranışlarında  özgürdürler, yanlışlarda ise asla. İnsanlar ve “insan özgürlüğü” kesinlikle kâinat sistemine, yani bütüne bağlıdır, bağımlıdır, “tâbidirler”. O bütündeki sistem insana değil, insan o sisteme tâbidir. Keza diğer o insan eliyle yapılmış-yaratılmış düzenlenmiş alt sistemler de yine o asıl ana işleyişe, ana kâinat sistemine ve onun ana kurallarına, işleyiş gerçeklerine, doğrularına  tâbidir, öyle olmak zorundadır. Ana sistemin/işleyişin de en temel yasası, direği, omurgası,  hep belirttiğim gibi “hak ve had” kuralıdır. Bunun üzerine inşaa olmuş, oluşmuş ve işlemektedir. İnsanlar bunu kabul etse de etmese de, inansa da inanmasa da, bundan hoşlansanızda hoşlanmasanız da, siz bunu böyle isteseniz de, istemeseniz de!!

****

Dolayısıyla insanların “beklentileri” de haliyle ve hattâ zorunlu olaraktır ki, yine hak ve had olmaktadır. Tabii ki insanlar da herşeyin hak ve had sınırı dahilinde gerçekleşmesi “gerektiği” yönünde  düşünmekte, hissetmekte, ummakta, öyle istemektedirler. Ama işte hem böyle istemektedirler, hem de kimileri de hiç de böyle yapmamaktadırlar...  İnsanın içine düştüğü bir paradoks, bir tür kendi bindiği dalı kesmesi, bir anlamda da kendini yanıltması, kandırmasıdır kezâ yine bu da.

Ve böyle olduğu için de, yani aslında zaten hak ve had istedikleri için, madem ki hak ve had kuralına aykırı da bir şeyler vardır, kesinlikle o şeylerin de haliyle düzelmesini, değişmesini istemektedir insanlar da... O yüzdendir ki zaten “hiç olmazsa bir şeylerin artık değişmiş olması gerekirdi” demektedirler. En başta da belirttiğim gibi, haklılar, haklıyız... Ancak, hak ve had kuralına uygun davranmayanlar var oldukça hak ve haddi kimden, nasıl bekleyebiliriz?! Ve siz dahi mesela, acaba gerçekten buna uygun davrananlardan mısınızdır?

Siz de üstünüze düşeni kuralına uygun ve doğru bir şekilde yapmazsanız, mesela madem ki  hak ve had kuralına uymayanları devre dışı bırakmak gibi bir amacınız var, yani işte seçimle, sandıksa da sandık işte mesela, siz de bu amaçta olanlar olarak bir ve birlik halinde topluca davranmaz, siz de kendi aranızda mesela bölünürseniz, veya örneğin seçime katılmaz, oy vermez ya da boş/geçersiz oy kulanırsanız, değişmesi gereken şeyler değişebilir mi hiç?

Aslında biz insanlar için değişmeyen “yegâne şey”, ana sisteme dair kuralların, gerçeklerin, yasa ve doğruların, yani ana işleyişin değişmediği ve bizler var oldukça onun da değişmeyeceği, ondan başka herşeyin de değiştiği gerçeğidir! Zira o değiştiği an zaten biz de artık olmayacağızdır. Yani biz o işleyişle zaten var durumdayızdır. Kâinattaki şu oluşum, şu oluş-akış-işleyiş olmasaydı şu anda bizler de olmayacaktık.; hayat da, dünya da olmayacaktı. Dolayısıyla o ana işleyişten başka herşey değişmektedir zaten, ama iyiye doğru, ama kötüye doğru... “Bizim” o asıl ana işleyişe “göre” doğruyu mu, yanlışı mı yaptığımıza “göre” iyi ya da kötüye doğru!

Hani seçim de oldu ama yine hiçbir şey değişmedi-değişmiyor deyip üzülüyoruz ya o yüzden yazıyorum hayata/işleyişe dair, ama olan her vaka da zaten yine o asıl işleyiş gerçekleri paralelinde işlediği için, bu gerçekleri de.

****

Onun için hiçbir şey değişmedi, değişmiyor da demeyin, aslında pekalâ da değişiyor. Her an, herşey ve sürekli mutlak bir değişim içinde. Değişiyor değişmesine de bazı şeyler de çok çok geri planda, çok derinlerde asıl değiştiği için, ve daha bir zamana yayılarak da zaten değiştiği için, ayrıca hem ana işleyişin bir hologram oluşu hem de  hani dedim ya yanlışlardakiler de gerçekleri zaten göstermeyip görünmez kıldıkları için vb. gibi pek çok nedenle kimi kez kimi değişimler pek öyle kolay farkedilmezler  maalesef.,

Mesela yalnızca siyaset de değildi temiz olmayan, en son şu seçimlerde de daha bir alenen görülüyor ve ancak farkediliyor ki  meğer seçimler dahi temiz yapılmıyor, yapılmadı ya da yapılmamış. Hattâ kuvvetle muhtemeldir ki, bundan öncekiler de temiz değildi, belki de o yüzden zaten böyle de oldu, bu safhalara, bu hadlere kadar ulaşmış oldu “yanlış”. Herkesçe bu denli farkedilmiş miydi, ya da farkedişin zaten bir göstergesi ve gereği olarak bugüne kadar hiç bunun üzerine gidilmiş miydi? Hayır!

Çünkü bir alışkanlıktır bu. Ve çok da doğru bir sözdür mesela: “Alışmış kudurmuştan beterdir!”

Siz temiz olmayan bir şeylere, yanlışlara itiraz yükümlülüğünüzü yerine getirmez veya bu sadece lafta kalıp prosedüre-yasalara uygun ve zamanında bunu hayata da geçirmezseniz, yani “aktif” bir fiile/edime dönüştürmez, pasif bir konumda-edimde kalırsanız, hiç “kendiliğinden” değişebilir mi herhangi bir şey? Yanlıştakiler de bakar ki ooh ne güzel, itiraz eden de yok, e tamam işte ne iyi iş, ne rahat, ne kolay, onlar da buna alışırlar, alışacaklardır tabii, sizler de ses çıkarmamaya alışırsınız ve alıştıkça, siz de ses çıkarmama alışkanlığınızı değiştirmedikçe, onlar da yanlışları daha da yaygın, daha da fütursuz yapma alışkanlığı geliştirmezler mi, böyle bir alışkanlığa girmezler mi ve bu alışkanlıklarını hiç terkederler mi, terkedebilirler mi? Zaten yanlıştadırlar, ne diye, nasıl, niye terketsinler?

O yüzden, değişmedi değil aslında, kesinlikle değişti-değişiyor bir şeyler de, iyi yönde mi, kötü yönde mi önemli olan budur. Ve tabii ki “herkes” üstüne düşeni doğru yaparsa ve yaptıkça ancak iyi yönde bir değişim de mümkün olur ama, kötü bir şeylerin iyiye doğru değişimi de ancak ve yine “doğruların” elindedir sadece ve kesinlikle! Siz, iyiye ve doğruya doğru geliştikçe, değiştikçe, dolayısıyla da siz "değiştirttikçe", bir şeylerin aslında “ne olduğu” ve iyiye doğru değiştiği de ancak o zaman tam ve net görülür ve farkedilir de olur!

Memnuniyetle karşılamalıyızdır ki, hiç olmazsa bu defa “itirazlar” en azından “aktif” bir fiiliyata dönüştürüldü, dönüştürülüyor. Bu yöndeki alışkanlığımızı nihayet yavaş yavaş, değiştirdik-değiştiriyoruz gibi sanki. Biz değiştireceğizdir ki, değiş-tirt-eceğizdir ki, değişebilsin de bir şeyler kötüden iyiye doğru... Bu bile “bir şey”; “doğru” bir şey! Ve doğrunun da asla azı-çoğu yoktur, “doğru”dur çünkü zaten! Az şey mi?

Yani işte onun içindir ki üzülmeyin demek istiyorum, aksine sevinmeli... Bütün bunları da bunun için yazıyorum, buzdağının suyun altındaki hiç görünmeyen ama o asıl ana gövdesini, o büyük kütleyi insanlar farketsinler, asıl gerçek fakedilsin demek istiyorum:)

Ve şu da unutulmamalıdır “değişim”, dolayısıyla “gelişim” de tabii, “zaman” da ister! Nasıl ki kötü alışkanlıklar da ancak yine bir "zaman" içinde oluşmaktaysa, iyiye doğru değişimler de yine ancak zamanla gerçekleşir; Her iyi yönde değişim, gelişim, “doğrular yapılarak sürdürülecek bir zaman aralığı” da ister.

Bu arada, yanlıştakiler de yaptıkları yanlışları inkâr edeceklerdir tabii. Doğruların itirazlarına da onlar itiraz edeceklerdir. Nitekim ibretle de izliyoruz, ediyorlar da. Varsa eğer bir hile, yalan, yanlış ve nicesi tabii ki bunları kabul edecek değillerdir. Ve aynı yollara, aldatmacalara, yalanlara yine tevessül edeceklerdir. Tabii ki kimi gerçekleri,  hem de tam kökten, 180o yine saptıracak, çarpıtacaklar, bir dolu yanlış, yalan, iftira, tehdit ve “yansıtmalarda”, manüpülasyonlarda bulunacaklardır. Yani doğruların ve tarafsızların, tarafsız ama iyi niyetli ya da kararsız veya “neyin ne olduğunu” anlamaya çalışanların işini kolaylaştırmayacak, aksine zorlaştıracaklardır!!

Dolayısıyla buna da hazır olunmalı, bunu peşin peşin bilmeli, bu idrak ile soğukkanlı, sakin, seri  ama telaşsız hareket etmelidir. İnternet dahi sık sık kesintiye uğrayabilir. Haklı ve yerinde itirazları engellemeye veya “geciktirmeye” de çalışılacaktır. Bizzat onlar ortalığı karıştıracak ama itiraz edenlerin karıştırdığını söyleyeceklerdir böylece daha da tahrik ederek mesela. Bunların da bilincinde ve hazırlıklı olunmalıdır. Tahriklere kapılmamalı, bunlardan etki almamaya çalışmalı, haklılığın verdiği sabırsızlıkla veya haksızlığa ve kötü-yanlış bir şeylere kızgınlık ve öfke ya da aceleden dolayı da sabırsız, taşkın, telaşlı davranmamak da gerekmektedir. Yani  infiale de kapılmamak gerekmektedir.  Haklıları-doğruları tabii ki kesinlikle herkes de desteklemeli ama bunu dahi yine düzgün, doğru, emin ve sakin bir şekilde gerçekleştirmelidir.

Onun için şu da bir gerçektir ki, seçim sonrası için yasalarla belirlenmiş itiraz süresi de çok kısa ve yetersizdir! Bu da bir yanlış, bir eksikliktir. Hukuktaki “doğru düşünülmemiş, doğru ve gerçekçi bir şekilde takdir edilmeyerek yanlış ve yetersiz belirlenmiş” bir süredir. Değişmelidir, değiştirilmelidir, değiş-tirtil-melidir!

Çünkü yani nereye yetişiyoruz, nerden ne kaçırıyoruz... ve asıl da zaten “amaç” ne? Bunların hepsi, herşey doğru sorgulanmalıdır... AMAÇ, “doğru bir sayım” değil midir zaten?  Doğru bir seçim? ADİL bir seçim? E o halde? Ama tabii ki doğru kişilere göre böyledir bu, eğer  yanlıştakiler de iddia ettikleri gibi kendileri doğru kişilerse, onlara göre de amaç yine aynen bu olmak zorunda değil midir? Ve durum da eğer şöyle ise, ki nitekim şu anda da zaten öyle : Başka başka yerlerde bilmem kaç tane sandık, bilmem kaç bin oy... bir yandan da zaten insanda “doğru bir itiraz” oluşması için bile “önce” duruma ayıp bir huylanması gerekir, önce huylanacaksın, kıyaslayacaksın, doğru tesbitler yapacaksın, haklı ve doğru gerekçelerin olacak, sonra da doğru deliller arayacaksın, arayacak bulacaksın ki bunları kanıtlayadabilesin, o doğru dellilere ulaşacaksın, bulacaksın, bunun için bile bir yığın insana ihtiyaç var, onlara da ulaşacaksın, belgeleri tek tek toplayacaksın-toplayacaklar, bütün bunları oldurtacak, hazırlayacaksın vs. vs. vs. hepsi de tabii ki zaman alacak bir yığın ayrıntı, bir yığın iş... sonuçta da hepsini, herşeyi bir toparlayacak, itiraza hazır hale getireceksin ve itirazını gerçekleştireceksin... İki güne sığar mı?..Yani işte!

Bir de üstelik önce İlçe Seçim Kurulu, sonra İl Seçim Kurulu, sonra da ancak YSK... Tabii ki zorluktan yılmamalıdır, ama bence kesinlikle, hele de o en baştaki itiraz süresi de uzatılmalıdır! Ya da ihtiyaç dahilinde veya “o andaki vaki ihtiyaca-duruma  göre”, yani “gerçeklere göre” bir esnekliği, bir insiyatifi olmalıdır! Ama tabii ki bu pek de öyle keyfiyete de bırakılmamalıdır!  Aksi taktirde zaten doğru bir seçimden, hattâ salt tanım itibariyle dahi bir “seçim”den, demokrasiden, doğru bir amaçtan, yani hukuktan filan bahsedilemez.  Dolayısıyla seçim ile ilgili kurumların doğru ve hukuki kimliğinden de. Zira böylece seçim de, hukuk da, doğru da geçersiz olmuş ve hükümsüz kılınmış olur bizzat “seçim hukuğundan ve adil bir seçimden sorumlu” tüm seçimle ilgili kurumlar, özellikle de YSK tarafından eğer bu süreç gerektiği gibi işletilmez veya bu süre “lüzumu halinde” uzatılmazsa.

Onun için yine derim hep, kanun yapmak bile başka şeydir, hukuk ise daha başka bir şey diye...  Hukukta “içtihatlar” da bu nedenle vardır zaten, insanlar kanunları yaparken, düzenlerken, en ehil insanlarca dahi herşeyin, her yönüyle düşünülememesi nedeniyle!

Ola ki görüleceği veya görüldüğü üzere “zaman”la oluyor zaten herşey... yaşadıkça, yaşandıkça, görüldükçe, lüzum hissedildikçe, ihtiyaç duyuldukça. Ve hayat da zaten o “süreç”, o “zaman”, bu “yol” değil midir?

Yani öyle hemen de, hiçbir şey değişmedi, değişmiyor dememeli! Demeyiniz. Öyle dediğinizde de ben üzülüyorum, değişiyor ve hattâ değişti çünkü. Birtakım yerlerdeki itirazlara binaen hiçbir seçim sonucu değişmezse dahi değişti. Muhalefet partilerinin kimi yerlerde, hattâ sandıkta dahi birbirilerini desteklemesi ve 12 senedir ilk kez ve en nihayet hele şükür, sonuçlara resmen itiraz da etmesi, bunu fiiliyata da dökmesi, az buz bir değişim midir? Üstelik siz de yani, e hani iyimserdiniz, niye hemen moraliniz de bozuldu öyleyse? Yani işte, ah şu insanoğlu! :))

Herşeyin daha doğruya, hakka-hadde oturtulması, yani gerçek hukukun, gerçek adaletin tesis edilmesi, gerçekleşmesi, gerçekleştir(t)ilmesi, gerçekleştirtmemiz dileği, azmi, “kararlılığı” ve özlemimizle...

 

 

Filiz Alev

02.04.2014

 

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..