Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '11

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Seferihisar balık avımız

Seferihisar balık avımız
 

Çeşmealtı şenliklerinden ayrılmış, Seferihisar’a doğru yola çıkmıştık. Vehbi bizden ayrılmış, karar verilen yere daha sonra; Devrim isminde bir arkadaşla birlikte geleceğini söylemişti. Haluk ağabey direksiyonda, ben sağ ön koltukta; Lidyalılar, İranlılar, Atinalılar, Ispartalılar, Kayralılar, Giritliler, Romalılar ve Selçuklulardan sonra Osmanlının toprakları olan bu güzel yarımadanın engebeli yollarından geçerken, fotoğraf makinem elimde hiçbir güzelliği kaçırmak istemiyordum.

Haluk ağabey, ordusuna hükmeden komutan “Çaka Bey”in atını dizginlemesi gibi altındaki arabanın homurdanmasına aldırış etmeden, dönemeçleri bir bir gerimizde bırakıyorduk!

Doğanbey beldesine geldiğimizde, Haluk ağabeyin evinde rengârenk güzel çiçekleriyle karşılaştım. Bu çiçeklerden Saray yavrusu evine, adeta güvenlik duvarı oluşturmuştu. Özellikle renk renk “aslanağızları” görülmeye değerdi. Yengemizin yaptığı nestcafe’leri yudumlarken, Haluk ağabey bahçesindeki çiçekleri, ağaçları ve meyvelerin yanı sıra; yakaladıkları bir bıldırcını anlatmıştı. Bahçelerinin dışında; hazineye ait doğal bahçedeki gelinciklerin, haluk ağabey ve komşularının çiçeklerine nazire edercesine boy göstermesi bir başka güzellikti.

Haluk ağabey bana, deniz kıyısında, denize 20-30 metre mesafede, teknesini karaya çekmek için elektrikli calaskal’dan yaptığı ırgatı gösterip onun hakkında bana bilgi verdi. Bir ara komşusu Cemal ağabeyin evine gittik. Cemal ağabeyin ikram ettiği çayları içtikten sonra, Doğanbey köyünden arkadaşlarımız Vehbi ve Devrim ile buluşacağımız, Azmak bölgesine doğru hareket ettik.

Saat 20.00 sırası azmak bölgesindeydik ve hemen oltalarımızı hazırlamaya başladık. Ancak akşam oynağı için çok geç kalmıştık. Bir saat kadar sonra Vehbi ve Devrim arkadaşımızda bize katıldı. Birlikte yaptığımız ve boş çektiğimiz atçeklerden sonra ben yemli atmaya karar verdim.

Saat 22.00 gibi üç iğneli bir takımı yolda aldığımız sülünesler ile yemleyip denize attım. Bu arada arkamızdan esen poyraz rüzgârı öyle sert esiyordu ki, bizi, soğuk bir kış mevsimindeymişiz gibi üşütüyordu. Rüzgârı kesen büyük bir kum tepesinin önüne kampımızı kurduk. Ayağa kalktığımızda rüzgâr bizi yalayıp yutuyordu! Oturduğumuzda ise nispetten rüzgârın soğuğundan korunuyorduk.

Bir taraftan yaktığımız ateşi sürekli besliyor, etrafta ne kadar yakacak ağaç dal poşet pet şişe, ne varsa yakıyorduk.

Gelirken marketten aldığımız yiyecekleri yere serdiğimiz bir örtünün üzerine koyduk. Yanan ateşte acılı sucukları ve tavuk kanatlarını pişirdik. Ancak en önemli şey tuz almayı unutmuşuz. Vehbi kardeşimiz onun da çaresini buldu! Denizden aldığı bir bardak deniz suyu; hemen hemen aynı şeyi görmüştü. :)

Saat 24.00 sırası Vehbi’nin daha önce telefonda konuştuğu iki arkadaşı Serkan ve Ercan yanımıza geldi ve yaktığımız ateşin etrafında yerlerini aldılar. Şu ana kadar her şey çok mükemmeldi. Bir tek havanın rüzgârlı olması tüm hesaplarımızı alt üst etmişti. Yaptığım araştırmalara göre Seferihisar'da yıllık ortalama rüzgâr hızı, yaklaşık olarak 3, 5 m/sn civarındadır. Ocak, Şubat, Mart aylarında rüzgâr hızında nispi bir artış gözlenirken Mart ayından Haziran ayına kadar bir azalma daha sonra tekrar yükselme gözlenmekte ise de bunlar önemli bir değer değildir. Diğer yandan kışın ve geçiş mevsimlerinde rüzgârın hızı zaman zaman oldukça artmaktadır. İşte bizim şansımıza esen poyraz o bahsedilen zamanlardaki rüzgârlardan olmalıydı!

Ercan ve Serkan dostlarımız aramıza katıldığında Devrim kardeşimin tepkisi şu olmuştu. “Aaa ben bunları tanıyorum biri tamirci biri çamaşırcı.” :) Devrim kardeşimin bu lafı değil ama söyleyiş tarzı benim çok hoşuma gitmiş ve buna epey gülmüştüm.

İlerleyen saatlerde sazlı sözlü güzel bir gece oldu. Serkan dostumuz sazının tellerine vururken, hep birlikte şarkılarına eşlik ediliyordu. Zaman zaman alevlenen ateşin karşısında ısınıyor, fer’i geçtiğinde ise üşüyorduk.

Rüzgârın kuvvetini arttırmış olması kurduğum oltanın zilini sürekli çaldırıyordu. Bu arada periyodik yem değişimi sırasında iki tane yılan balığı çektim. Bu balıklardan ilk defa yakalıyordum. Bizim oralardaki (İğneada) yılan balıklarından çok farklı balıklardı bunlar.

Geldiği gibi bu balıkları geri saldık. Evet, tartışmasız balık bakımından çok verimsiz bir geceydi ama yeni tanıştığım dostlarla sohbet çok güzeldi. Hele ki kendimize yarattığımız macera ortamı süperdi. Saat 03.00 gibi oltamı sarmaya başladım oltada bir ağırlık vardı ama o ağırlığın balık olmadığını biliyordum!

“ Bir Amerikalı arkadaşım, yedi yaşındaki çocuğunu bir gün balık tutmaya götürdü. Oltayı göle atıp, kaldıkları otele geri döndüler. Bir saat sonra, oltaya balık takılıp takılmadığını öğrenmek için göle gittikleri vakit, dört beş balık takıldığını gördüler. Çocuk, “Baba, ben balıkların oltaya takılacağını biliyordum.” dedi.

Babası sordu: “Nerden biliyordun?”

“Dua ettim de onun için.”

Oltayı yeniden hazırladılar ve yemek için otele gittiler. Yemekten sonra döndükleri vakit, yine oltaya balık tutulmuştu. Çocuk, “Ben biliyordum, ” dedi.

Babası sordu: “Nereden biliyordun?”

“Dua ettim de onun için.”

Oltayı tekrar göle attılar ve otele döndüler. Yatmadan önce göle gidip oltalarına baktıkları vakit, bir tek balığın bile yakalanmadığını gördüler.

Çocuk, ”Ben, balıkların tutulmayacağını biliyordum, ” dedi.

Babası sordu: “Nereden biliyordun?”

“Çünkü dua etmedim.”

“Niye etmedin?”

“Çünkü oltaya yem takmadığını hatırladım da, onun için.”

-Oltayla çektiğim, rüzgârın önüne katıp denize attığı kocaman içi su dolu bir poşetti. En son yemleri tazelemediğimi biliyordum!

Daha fazla uykusuzluğa dayanamadım ve arabanın içine uyumak için saat 03.15 gibi gittim. Devrim kardeşimizde benden beş on dakika önce Vehbi’nin Niva cipine uyumaya gitmişti.

Haluk ağabey, Vehbi, Ercan ve Serkan ateşin başında sazlı sözlü devam ediyorlardı. Arabanın içine girer girmez, Haluk ağabeyin battaniyesine sarılıp, ilk bir veya bir buçuk saat güzel uyudum. Bir ara Haluk ağabey’de arabanın arka koltuğuna uzanmıştı. Saat 06.00 gibi Devrim kapıya vurdu ve beni kaldırdı.


Birlikte bir süre atçek yaptık. Daha sonra Haluk ağabey de bize katıldı. Ama maalesef kuzey batı rüzgârı tüm kıyıdaki balıkları açığa derinlere taşımıştı. Balık yoktu. Rüzgâr, gece estiği kadar etkili değildi ama halen devam ediyordu. Güneşi ne kadar özlediğimi, vücudumu ısıttığında daha iyi anlamıştım. Herkes uyandı ve günün önemini belirten birlikte bir fotoğraf çektirdik.

Haluk ağabey ile şimdiye kadar sanal ortamdaki muhabbetlerimizde, bana nasıl bir izlenim verdiyse, şu ana kadar gördüğüm karakteristik özellikleri aynıydı.

Kendisi son derece sakin, uyumlu, sevgi dolu bir insandı. İyi ki seni tanımışım Haluk ağabey, iyi ki sayende Vehbi kardeşimi, Devrim kardeşimi, Serkan ve Ercan kardeşimi tanıdım.

Biliyorum ki, Azmak kıyısında olta atan benim candan dostlarım var. Onlara bir kez daha buradan selam olsun diyorum...

M.Talip Girgin
 

 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..