Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Şemsi Tebrizi - 3 / Sevgiler Halka Halka

Şemsi Tebrizi - 3  / Sevgiler Halka Halka
 

Konya yolu üzerinde büyükçe bir kervansaray.. Gündüzleri ekseriya boş olan bina şimdi hınca hınç dolu. Bütün bir gün yol tepen yolcular bir iyice dinlenme derdindeler. Yer varmış yokmuş kimin umurunda? Yerdeki hasırın üzerine kıvrılıp yatan yatana..Kimileri uyuyor kimileri de avluda açık havada, yıldızların altında sohbet eden Yunus Emre’nin halkasına katılmaya gidiyordu. Zaten bu sıralarda bütün Anadolu Konya’da Mevlana Hüdavendigâr’la, Eskişehir’deki Yunus Emre’nin etrafında halka halkalar..

Aşk üzerine konuşuyordu Yunus Emre. Sohbeti sevgi üzerineydi:

- Bu dünya sevgi üzerine kurulmuştur yarenler.. diyordu.

- Sevgilerin kaynağı birdir. Çağıl çağıl akan sular birgün denize kavuşur. Denizde dinginliğe ulaşır. Senin, benim, onun, hepimizin sevgileri bir ırmak olur, bir havuzda toplanır. O derya ilahi aşk havuzudur. Bu havuz öyle bir havuzdur ki suyu süt gibi aktır, kokusu miskü amber gibidir. Onun için içimizi dışımızı temizleyelim yarenler. Böyle bir havuzda buluşmak istiyorsak temizleyelim.

Bu sırada halkanın dışında oturan iki kişi vardı. Birisi sanki sohbeti dinlemiyor gibiydi ama işittiklerinden büyük bir zevk aldığı her halinden belliydi. Ara sıra Yunus Emre’nin yüzüne bakıyor ve zaman zaman gözleri karşılaşıyordu. Yunus dahi onda bir başkalık sezmişti. Karşıda öylesine sessiz duruşu bile Yunus’a heyecan veriyordu.

Diğer adam ise çok tuhaf birisiydi. Bacak bacak üzerine atmış, bulutlu gözlerle Yunus’a bakıyor, bir eliyle de sık kara sakalını sıvazlıyordu. Yüzünde belirgin bir kızgınlık vardı. Ya Yunus’a kızıyordu, ya da etrafında halka olanlara..

Yunus tekrar söze başlamıştı ki adamın birdenbire yerinden fırladığı görüldü. Halkaya doğru iki adım atarak:

- Yeter be!

Diye gürledi

- Aşk..Aşk..Aşk…Başka lâf bilmez misin sen?

Halkadakiler şaşırdı, Yunus Emre şaşırdı, haklanın dışındaki diğer adam şaşırdı. Duyduklarına inanamamış gibi şaşkın şaşkın adama bakıyorlardı. Adam bağırmasına devam ediyordu:

- Sabah kalktı aşk, akşam yattı aşk..Bu aşk dediğin nedir senin? Yenir mi ki?

Yunus adama bir hoş baktı. Yüzünde kızgınlıktan hiçbir eser yoktu. Yalnızca derin bir acıma hissi okunuyordu. Evet, Yunus Emre bu adama acıyordu.

Dudakları kıpırdamaya başladı birden. Bütün canlılar kulak kesilmişti. Cansızlar dinlemedeydi. Yunus Emre bir şiir okuyordu şimdi:

İştin ey yarenler, aşk bir güneşe benzer

Aşkı olmayan gönül, misali taşa benzer


Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter

Nice yumuşak söylese, sözü savaşa benzer.


Aşkı var gönül yanar, yumuşar muma döner

Taş gönüller kararmış, sarp katı kışa benzer.

 

Ol sultan kapusunda, hazreti tapusunda

Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer.

          

Geç Yunus endişeden, gerekse bin bişeden

Ere aşk gerek, evvel ondan dervişe benzer.

Yunus susmuştu şimdi. Şiir okuması sona ermişti. Yunus söylerken sık kara sakallı adamın yüzü görülmeye değerdi. Hiddetten kararmış, birbirine karışmış yüzünde tuhaf bir şaşkınlık izleri belirmiş, sonra utançla kızarmış, en sonunda da sakallarına kadar inen göz yaşlarıyla ağlamaklı olmuştu.

Bu halde ne kadar kaldı bilinmez, gelip Yunus’un ellerine sarılmış, bağışlanma talep etmişti. Yunus yüzünde o hiç eksilmeyen o hoş tebessüm, tutmuş adamı omuzlarından kaldırmış,

- Öyleyse otur da dinle,  demişti.

- Aşk üzre diyeceklerim henüz bitmedi.

Sohbet halkasına biri daha katılmıştı şimdi. Can kulağıyla Yunus Emre’yi dinliyordu. Gözlerinde o kötü izler yoktu. Sevgiyle bakıyordu çünkü.

Derken başından beri dışarıda duran derviş de halkaya dahil oldu. Gözlerini yummuş, Yunus’un sözlerini derin bir vecd içinde dinliyordu.

Ömür biter Yunus’da söz bitmezdi ama vakit bir hayli geç olmuş, halkada dervişten başka kimse kalmamıştı. Herkes birer birer sessizce kalkarak uyumaya gitmişti. Yunus herkesin uzaklaştığını görünce dervişe döndü. Hoş bir tebessümle.

- Yolunuz Konya’ya mı kardeş?

diye sordu. Şimdiye kadar Şems’e nereden  geldiğini çok sormuşlardı. Hatta her şeye rağmen bir sır gibi sakladığı istikametini soran da çıkmıştı ama hiç kimse gerçeği tahmin bile edememişti.

- Evet kardeş..

- Niyetimiz öyle.. Kısmet olursa oraya da ulaşırız..

Yunus sanki içini okuyordu. Kime gittiğini, kimin işin yollara düştüğünü biliyor gibiydi.

- Huzura varınca bizden selam söyleyin Hüdavendigâr’a. Onun görklü nazarı kalbimiz aynasıdır.

- Başım üzre..Hele o güneşin ışıkları bir düşsün üzerimize de..

Bir an durup birbirlerine baktılar.  Her ikisi de o kısacık sürede neler düşündü neler.. Şemsi Tebrizi “ İşte aradığın gerçek Hak eri..” geçirdi içinden. Sanki yıllardır süren uzun yürüyüşün bittiğini hissediyordu. Bir an koşup ellerine sarılmayı, ona tabi olmayı düşündü. Ancak birden o söz geldi aklına: “ Her zamanın bir Muhammedi vardır. Bu zamanın Muhammedi de Hazreti Mevlâna’dır. “ Bu söz değil miydi ona rehber olan. Bu söz değil miydi bunca tozu yutturan ve yıllardır diyar diyar gezdiren..Hem O’da fark etmişti bunu. Yolların Konya’ya bağlandığını anlamıştı.

Yunus’a gelince bir tuhaf olmuştu şimdi. Bu nasıl bir kimseydi böyle? İnsana bir nazar ediyor ve alıp alıp götürüyordu. O da bir an her şeyi terk etmeyi ve bu garip adamın peşine takılmayı düşündü. “ Ayağının tozu olsam yeter bana “ diye geçirdi içinden. Ancak neden sonra vaz geçti. Bu kutlu yürüyüşe ayak bağı olmaktan korktu. Her ikisi de kararlarını vermişlerdi. Yavaşça ayağa kalktılar ve kolkola girerek dışarı çıktılar.

Kervansarayın geniş avlusunda iki gölge vardı şimdi. Yıldızlı gök altında derin bir sohbete dalmışlardı. Handa herkes uyuduğundan kimse onları duymuyordu ama sanki bütün gök ehli oraya toplanmış gibiydi. Halka halka olmuşlar ve iki gerçek Hak erini dinliyorlardı.

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..