Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mayıs '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Sensiz geçen bir dakika kaç cehennem yüzyılı

Sensiz geçen bir dakika kaç cehennem yüzyılı
 

Senin yüzünde küçük bir gülümseme oluşturacak bir söz söylediğimde kendimi dünyanın en yaratıcı yazarı gibi hissediyorum. Sana getirdiğim sudan bir yudum içtiğinde bütün okyanusları içip de serinlemiş gibi oluyorum. Tanrı’ya dua edip ilahi okuyan müminlerin cennete gidebilme hayali belki de benimki. Yok hayır cennet değil, cennetten de öte bir yer burası.

Senin yanındayken içim kıpır kıpır… İçimde renkleri birbirine hiç de benzemeyen binlerce kelebek uçuşuyor. O an uçan ve bir daha hiç görünmeyecek kelebekler sanki bunlar. Her an o an bitecekmiş kaygısıyla yaşıyorum. Bildiğim bütün sözcükleri unutuyorum, sadece dualar kalıyor, anlamını bilmediğim binlerce dua… Değişik dinlerde dualar…

Sanki o an bir şey olacak ve seni kaybedeceğim duygusu. Mesela deprem… Sen yanımda olduğun halde sen başka bir apartmanın enkazının altında kalacakmışsın da ben de başka bir apartmanın enkazının altında kalacakmışım korkusu… Birbirimizi bir daha göremeyecek olmanın dehşetiyle ölümü beklemek çaresizliği…Yok hayır, senin enkaz altında kalmana dayanamam. Ben enkaz altındaymışım, sen dışardaymışsın. Sesimi sana duyuramamanın verdiği çaresizlik içindeyim. Senin yanındayken bile bunları yaşıyorum.

Sen yanımda değilken nasılım biliyor musun?

Senin her halini merak eden bir adam... Sen hep gülmelisin, hiç üzülmemelisin. Güldüğünde ağzından yanaklarına doğru açan o çiçekler… O çiçekleri koklamak istiyorum, o çiçekler hiç solmamalı. Bunu bilmek zorunda olma çaresizliği…

Sanki ben nefes alamayan bir akciğer hastasıyım, senin yüzündeki bu çiçek de nefes almamı sağlayan makine… Bu olmadı mı kendimi güvensiz bir ortamda hisediyorum, pis kokular içindeki bir çöplüğe düşüyorum birden.

Kafesinden ormanın derinliklerine kaçmış ve orada sığınacak bir yer arayan ev papağanıyım, vahşi tabiatla hiç tanışmamış, kendini korumayı öğrenememiş bir papağan… Ormanda ki kuşlarla onları papağan gibi taklit ederek kaç saat daha geçirebilirim ki? Oysa benim yaşadığım evde hiç kuş yoktu, hep entelektüel olma sevdalısı gençler ya da emeklisini bekleyen daha şimdiden cennet ve cehennem hesapları yapan memurlar otururdu belki bu yüzden toyluğum, kaygılarım... İşte sen yanımda yokken o papağanın yalnızlığını ve nasıl öleceğini bilememe korkusunu yaşıyorum

Kim bilir ki nasıl öleceğini?

İntihar edenler mi?

Telefon benim cankurtaranım, seni aradığımda birkaç saniye bile olsa senin seni duyduğumda geceleyin birkaç saniyeliğine güneş doğmuş gibi oluyor, güneşin varlığını hissedince nefes almaya başlıyorum. Mesajıma hemen cevap verdiğin zaman da öyle… Bazen yanlış zamanlamam yüzünden sana hemen ulaşamıyorum; araman ya da mesajıma cevabın gecikiyor. O zaman yüreğimden kan yerine ateş topları çıkıyor, damarlarımı yakarak tüm vücudumu dolaşıyor, kendimden geçiyorum, sürekli saate bakıyorum, bir dakika için bir saat bakıyorum saate… Dünya zamanıyla üç dakika geçmesine rağmen senin zamanınla yüzyıllar geçmiş gibi hissediyorum. Sahi sensiz geçen bir dakika kaç cehennem yüzyılı? Beni aramayalı yüzyıllar oldu deyip sitem dolu mesajlar sıralıyorum. Dakikada kaç mesaj…

Cevap gelmezse bu sefer beni nefes alamadığım bir tabuta koyuyorlar, bedenim karanlık tabutun içinde fakat gözlerim dışarıda kalmış, her şeyi görüyorum, kaydediyorum fakat kulaklarım ve burnum iptal.

Sessiz sinema…

Beynim ve kalbim bu karanlık tabutta çaresizce yatarken gözlerim dışarıda kendi yalnızlığımı izliyor

Mesajıma cevap gelmezse arıyorum, telefonu duymuyorsun, cevap yok… İşte o an tabuttan alıyorlar beni bir fırında yakıp küllerimi savuruyorlar, bir ırmağa atıyorlar. Irmak küllerimi denize götürüyor,binlerce zerrem denizde… Meğerse sen denizdeki binlerce adadan birindeymişsin ve küllerim seni bulursa tekrar canlanacakmışım. Binlerce toz zerrem seni bulmak için denizdeki adalara yola çıkıyor.

Ben sensin sesini, kokunu milyonlarca kilometre uzaktan duyabilirim Nazlı Prenses…Sen bu adalardan birindesin biliyorum.

Sen o sabah saçlarını yıkamışsın kaldığın adada, saçını yıkadığın sular milyonlarca molekül olarak denize karışmış.

Senin kokunla karşılaşıyor zerrelerimden biri, rüzgar tanrısı beni alıyor denizden senin adana uçuruyor, senin gözüne kaçıyorum, gözünü kaşıyınca aklına ben geliyorum, telefonuna bakıyorsun yüzlerce mesaj, yüzlerce arama… ”Benim panik sevgilim ne var ki bunda?” diyorsun ve beni arıyorsun. Artık adadayım...

 
Toplam blog
: 114
: 1620
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

1964'te Ankara'da doğdum. Meslek lisesinin elektrik bölümünü bitirip fabrikada ve şantiyede çalıştım..