Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '15

 
Kategori
Öykü
 

Şevket Bulut'tan bir hikaye ( 2 )

Şevket Bulut'tan bir hikaye (  2 )
 

Arkadaşlarımızın istekleri üzerine, HALO MECİT'İN FİRARI adlı öyküsünün devamını sunuyorum.(  2 )
 
Mecit müdürü görünce, hayret etti…”Daha bıyığı yeni terlemiş… Şu devletin işine akıl-sır ermez. Süt çocuğunu müdür diye katillerin arasına gönderir.”  
 
- Buyur müdür, beni emretmişsin…
 
Müdür, karşısındaki adamı baştan ayağa süzdü:  İri, yarı. Pehlivan yapılı, otuz, kırk yaşlarında karayağız bir insandı. Çok heybetli bir görünüşü vardı… Konuşmasıyla, davranışlarıyla insanda saygı uyandırıyordu.
 
- Demek Halo Mecit sensin ha?
 
- Heye müdürüm.. Emret.. Sayende Halo Mecit benim..
 
- Bırak yılışık yılışık konuşmayı… Hem ben, sana “otur” demedim.. Kalk ayağa.. Karşındakinin kim olduğunu da unutma!
 
- Pekey müdürüm, kızma, biz seni ayakta dinlemesini de bilirik…
 
- Laubaliliği bırak,. Bana “sen” demeye hakkın yok!
 
Halo Mecit elini koca bıyığına attı.. Başını sağa, sola çevirdi. Zoraki şekilde gülümsedi.”Tıfıl herif, bize gözdağı vermeğe çalışıyor…”
 
- Olur beyim…Bir daha sen de demem..
 
-Gardiyanlara, “ siz de dışarıya çıkın” diye mırıldandı.
 
- Demek birinci koğuşta kalıyorsun ha?
 
- Sayende beyim,…
 
-Bırak yapmacık dalkavukluğu…”Sayende” deyip durma!…Seni oraya ben yerleştirmedim. Tahliye edildiğin zaman da ranzan boş dururmuş öyle mi?
 
- Bilmem.. Gardiyanlara sor…
 
Müdür,“Kabahat seni böyle şımartanlarda!”diye mırıldandı. Eli titriyor, sigara yakarken, kızgınlığı iyice belli oluyordu. Zile bastı. İçeriye nöbetçi gardiyan girdi.
 
- İhsan Efendi nerde? Çabuk çağırın gelsin….
 
- Başüstüne efendim..
 
İki dakika sonra, İhsan Efendi titrek adımlarla odaya girdi:
 
-Buyrun müdür bey?
 
- Şu andan itibaren, bu adam üçüncü koğuşta yatacak.
 
Halo  Mecit, ölüm fermanını duymuş gibi oldu. İyice dikeldi.
 
- Benim haysiyetimle oynama müdür, dedi. Üçüncü koğuş bana göre değil. Ben, üçüncü koğuş mahkumu değilim.
 
- Benim nazarımda, bütün mahkumlar aynıdır. Sana ayrı bir imtiyaz tanıyamam. Çık dışarı.. Konuşmamız bitmiştir.
 
Halo Mecit, bir heykel gibi donuktu. Bir kaşını kaldırdı:
 
-İhsan Efendi, bu senin müdürün ne diyor?
 
- Valla bilmem ağam, emir  böyük yerden… Aha sen, aha müdür bey…
 
Müdür,”götürün” diye eliyle işaret etti.”Daha fazla konuşmaya lüzum yok!” Halo Mecit’i odadan çıkardılar.
 
Başgardiyan, müdüre bütün gücüyle yalvardı.
 
-Beyim, bırak adam yerinde kalsın. Mahkûmlar üzerinde böyük bir nüfuzu vardır. Sonra, tüm mahkûmlar isyan ederler.
 
- Bırak zırvayı İhsan Efendi, böylesi adamlara devlet gücünü göstermek gerek.. Yumuşak davrandıkça, böylesi tipler daha çok şımarır...
 
-Sen daha çok yenisin müdür beyim…Devletin gücünü göstermek, disiplini sağlamak muhakkak ki iyi şeydir. Ama, uyuyan yılanın kuyruğuna basmak da doğru değildir. Bütün koğuşlarda bir ahenk, bir dostluk hüküm sürmektedir. Bunu, Halo Mecit ( dayı ), sağlamıştır. Disiplin sağlayacağım diye, mevcut disiplini bozarsa, iki günün içinde harcanırsın. Belki yenisin de bilmiyorsun. Cezaevinin kendine has kanunları vardır… Meydancı, Ibrıkçı, baş, kıç, herkes bir görev yapar. Mahkumlar suçlarına göre, yatacaklardı yıla göre ayrı muamele görürler…İçerdeki kanun ve nizam, devletin kanun ve nizamına benzemez…Oturmak, kalkmak, yemek, içmek her bir şey kaideye bağlanmıştır. Mahkûmlara fazla müdahale edersen, sevilmezsin… Akıllı kişi odur ki, söyleyeceği sözü başkasına söyletir; yapacağı işi de başkasının eliyle yaptırır. .. Neyi gerçekleştirmek istiyorsan, emir ver; biz yerine getirelim…
 
- Çık dışarı  bana…Buranın amiri benim…Bana akıl vermeye de kalkışma!..
 
- Beki  beyim…Sen bilirsin.. Ama, bana  kalırsa, Halo  Mecit’in yatağını değiştirmeden önce, iyi düşün. Olay çıkarsa, sacı bey çok kızar…İhsan Efendi dışarıya çıktı. Bir saat sonra, gardiyanlar Halo Mecit’in yatağını üçüncü koğuşa taşıdılar…Fakat bütün üçüncü koğuş mahkumları, saygısızlık olur diye, koğuşa girmek istemediler. Müdür koğuşa girmeleri için uzun süre uğraştı… Eline palaska alıp iç avluya yürüdü… Mahkumlara sövüp saydı…Önüne gelene  vurdu…Sonunda, mahkumlar müdürün üstüne yürüdüler, Sille- tokat yere yatırdılar…Az kalsın, onu linç ediyorlardı. Gardiyanlar, müdürü zor kurtardılar… Mahkûmlar camları, çerçeveleri kırdılar. Avludaki helaları ateşe verdiler.  Olaya jandarma elkoydu….Yangını güçlükle söndürdüler… İşe en çok bozulan savcı oldu. Müdürü iyice haşladı…”Burası sınır kenti”, dedi. “ Mahkûmlar bir gecenin içinde, cezaevinin duvarlarını deler, seni temizledikten sonra;soluğu Suriye’de alırlar. Sen Halo Mecit’i tanımıyorsun… Cezaevinin her duvarında bir tabanca sakladığından eminim…İçerde duruyorsa, af umudu olduğu için duruyor. ..”Halo Mecit’in yatağını geri, eski koğuşuna  taşıdılar. Savcı bey araya girip  müdürle Mecit’i barıştırdı. Fakat Halo Mecit kesin kararını vermişti: En kısa zamanda, buradan kaçacağım”. Gardiyan Kör Şükrü’ yü bir köşeye kıstırdı. “ Çıplak Mısto’ya selam söyle” dedi. “haftaya hamam planını uygulayacağız…” Hamam planı da ne demek Mecit Ağa? ” Orasını karıştırma, çıplak Mısto, ne demek istediğimi bilir. Sen kendisine böyle söyle..”
 
Her ayın ilk Cuma günü bütün mahkûmlar yirmişer kişilik gruplar halinde hamama götürülürlerdi. Hamamla cezaevi arası uzak olduğu için, mahkûmlar cezaevi arabasına bindirirlerdi. O gün çok sıkı güvenlik tedbirleri alındı. Müdür Mecit’in kaçacağından korktuğu için, mahkûmların hamamına gitmelerine taraftar olmadı, ama savcı direnince, razı olmak zorunda kaldı. Müdür kendine güveniyordu. “ Bütün şehir halkı bir olsa, gene de şu Halo Mecit denilen hergeleyi kaçıramazlar…” Oysa Halo Mecit, kaçacağını resmen söylemişti…” Tedbirli ol müdür, Üç güne kadar kaçacağım..”Müdür Halo Mecit’e türlü işkenceler yapmıştı… Hücreye tıkamış, yemek vermemiş, odasına çağırıp hakaret etmişti... Hamama götürülme sırası Halo Mecit’e geldiği zaman, öyle yaklaşıyordu. Müdür Mecit’in grubu hamama götürülürken, jandarma sayısını iki misline çıkardı. Yirmi mahkûm yerine, arabaya on mahkûm bindirdi. On mahkûmu onbeş jandarma götürüyordu. Hamamın kapısında, soyunma yerinde sekiz- on jandarma da nöbet tutuyordu. Kendisi de Başçavuşla birlikte şoför mahalline bindi… Büyük bir gizlilik içinde mahkumları hamama soktular.. Müdür kasiyerin bulunduğu yere sandalye atıp oturdu…Halo  Macit soyunup içeriye girerken, müdüre doğru yaklaştı. Alaylı alaylı güldü:
 
- Bunca tedbire ne gerek vardı müdürüm? Eli kelepçeli adam, sekiz-on jandarma arasından nasıl kaçacak? Korkma, hamam duvarları çok kalın. Öyle bir saatin içinde delinecek cinsten değil… Müdür, yapmacık bir ciddiyet içindeydi. İçini çin Halo Mecit’i takdir ediyordu. “ Nasıl oluyor da, bütün gardiyanlar, bütün mahkûmlar, koca bir şehir halkı bu adamı seviyor? Bu adamın yüzünde şeytan tüyü var…”
 
- Yürü Halo Mecit, yürü! Haberin olsun, nöbet tutan bütün jandarmalara emir verildi:  Kaçmaya teşebbüs seni vuracaklar. Bir duvar üstünde, uyuz bir kedi gibi can verirsen, sana acırım…
 
- Canını sıkma müdürüm,.. Minareyi çalan, kılıfını hazırlar. Biz, leşi duvar üstünde kalacak adam değilik.. Sana tapu senedi gibi sağlam söz… Bu gece beni, yatağımda bulamayacaksın… Beni yatağımda bulursan, değil. Üçüncü koğuşa sürmek, aklına gelen bütün kötülükleri yapabilirsin…
 
- Söz mü Halo Mecit?
 
- Nikâh üzre, namus üzre söz… Lakin. Sen de bana söz ver: Eğer kaçarsan, bu ellerde durmayacaksın. Çünkü durursan, sana kötülüğüm dokunur…Mahkumların huzurunda , yüzüme tükürdün. ..Sana, tükürdüğünü geri yalatırım.
 
- Sen bu gece kaç, sana bendende namus sözü: Başka yere naklim için hemen dilekçe yazacağım…Hem de karı boşamacasına.. Sen bu gece kaç, nikahlı karımı boşayacağım…
 
- Yok, yok, böyle ağır şart koşma! Karın, anam, bacım…Yuvanın yıkılmasına gönlüm razı olmaz.. Biz elimize kelepçeyi namus uğruna vurdurduk.. Böyle ağır konuşursan, kaçmaktan cayarım…
 
- Blöf yapıyorsun Halo Mecit, blöf… sen kaç, karım boş olsun…
 
- Sen bilirsin müdürüm, Günah benden gitti. Halo Mecit, omzunda peşkir, ayağında yüksek takunyalar kapıyı açıp içeriye girdi.“Hey gidi müdür, var dışarda geri dönmemi bekle!”diye kıs kıs güldü.. Soğuklukta oturan mahkûmlar, onu görünce ayağa kalktılar.
 
Her posta, içerde bir saat kadar kalıyordu. Vakit yaklaşınca, nöbetçi gardiyan soğukluğa girip hızlı hızlı düdük çaldı. Hamam çok eskiydi.. Osmanlılar devrinden kalmalıydı. Solunma mahallinden soğukluğa. Oradan da göbek taşının bulunduğu yıkanma yerine giriliyordu. On dakika sonra mahkûmlar teker teker yıkanma mahallinden çıkmaya başladılar. Bütün mahkûmlar çıkmış; içerde sadece Halo Mecit kalmıştı. Müdür sabırsızlandı. Gardiyana öfkeyle çıkıştı:
 
- İçeriye gir de şu adama seslen. Ekâbirliğini burada da belli etmesin!...  Gardiyan koşar adımlarla içeriye girdi. İki - üç dakika sonra, bağırtıyla geri dışarıya fırladı. Benzi uçuk, gözleri ayrıktı.
 
- Halo Mecit kaçmış, sayın müdürüm…
 
Müdür yerinden hopladı. Bir yel gibi içeriye daldı. Bütün dikkatiyle çevresine bakındı: Kubbeden, göbek taşının ortasına kalın bir halat sarkıyordu….Başını yukarıya kaldırıp baktı. Kubbedeki ışık pencerelerinden biri, insan sığacak kadar genişletilmişti. Koca delikten, masmavi gökyüzü görünüyordu.
 
Şevket BULUT / Kefensiz Ölüler Dergâh Yayınları. baskı Mart 1984-  P.K. 1240 İstanbul.
 
 (*) Şevket Bulut’un hikâyeleri Hisar, Hareket, Çağrı, Dolunay, Defne, Türk Edebiyatı gibi dergilerde birçok seçkilerde yayımlandı. Hikâyelerinin birkaçı TRT ‘de uyarlandı.  Hikâye kitapları: Al Karısı (1971),Sarı Arabalar (1974),Dilek Çınarı (1975),Kefensiz Ölüler( 1984),Sınırdaki Tarla(1996),Yıkık Minare (1996),Baharı Bekleyen Çocuklar (1996)  ve Derin Kuyu (2007)  adlı öykü kitapları yayınlanmıştır. Sevgili şevket Bulut’u saygıyla ve rahmetle anıyorum. Sevilen, aranılan bir öykü yazarı idi…
 
 
 
Toplam blog
: 2227
: 832
Kayıt tarihi
: 27.06.09
 
 

1946 Mardin ili, Kızıltepe ilçesi'nin Esenli köyünde doğmuştur. İlk ve ortaokulu Kızıltepe'de bit..