Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '09

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Sicilya'ya gittik, mafya olmadan döndük

Sicilya'ya gittik, mafya olmadan döndük
 

Palermo Kıyısındaki Bu Yatak Deniz Yatağı Değil


Sicilya'dan başlayıp İtalya’nın kuzeydeki en uç noktasına kadar tur ilanını okuyunca, katılmaya hiç tereddüt etmedik. Bu kapsamda İtalya turu ilk defa düzenleniyordu.

Uçağımız Sicilya'nın en büyük kenti Palermo'ya inince, dünyanın gelişmiş ülkelerinden birine değil, Anadolu'da küçük bir kasabaya geldiğimizi sandık. Alanın etrafındaki sarp kayalıklı dağlar, uçağın pas geçmesi halinde yolcunun akıbetinin ne olacağını gösteriyor adeta. Uçaklar bu yüzden, kentte hava sisli olduğunda, iniş kalkış yapmıyor.

Esas hayalkırıklığını kenti dolaşırken yaşıyoruz. Ana arterler idare eder, fazla bakımsız değil, kısmi yeşillik var, ama ara sokaklara girdiniz mi kendinizi 30 yıl öncesinin Tarlabaşı'sında buluyorsunuz. Binalar bakımsız, boyasız, yıkık dökük; sokaklar kaldırımsız, pis ve çöp içinde; asfalt delik deşik... Yatların çekili olduğu limanın etrafı çimlendirilmiş; geri kalan kısımlar, insanın dolaşmaktan kaçınacağı pislikte. Kayaların ve kumların üstünde ne ararsanız var; elbiseler, çöpler, yataklar, mobilyalar… Kıyaslayınca, bizim sahillerimize iyi bakıldığı kanaatine varıyor insan.

İtalya'nın bir çizmeye benzemesi gibi, Sicilya da, bu çizmenin tekmeleye tekmeleye yamuk yumuk ettiği kola tenekesini andıran bir ada. Ben arada kara bağlantısı olduğunu sanıyordum; yokmuş. Mesafe Darıca'dan körfez geçişi kadar. Geçiş aynı şekilde feribotla yirmi dakika kadar sürüyor.

Sicilyalılar kendilerini İtalyan kabul etmiyor. İtalyanlar da... Gelişmiş İtalyan kentlerinde, siz önce İtalyanca öğrenin diye, devamlı aşağılanıyorlarmış. Onlar da İtalyan olacağımıza, mafya oluruz anlayışındalar.

Örgüt bölgede saygın, adeta bir halk kurtuluş ordusu konumunda ve adaya hâlâ hâkim. Kurdukları düzeni bozmaya çalışan devlet görevlilerini ortadan kaldırıyorlar. 1992'de, birçok suikastten kurtulan Palermo savcısını ve koruma polislerini, geçiş yoluna bomba düzeneğiyle kurdukları tuzakla öldürmüşler. Suikastin gerçekleştiği o yerde şimdi bir anıt var ve çiçeklerle süslenmiş. Savcıya saygıdan mı, yoksa diğer devlet görevlilerine gözdağı babından mı olduğunu ayırt edemiyor insan...

Bölge, bizim Doğu Anadolu gibi geri kalmış. Eskiden daha betermiş, son yıllardaki atılımlarla bugünkü haline gelmiş.

Kendilerine has bir dilleri var. Ne İtalyanca ne de değil. Her iki taraf birbirinden nefret ediyor. Bu yüzden adaya Milano ya da Roma gibi gelişmiş İtalyan kentlilerine ait araçlar çoğunlukla çalınır, parçalanır ve satılırmış. Buna çare olarak hükümet en sonunda araç plakalarından hangi kente ait olduklarını ifade eden sembolleri kaldırmış. Kiralık araçların çalınmasını ise bizzat şirket çalışanları organize ediyormuş.

İtalya’nın zengin kuzeyini hariç tutarsak hemen tüm ülkede, ama özellikle yoksul Sicilya’da sokaklar ufak, hatta minik arabaların hâkimiyetinde. Kiloluların ya da uzunların sığamayacağı boyutlarda neredeyse. Sokaklarda arabaları gelişigüzel park etmelerine, bizdeki gibi çift şeritler oluşturmalarına, yer yer dörtlülerini yakıp yolun ortasında bırakıp gitmelerine, yayaların üzerlerine sürmelerine ve kendilerine ait yollarda neredeyse hayat hakkı tanımayacak kadar agresif olmalarına rağmen, kornaya neredeyse hiç basmıyorlar. Acayip centilmenler!!!

Sicilya'nın, mafyası kadar önemli olan bir başka şey Etna Dağı. Halen aktif olan yanardağın ağzından, alışveriş merkezlerinin kapısında bekleyen tiryakilerinki gibi keyifli bir duman çıkıyor. Eski çağlardaki patlamalarda dumanla birlikte lav da püskürtmüş ve adanın doğusundaki Catania kentinin kıyılarını kaplayan kocaman ve simsiyah kayalar o patlama sonucunda oluşmuş. Şimdi o kayalardan cesur Sicilyalılar denize atlıyorlar.

Catania, Palermo’dan küçük olmasına rağmen çok şirin bir kasaba. Sokakları biçimli, binalar bakımlı. Orada da, tüm İtalya yerleşim yerlerinde olduğu gibi adım başı kilise göze çarpıyor. Bir akşam kentte geceliyoruz. Meydanda, üniversite öğrencilerinin gösterisi var. Seyircileri fazla rahatsız etmemek için parmaklarının ucuna basarak dans ediyorlar.

Ekipmanlardan sorumlu bir gencin üzerindeki Türk bayrağı şeklindeki kırmızı fanila dikkatimizden kaçmıyor. Turdakiler, yabancı bir ülkede Türk’e rastlamanın heyecanıyla, değişik zamanlarda çocukla konuşmak istiyor. Ama konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyor çocuk. Formamızın rengini beğenip Türkiye’ye giden bir arkadaşından beş tane ısmarlayan bir Sicilyalı bu. Aşırı ilgiden bunalarak tişörtlerini atmış mıdır, yoksa hoşlanarak beş tane daha mı ısmarlamıştır, kim bilir…

Cadde kenarlarında sıklıkla yarım metre kare boyutlarında mermer tabelalara rastlanıyor. İtalyanca bilmeyenin ne olduğunu kestirmesi mümkün değil. Trafik kazası sonucunda hayatını kaybedenlerin anısına, kazanın olduğu yolun kenarına dikilmiş. Etrafındaki sönmüş mumlar dikkatimizi çekiyor. Çağdaş İtalyanların sınırlı güzel davranışlarından biri…

Sicilyalıların İtalyanlardan daha tembel oldukları söyleniyor. Onlar için çalışmaz, vakit geçirir deniyor. Bir akşam restorana gitseniz ve kapatma saatine dek otursanız, restoran sahibi yemeğinizi bitirmenizi beklemez, hesabı önünüze koyar.

Hemen tüm İtalya'da olduğu gibi kentlerin etrafı ya yüksek duvarlarla çevrili ya da kent yüksek yerlere kurulmuş. Tamamen savunma amacıyla. Tiyatro arena gibi eğlence yerlerinin yüksek tribünleri de aynı amaçla sırtını dağlara vermiş. Eğlence anında düşmana gafil avlanmamak için. En yüksek yerden daha iyi gözetleme ve savunma yapılabiliyormuş. Buna istisna Roma merkezindeki Collosium. O da surlarla korunan kentin içinde kalıyor.

Yine tüm İtalya gibi, Palermo ve diğer Sicilya kentlerinde gasp, hırsızlık ve kapkaç çok yaygın. Güneye indikçe daha da artıyor. Rehberimiz, ezkaza kapkaççıyı yakalarsanız, sakın dövmeyin diye uyarıyor. Kapkacın önemli cezası yok, ama adam dövmek büyük suç.

Tüm Sicilya adası ve İtalya boyunca insanların pratik zekâdan oldukça uzak olduklarını gözlemledik. Mesela, benzin istasyonu marketlerinde alacağınız şeyin parasını ödemeden hiçbir şey alamıyorsunuz. Diyelim yiyecek için para ödediniz ve kuyrukta canınız içecek de çekti. Çare yok, yeniden kasa kuyruğuna girip para ödeyecek, sonra içeceğinizi alacaksınız. Satıcının aklına, müşteriyi kuyruğa sokmadan parayı alıp ihtiyacını karşılamak gelmiyor.

Keza ellerinde ne varsa onu, olduğu gibi satıyorlar. Örneğin, sandviç ve 200 gram peynirden kaşarlı sandviç yaptıramazsınız. Gözünü sevdiğimin Türkiye’si! Tıkla berberin camını, acıktım de, çare bulsun.

İtalya’nın güney kentlerinde her köşede karşınıza sokak köpekleri çıkıyor. Gelişmiş kentlerde ise hiç yok. Yoksulların daha gönlü bol olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz.

Ünlü senaryo yazarı Vasıf Küçükoruç'un Türkiye'de her şehirde bir Cumhuriyet ve Atatürk Caddesi vardır tespitindeki gibi İtalya'da da hemen her kentte Garibaldi ve Emanuelle sokakları bulunuyor. Bu Emanuel'in 50'li yaşlardakilerin bildiği ve tatlı hayallerinin perisi ünlü Emanuelle ile bir yakınlığı ya da akrabalığı yok.

Vittorio Emanuelle 1900 yılında tahta çıkmış İtalyan kıralı. Mussolini’nin yükselmesine ve iktidarı almasına ses çıkarmadığı halde neden bu kadar saygın, şahsen anlayamadım.

Garibaldi ise 19. yüzyılda, çeşitli derebeyliklerden İtalyan birliğini sağlayan devlet adamı. Onu gözüm tuttu…

İtalyanlarla iletişimin iki yolu var: Ya İtalyanca bileceksiniz ya da Tarzanca anlaşacaksınız. İkinci yol çoğunlukla hüsranla sonuçlanıyor zira onların Tarzan'ı bizimkinden farklı. Bizde beş parmağınızı birleştirerek yaptığınız beğeni işareti, onlarda tam ters anlama geliyor mesela. Ya da kulağını kaşıyanı homoseksüel sanıyorlar. Bizde ise tam tersi. Kulak ve göbek kaşımak yiğitlik işareti!!!

İngilizce bilen; biliyorsa da konuşan çok az. Konuşanların da telâffuzu berbat, anlayana aşk olsun! Catania'da bindiğimiz bir şehir turu aracında dört dilde açıklama yapılıyor. Ancak İngilizce açıklama ile İtalyancası arasında neredeyse hiç fark yok. İkisi de İtalyanca. Zaten dünyanın en berbat İngilizce konuşan ulus sıralamasında üçüncü sıradalar. Birincilik her daim Fransızlarda, ikincilik ise Amerikalıların... Fatih Terim'in o süper İngilizcesini bile berbat edenler bu İtalyanlar değil mi.

Sicilya’dan İtalya’ya feribotla geçiyoruz ve otobüsümüz 500 km kuzeydeki Napoli’ye doğru yol alıyor. Bu kadarını bilmiyordum, kuzeydeki Po Ovası dışında İtalya tamamen dağlardan oluşan bir ülke. Haliyle otoyollar da bu dağların tepelerinden geçiyor. Kâh tünellerden, kâh dağlar yüksekliğinde viyadüklerden. Yol çifte bariyerle koruma altında olsa da, aşağı bakmaya korkuyor insan…

Uzun yolda rehberimizin İtalyan fıkraları iyi geliyor. Bazıları gerçek… Meselâ İtalyan jandarması olan carabinierilerin pantolonlarının kenarlarındaki kırmızı şeritlerin, içini ve dışını ayırt edebilsin diye konduğunu anlatıyor…

Bir başka olay bir Nato tatbikatında meydana geliyor. Plana göre İtalyan askerler Normandiya’ya çıkarma yapacaklar. Ancak, yanlışlıkla İsveç kıyılarına çıkıyorlar. İsveçliler önce bunların film çevirdiğini sanıyor. Asker olduklarını anlayınca uluslar arası bir skandal patlıyor.

Bir başka olay ise komedi mi, trajedi mi, karar vermek imkânsız. Tedavi parasını ödeyemeyen bir hastayı, yakınları kaçıramayınca, çareyi itfaiyeye başvurmakta buluyorlar. İtfaiye geliyor, merdiveni camdan içeri sokup hastayı alıyor, tam kaçırılacakken ikinci kattan düşürüyor. Hasta komalık…

Kent girişinde, her liman kentindeki konteynerler ve vinçler insanın gözüne batıyor adeta. Napoli, Genova'dan sonra İtalya'nın ikinci büyük liman kenti. Yeri gelmişken bir hatırlatma yapayım: Türkçe dublaj yapılan bazı filmlerde duyarız: Uçak İsviçre'nin Genova havaalanına indi. Hay ben o dublajı yapanlara sınıf geçiren İngilizce ve Coğrafya hocalarına! Bir defa Genova İtalya'da. İsviçre'dekinin adı Geneva. O yerine e var yani. Okunuşu ceniva, Türkçesi ise Cenevre. Ama bizim çevirmen kaşla göz arasında Cenevre'yi Cenova yapıverir.

Napoli'de yakın zamana kadar çöp grevi olduğunu okumuştuk gazetelerde. Çöp toplama işini mafya türü organizasyonlara bağlı kuruluşlar yapıyor. Belediyeyle anlaşmazlıkları sonucunda çöpleri toplamayı bırakmışlar ve toplamaya teşebbüs edenleri de tehditle yıldırmışlar. Kentte apartmanların ikinci katlarına kadar çöp dağları oluşmuş. Yayılan koku bir yana, bu defa bit salgını baş göstermiş. Grev ancak bir ay önce sonlandırılmış. Şimdi sokaklar "bal dök yala" haline gelmiş. Ancak bu durumda bile her taraf çöp dolu. İnsanlar çöplerini, teneke yerine sokağa atmakta sakınca görmüyor.

Napoli’de tüm otomobiller hasarlı. Kentin işareti ve geleneğiymiş bu. Hasarsız aracı mutlaka birileri dağıttığından, bari usturuplu olsun diye araç sahibi bizzat kendisi yapıyor bu işi.

Kentte karmaşa hâkim. Pislik bir yana, her tarafta kazı var. Sekiz sene önce metro yapımına başlamışlar, ama kentin deniz seviyesinde olduğu unutulunca, kazılan her tünelden su çıkmasının bir türlü önüne geçemiyorlar.

Yollarda tezgâh açan seyyar satıcılar pazar günlerinin Eminönü’sünü anımsatıyor. Kamyonlarında karpuz satanlar ise hiçbir kural tanımıyor. Bir bakmışsınız aracını yolun sağına çekmiş, satışta. Trafiği tıkamış, umurunda değil.

Napoli’de Çinliler çok sayıda dükkân satın alarak elektronik piyasasını ellerine geçirmişler. Aynı hâkimiyet Roma’da da görülüyor…

Napoli, MS 79 yılında Vezüv Yanardağı’nın patlaması sonucunda Pompeii kentinin yok olması sonucunda kurulmuş. Tıpkı Efes’in yıkılmasıyla İzmir’in doğuşu gibi…

Pompeii 1748 yılında tesadüfen ortaya çıkarılmış. Harabeler görülmeye değer. Kentte 300.000 kişinin yaşadığı tespit edilmiş. Evler birbirine bitişik, sırt sırta… Eskiden komşuluk vardı, komşuluk…

İtalya’da son yıllarda acayip kurallar uygulanmaya başlamış. Bir kentten diğerine geçen her otobüsten acayip vergiler alıyorlar. Vermemek ya da geciktirmek imkânsız. Anında hacze gidiyorlar. Bu da ister istemez turistik tur fiyatlarını yükseltiyor.

Bir başka uygulama çöpte. Diyelim Roma’da yaşıyorsunuz ve aracınızla Napoli’ye gittiniz. Sokağa fırlatmamak için poşette biriktirdiğiniz çöpleri, tenekeye attığınız anda 562 Euro cezaya çarptırılıyorsunuz. Zira Napoli kutusuna yalnızca Napolili çöp atabilir. Ondan sonra gel de sokaklara çöp dökme!!!

Bu seyahatte bir kez daha gördüm ki İtalyanların ticaret mantığı kazıklama temeline dayanıyor. Karnınız acıktı, yemek yiyecek yer arıyorsunuz. Bir pizza ya da bir tabak makarna en az 10 Euro. Ama birçok yerde "menu turistico" yazıları görürsünüz. Bir makarna, yanında balık ve yeşil salata 12 Eurodur. Menünün çeşitliliğine ve fiyata bakarak "menu turistico"ya karar verirsiniz. İlaveten bir de meşrubat ya da su ısmarlarsınız. Yemeğiniz gelir. O da ne! Sizin ısmarladığınız bu değil. Makarnanız çeyrek porsiyon olarak meyve tabağında sunulmuştur. Balık dedikleri, iki hamsi kadar bir şey. Salata için kocaman bir tabak bekliyordunuz değil mi? Nerede! Balığın yanındaki iki kıvırcıktan başka bir şey değildir. İçinizden geri çevirmek geçer…

Siz de âlemsiniz ama! Size makarna vereceklerini söylediler, ne kadar vereceklerini değil. Dua edin bir çatala dolayıp, “hadi ham yap” porsiyonu getirmediler hiç olmazsa…

Esas hayal kırıklığını hesabı öderken yaşarsınız. 12 Euro işlenmiştir hesabınıza. İlaveten yüzde 12 hizmet bedeli istenir. Su için de 5 Euro. Yapacağınız iki şey vardır. İkisini de aynı anda uygulamanızda sakınca yok. Hesabı paşa paşa öderken ana avrat küfredersiniz. Ama efendilik sizde kalsın, İtalyanca yapmayın bu işi

İtalya’da müşterisine velinimet gözüyle bakan esnafa nadiren rastlarsınız. İyi esnafla karşılaşmışsanız mutlaka hastadır ve tedavi görüyordur. Eskiden de farklı değildi, nasıl bırakmışsam öyle duruyorlar. Çoğunluğu asık suratlıdırlar, gerek hissederlerse size ders vermeye kalkarlar, hatta azarlar, hakaret ederler.

12 sene öncesindeki gidişimde Risotto ısmarlamıştım, deniz ürünlü olanından. Risotto lâpanın İtalyancası. Evde yapılsa, yanlışlıkla ineğin yemeği sofraya geldi sanırsınız. Yurtdışında insan inekleşiyor işte.

Tabağımı getiren garsondan bir de toz peynir istedim. Arkasını döndü, giderken İngilizce bağırıyordu:

“Herife bakın! Görgüsüz, cahil, aptal adam! Deniz ürünlü risottoya peynir dökülür mü hiç!”

Ne yapacaksınız, gidip dövmeye kalksanız, size demedim diyecek kadar da pısırıktırlar…

İtalya’da kuzeye çıktıkça hem yeşillik artıyor hem de temizlik. Ancak başkent Roma bile, ana meydanlar ve caddeler dışında pislik içinde. En son 12 sene önce gittiğimde böyle değildi. Yıllar, İtalyanları geriye götürmüş. Temizlik sadece yazlık kasabalarında hâkim…

Roma, Floransa, Venedik ve Milano çok fazla gidilen yerlerden olduğundan oraları yazmayacağım. Sadece şu kadarını söyleyeyim, bütün olumsuzlukları rağmen, tarihi binalarını o kadar iyi korumuşlar ki… İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılan kentlerini eskisine sadık kalarak aynen inşa etmişler. Dünyanın en fazla turist çeken ülkelerinden biri olmasının sebebi budur işte. Binalarına ve geçmişlerine gösterdikleri özen, esnaflarının çirkin tavırlarını unutturuyor…

 
Toplam blog
: 173
: 2173
Kayıt tarihi
: 03.10.07
 
 

1958 Trabzon doğumlu. Darüşşafaka Lisesi ve M.Ü. Siyasal Bilimler Fakültesi mezunu. Yazdığı kitapla..