Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '14

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Şöyle on beş odalı bir hayal kuramadım ya!

Şöyle on beş odalı bir hayal kuramadım ya!
 

Kaynak: İnternet


Kendimi bildim bileli hayal kurarım. Son yıllarda epey azaldı gerçi... Hayallerimin gerçekleşme olasılığı konusunda depresif bir bakış açısına kapılmamda yaşımın mı, yaşadıklalarımın mı, yoksa hayal bile kurmaya izin vermeyen acı gerçeklerin mi daha etkili olduğu konusunda düşünürken yüzde elliden fazlasını son şıkka verdim!

Hayır yani, çocukken de hayal kurarken öyle prenses olayım, babam kral olsun, annem kraliçe falan gibi masalsı hayaller kurmadım ki!

Büyüyüp, okuyup, profesör olmayı düşlemiştim; insanlara yardım edecektim... Haa, ama ünlü de olacaktım! Bakın, burası önemli: Ünlü profesör Gülgün Karaoğlu...

(Hayalimin bir tarafı tuttu yalnız; iki evlilik yaptım, iki boşanma yaşadım, prof. falan olamadım, ünlü de, ama soyadım aynen hayalimdeki gibi!"

Ergenlik dönemlerimde ise hayallerimin bir bölümü insanlığa yararlı şeyler yapacak bir prof. olma ile mahallenin yakışıklısının aşkı olma arasında gidip-geliyordu.

Eski Türk filmlerinin şekillendirdiği masum hayaller...

Yağmur bastıracak bir anda, o yakışıklı montunu çıkartıp üstüme tutacak falan...

(Öyle dudaktan öpüşme falan hayalde de yok!)

Dudaktan öpüşme hayalleri ergenliğin sonlarında olanlar; ki onun için de mevsim şartlarında bir anormallik olması zorunluluğu bulunuyordu. 

Yalnız bir şeye dikkat çekeyim; bu hayalleri kurarken İzmir'de yaşıyor, çocukluğumdan beri kızlı-erkekli arkadaş grupları içinde yer alıyor, efendime söyleyeyim, yaz geceleri yazlık, kış günleri kapalı sinemalara arkadaşlarımla falan gidip-geliyordum! Doğum günü partilerimiz, gezilerimiz, kafe-disko gibi eğlencelerimiz de keza...

Gün geldi evlendim, çocuğum oldu, prof. olamadım ama iyi bir ihracatçı falan oldum; hayallerim hep vardı!... Kansere deva bulacaktım, misal; piyangodan büyük ikramiye çıksa çalıştıkça sahibi olacakları ve daha fazla kişiye iş olanağı sunacakları zincirler kuracaktım... Ben değil, onlar kazanacaklardı! İş yerlerinde insana lazım olacak herşey olacaktı! Öğle arasında yararlanacakları havuzları, birer küçük odaları falan... Çok yorgun olan o minik odasında bile kalabilecekti; zira odada bir yatak, bir minik gardrop, duşu-tuvaleti falan olacaktı... Her bir odada değil de, ortak alanlarda masaj koltukları da... (Uzun saatler çalışanlar şıklık değil de gereksinim olduğunu gayet iyi anlar!)

Neyse... Giriş bölümünü oldukça fazla uzattım! (Öpüşme safhasından sevişme hayaline geçebilirdim de, yerim dar! )

Gelişme bölümüne geçeyim: Bir kere hayal kurmak kötü bir şey değilmiş! Yaratıcı zekanın göstergesiymiş!... "Oooo hayal aleminde yaşıyor bu!" diye her dönem dalga geçenler olmuştur. Artık dalga geçilmesin bi zahmet!


Bu arada hayaller ile burçlar arasında bir ilgi varmış; diğerlerini bilmem ama bir terazi kadını olarak şunu derim: Arkadaş, kurduğun altı-üstü bir hayal; ille de mantıklı nedenlere, gerekçelere uydurmak zorunda değilsin!

Bu bir özellikse, beni ancak teraziler anlar!

Uzun ve mantıklı bir giriş, olanaksız hiç bir şey yok; planlı bir cinayet gibi önce plan, sonra detaylar... Yav kızım, hayalin ortasına dal! Ihhh... Senaryo oturmaz!

Kız (ben), oğlan (artık o dönemde kimse) zar-zor bir araya geldik. Aaa... Üstümde ne renk giysi var?

Hobaaa....

Ne renkse, tutuşun işte el ele... Olmaz...

Mavi, olmaz, bir gece önceki hayalimde de mavi elbise giymiştim; yeşil? Hiç tarzım değil... Kararsızlığım arasında debelenirken  bedenim uykuya yenik düşer!

(El-ele tutuşma aşamasına gelemeden!)


Gerçek hayatta el-ele tutuştuğum, hatta öpüştüğüm biri olduğunda da yaşamak istediğim ev hayalleri kurmaya başlamıştım.

Yalnız, bakın şunu da atlamayalım: Ev hayaline geçmeden önce ben yine insanlar için güzel bir şeyler yapan, keşfeden, dünyaya iyilik saçan halimi öncelikle hayal ediyordum...

Arkadaş, ev hayal ediyorsun altı-üstü, şöyle bir dışını hayal et önce... Ihh, dışı yok bende, içi var; bir tarafım modern bir salon diyor, diğer tarafım hafiften alaturka... Şöyle bir Şark köşesi de fena olmaz ama beyaz koltukları nereye koymalı?

Banyo ne renk, mutfak falan derken hiçbir renkten vazgeçemiyorum!

(Aynı pantolonun, aynı kazağın üçer rengini alanlar sanıyorum beni daha iyi anlayacaklar!)

İki yatak odası olsun, biri gece mavisi, diğeri bordo; üç salonu olsun: Biri modern, diğeri klasik, öbürü de türkü bar tadında olsun!

Şartlar sınırlı tabii o vakitler, hayalinde bile en fazla iki banyo kurabiliyorsun: Biri pembe tonları olsun, diğeri mavi... ( O vakitler banyo malzemelerinde de renk skalası dar!)

Öyle ekru falan yok, kırık beyaz denilen bir ton var ki inşaat malzemelerinde ara ki bulasın!

Evde ancak bir mutfak olur diye karabasanlar basmıştı üstüme! Mutfak ne renk olsun?  Kırmızı-siyah mı yoksa yeşil-beyaz mı?

******

Sonuç bölümüne geliyorum... (Aklınız hala sevişme hayalinde kaldı ya... Anlatırım bir hafta sonu yazısında...)

Arkadaş! Sen hayalinde bile insanlık için iyi şeyler yapmaya niyet et, hayalin bile aklı-selim olsun, bu hayallerinin hemen hiç birine sahip olma ama hayal bile edemediğin kırk değil, yüz kırk değil! Yedi yüz kırk da değil! Bin odalı bir yer senin sayende var olsun!

Oy vermen değil önemli olan, vergisini veren herkesin emeğinin karşılığıdır; ekmeğini tuza batıranların, pazar alanından döküntü malları toplayarak aş pişirenlerin...

Madenlerde üç kuruş para için ölenlerin...

Kayırılmayan memurların, öğretmenlerin; asgari ücretle üniversite mezunlarını çalıştırılıp da "Bunların master yapanı yok mu?"  diye burun kıvıran göbekli patronların ezip de geçtiği pırıl pırıl gençler...

O bin odalı mekanın her bir sütunu sizsiniz! Biziz!

Her bir metre karesi, yağlı boyası... Döşemesi... Işıkları; sen, ben, ödümüz kopuyor kullanılmayan alanda açık ışık bırakmaya... Bahçe ışıklarından birinden az enerji yakıp da ödeme zorluğu çekenleriz!

Oysa... O yerde yanan ışık da biziz, şöminedeki odun da...

Oradaki her taşın, her kumun altında yatan da...

******

Daha fazla coşmazsam final olacak... (Bu deli-dolu halimle harcanıp gittim ya; prof. olabileymişim iyiymiş...)

(Belki bir işe yarardım!)

Neyse...

Vergi amacını aştı arkadaş; hazine kasasına çalışıyoruz resmen! Cezalar da keza... Hükümetin başı sıkışıyor, hayde... Yabani arısı istilası gibi...

Hayır yani, bu yabani arılar da değişime uğramışlar; bazı yerlere hiç uğramıyorlar ama bazı yerleri de fena sokuyorlar!

Farkındaysanız ekmeğin, peynirin, etin; patates-soğanın kiosunu bilmeyenlere dokunmuyor bu hayvan da tarhana çorbası içine bayat ekmek bandıranları hedef alıyor!

Ayağında pabuç olmayıp da üç numara büyük terlikle okula giden kızların ayaklarına pabuç alsın diye babasına iş sağlamak yerine başına türban takma niyetinde olanların bin odalı saraylarına ama isteyerek- ama istemeyerek hizmet ediyoruz!

İstediğim kadar reddedeyim; aldığım her bir ekmek ile, elime bile geçmeden vergilerimin kesildiği maaş ile, her doktora gidişimde, her ilaç yazılışında.... 

Her ilaç alışımda...

Hayalini bile kuramadığım on beş odalı, üç banyolu ve iki mutfaklı evi bile bilemeden, isteyemeden... 

Atatürk çağdaşlığını kirli bir mendil gibi bir tarafa atıp, "Cumhuriyet ve demokrasi" için "Trendir; binilir, istenilen istasyonda inilir" deyip de aynı lafları örnek gösterenlerin "Varolan hükümete karşı darbe girişimi içinde olmaları" gibi bir hükme bağlayıp da derdest edenlerin bin odalı, 1000 rakam ile, bir kale kurmalarında emeği geçen hepimize teşekkür edeceklerini zannediyorsanız yanılıyorsunuz!

Bizler "düşman" ız; valla ben demiyorum, öyle algılanıyoruz kesin ki bir ülkenin oy çokluğu ile seçilmiş kişisi yüzlerce koruma ile geziyor!

Kimse bunca zamandır farklı bir beyanda bulunmadığına göre: Bizler seçtiğimiz siyasi yöneticileri kendimizden korumak için siyasiler tarafından tutulanlara para ödüyoruz!...

Ayy sinirim bozuldu vallaha!

Üç kuruş para ile geçinmeye çalışan aklı-selim insanlar kazandıkları üç kuruşun 2,95'ini bizlerden korusun diye korumalara ödüyor!

Ak saray nasıl yapıldı derseniz: 0,5 ile geçinmeye çalışırken bankalardan kredi falan alıyoruz ya... O bankaların patronları falan var ya... O patronlarla bilmem ne patronları beş yıldızlı otellerde buluşuyorlar ya...

Ahha! Ayakkabı kutuları falan...

******

Benim hafsalam bu kadarını algılayamaz; yanarım yanarım 10 salon, 3 mutfak, beş banyo hayal edemediğime yanarım!

Hayal bile edemediğimin 999.9 katını kazandırdım ya!...

Ne turkuazı, ne çimen yeşili... Yuh olsun bana, yuh!

Katran karasını boşuna yakıştırmıyorlar! Mehmet ölür, Ahmet, Muhammet... Ayşe, Fatma...

Somalılar bile acıları tazeyken "Yürü usta!" dediler ya...

Hayalinin pembeleri, yeşilleri, mavileri onlarındır artık!

Katran karasının tonları sana yakışır!

Petrol mavisi, gri, ölüme az kala, ölüm anı, ölüm sonrası gibi siyahın çeşitli tonları...


Mail:gulgun_2006@hotmail.com.tr

https://twitter.com/Gulgunkaraoglu

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..