Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '06

 
Kategori
Dilbilim
 

Sözcüklerin şarkısı

Sözcüklerin şarkısı
 

İnsan düşündüğüdür; insan kelimelerle düşünür. Her bir kelime, hayatın bize sunduğu bir armağanın örgülendiği ayrı bir dokudur. Milyonlarca beyin hücresinin bir arada kurduğu ağdan oluşan bu dokular, bizim gerçekliği algılama ve öğrenme yöntemimizden başka bir şey değildir. Ancak yabancı kökenli ezbere öğrendiğimiz sözcükler hariç.

Göçebe bir milletin dili olarak Türkçe, eyleme dayalı olan ve gücünü eylemlerin esnekliğinden alan bir dildir. Bu onu, ne kadar soyut olursa olsun, istediği kavramı tanımlayacak kadar güçlü ve bakir bir dil kılmıştır. Ancak ne var ki, bu onun en büyük zaafı olagelmiştir aynı zamanda. Türk göçerleri, gittikleri ülkelere ait yerleşik şehir kültürlerinin soyut kavramları tanımlama yeteneklerine hayran kalmışlar ve zamanla o dilin esiri olmuşlardır. Saray dili, edebiyat dili, soylu dili, din dili, bilim dili derken, kullanılan cümlelerdeki Arapça ve Farsça olmayan sözcükler “etti, eyledi, dedi” gibi temel tamamlayıcı öğelerden ibaret kalmıştır. Yüzlerce yıl devam eden bu durumun ardından, aynı durum bir dönem Fransızca için yaşanmış ve şimdi de farklı bir boyutta İngilizce için yaşanmaktadır.

Öncelikle ayrımına ermeliyiz ki, beyinsel ve zihinsel olarak özgür bir ulus olmak istiyorsak, kullandığımız sözcüklerin kendi beyinlerimizin çocuğu olmasına özen göstermeliyiz. Konfüçyüs’ün “bir milleti yıkmak için ilk başlamak gereken şey, o milletin dilini bozmaktır” şeklindeki özlü sözünü bilmeyen yoktur. Ancak zihinlerimizi yeni kavramlar üretecek veya yeni olguları tanımlayacak şekilde işletmezsek, başka milletlerden kopya çekmeye mecbur kalırız. Örneğin televizyon, futbol, internet veya otobüs kavramlarının hiçbirinin kökeni bize ait değil ki, onları temsil eden sözcükler bize ait olsun.

Sözcükler bizim düşünme mekanizmamızı yansıtan birer aynadır. Eğer biz bir sözcüğü beynimizdeki bu mekanizmadan kopuk olarak yani ezbere tanımlarsak, o sözcüğün ima edeceği diğer tüm anlamları ve olasılıkları da yitiririz. Kendisini bir binanın içindeki istediği kata çıkaran odacığa ilk gördüğünde asansör denildiğini öğrenen bir çocuk, hiçbir zaman bu sözcüğün to ascend (yükseltmek, çıkarmak, kaldırmak) kavramından kaynaklandığını bilemez. Dolayısıyla da yine kendisi gibi bir insanın, bu buluşu, “yukarı çıkarılma” ihtiyacını hissederek düşünüp araştırıp keşfettiğini betimleyemez. Ve büyüdüğü zaman da “vay be, adamlar yapmış” der. Sözcüklere hâkim olmadan kavramlara hükmetmek mümkün değildir, kavramlara hâkim olmadan da gerçekliğe...

Peki, Türkçenin gizem bahçesi nasıl tür çiçeklerle bezelidir? Türkçenin bize sunduğu olanaklar nedir? Yukarıda da dile getirdiğimiz gibi, dilimiz temel olarak eyleme dayalı bir dildir. Örneğin İngilizcede kurallı eylemleri tamamlayan üç tane ek (-ed, -s, -ing) mevcutken, Türkçede bu sayı onları bulur (zaman kipi, kişi, miktar ve özel durumdan oluşan her bir birleşim için). Binlerce yıl at üstünde yaşayan bir milletin dili olarak sondan eklemeli bir yapıya sahip olan Türkçe bu hususta o kadar güçlüdür ki, ünlü dilbilimci Steven Pinker’ın da belirttiği gibi Türkçe kurgusu, bir sözcüğün tanımlanabileceği sayısız form sunar.

Türkçe’nin bu büyüleyici yönünü keşfeden pek çok düşünür hayranlığını gizleyememiştir: Paul Roux, ''Türkçe akıl ve düşünce dolu, matematiksel bir dildir'' derken; Molière, ''Şu Türkçe ne hayran olunacak bir dil, az sözcük çok şey söyler'' ile ifade gücüne dikkat çeker; Max Muller ise “Türkçe grameri okumak bile bir zevktir. Kiplerdeki hünerli tarz, bütün çekimlerde hâkim olan kıyaslılık, şekillerde baştanbaşa görülen bir saydamlık, dilde parıldayan insan zekâsının bu harika kudretini duyanları hayrete düşürmekten geri kalmaz” ile gramerinin sağlamlığını vurgular.

Allah aşkına, koşuşturmak, yaşarmışçasına, düşe yazmak, öğrene gelmek, geçivermek veya şaşalayıp kalmak ifadelerini başka hangi dilde bu kadar özlü ve muhteşem ifade edebilirsiniz ki? Bakın tek bir gör- kökünden neler türetebiliyoruz: Görmek, görüş, görüm, görümlük, göz, gözlemek, gözleme, gözetlemek, güzel, gözde, gözenek, görenek, görünüm, görüntü, görüngü, görü, görüşmek, görünmek, görüş, görür, görürdü, gördü, gördüydü, görmüştü, görmüşmüş, görse, görseydi, görseymiş, göreydi, göre göre, görkem, görünce, görümce, görür görmez, görmedi, görmedim, görmeli miydim, görmese miydin, görülmemiş, (benim) görüşüm, görüşeceğiz!, göreceksek, görgü, görgün, görgüsüz, görgüsüzce, görmece, görmecesine, görürcesine, görmüşçesine...

Türkçe’nin ses yansımalı kök sözcükleri işlemedeki yeteneği ise ayrı bir göze çarpar. Örneğin iki elin birbirine çarpıştırılmasına benzer seslerin elde edilmesini simgeleyen “şak-“ kökünden türeyen şakımak, şak şak, şakşuka, şakırdamak, şakır şukur veya yine “çak-“ kökünden türeyen çakmak, çakır, çakar, çakaralmaz, çakı, çakıl, çakışmak, çakarak, çakkıdı...

Evet, Türkçemiz bize atalarımızdan kalan en büyük miras. Onu sevmek ve büyük bir özenle işlemek torunlarımıza karşı en büyük ödevimiz. Elbette her bir sözcüğün kendine göre bir rengi, tadı ve kokusu vardır; bu açıdan yabancı kökenli olup da artık dilimizin bir parçası olan veya olmaya aday olan kelimeler de bizim ulusal hazinemizin bir parçasıdır. Zaten bizim amacımız yeni sözcükler türetmek olmamalıdır, yeni kavramlar keşfetmek ve insanlığa armağan etmek olmalıdır; onu tanımlayan sözcük bütün doğallığı ve güzelliğiyle kendiliğinden gelecektir.
Buna çok açık bir örnek olarak çeşitli kavramları derinlemesine ele aldığımız bu bölümün başlığını verebiliriz: “Derinlemeler”...

Sözcükler, sözcükler, sözcükler... Bazen bülbülün şakıması gibi şirin, bazen çağlayan gürlemesi gibi coşkun, bazen de fırtına-boran gibi özgürdürler. Güzelim Türkçemizde hele apayrı bir büyüleyiciliğe bürünürler:

Yârim benim al şalına bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardı sıra sürünsün yürüsün
Anonim

Cânı kim cânânın için sever, o cânânın sever
Cânı için kim ki cânânın sever, o cânın sever
Fuzuli

Ger ben ben isem nesin sen ey yâr
Ver sen sen isen neyim ben-i zâr
(Eğer ben ben isem nesin sen, yok sen sen isen neyim ben)
Fuzuli

 
Toplam blog
: 72
: 1949
Kayıt tarihi
: 11.10.06
 
 

Yazar 1975 Ankara doğumludur. Monterey Postgraduate School / California'da bilgisayar bilimi dalı..