Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '20

 
Kategori
Güncel
 

Su ve Sele Dair

İnsanoğlu toplama ve avcılık sürecinden sonra yerleşik hayata su kenarlarında konuşlanarak başlamış, su kültürün başlangıcı ve uygarlığın ilk temel taşı olmuştur.

İnsanlık tarihi incelendiğinde hem tarımsal, hem endüstriyel gelişme, hem de topluma dâhil olan kültürel ve dini değerler sudan etkilenmiş, suya duyulan ihtiyaç ve talep, insanlık tarihi boyunca sağlık, toplum, ekonomik refah, kültürel önem ve gelişme için itici bir güç olmuştur.

Suyun kullanılma ve değerlenme şekli, bir toplumun kültürel kimliğinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bireyler, kurumlar ve uluslar sahip oldukları kaynakları etkin bir şekilde kullanarak hedeflerine ulaşır. Kaynak denince ilk akla gelen fiziki ve doğal kaynaklardır. Ancak, fiziki olmayan, gözle görülüp elle tutulmayan kaynaklar da söz konusudur. Kültür unsuru, bu kaynakların belki de en önemlisidir.

Geniş anlamdaki kültürün bir alt bileşeni olan su kültürü; insanların suya olan, yüzyılların imbiğinden süzülmüş ilgisi, sevgisi, bilgisi ve onunla kurduğu ilişkiler ile ondan sürdürülebilir biçimde yararlanma yeteneği olarak tanımlanabilir.

Bilinen o ki, Mezopotamya; Fırat ve Dicle ikiz nehirleri arasında kalan ve birçok uygarlığa ev sahipliği yapmakla bilinen ilk uygarlığın geliştiği bölgedir.

Tarihte Mezopotamya’daki ikiz nehirler, Fırat ve Dicle’de karşılaşılan problemler çok zor ve karmaşıktı. Bu problemlerden ve özellikle selden kurtulmanın yollarından bir tanesi, Babil’in ünlü asma bahçeleridir. Bilinen en eski yazılı kanunda su ile ilgili olup, Babil krallarından Hammurabi tarafından ortaya konmuştur

Şiddetli yağışlar veya uzun süreli kar erimeleri nedeniyle akarsulardaki su miktarı aşırı derecede artar ve taşkınlar oluşur. Ülkemizde de zaman zaman yaşamakta olduğumuz taşkınlar nedeniyle halen önemli ölçüde can kaybı ve buna ilave olarak genellikle çok miktar da hasar oluşmaktadır. Doğal afet denilince, belki kısa süreli ve ani olması nedeniyle akla ilk önce depremler gelmektedir. Ancak taşkınların uzun sürelere ve alanlara yayılabilmesi nedeniyle bazen şiddetli depremler kadar, hatta daha fazla hasar verdiği bilinmektedir. Doğal afet olan taşkınları tamamen önlemek mümkün olmamakla beraber olumsuz etkilerini en aza indirilebilir. Bu nedenle çeşitli yapısal önlemler alınabilir. Örneğin, baraj göllerinin bir kısmı taşkın dalgasının depolanması amacıyla kullanılabilir. Hatta sıklıkla taşkına maruz kalan bölgelerde sadece taşkın kontrol amaçlı barajlar veya daha küçük ölçekli sel kapanları yapılabilir.

Yerleşim yerlerinde yapılaşma nedeniyle yağan yağmurun toprağa sızması engellendiğinden yüzey alanlarında biriken sular kentsel taşkınlara neden olmaktadır. Bu nedenle kentsel yerleşimlerdeki fazla suyun boşaltılması için yeraltına döşenen boru sistemlerinden oluşan yağmur suyu şebekeleri yapılmalıdır. Ayrıca yerleşim yerlerindeki uygun bölgelerde taşkın sularını depolayıp bunun toprağa sızmasını sağlamakla da uygun bir tahliye gerçekleşmiş olabilir. Bu amaçla, düşük seviyelerdeki parklar ve stadyumlar kullanılabilir.

Yerleşim yerleri dışında da fazla suların uzaklaştırılması gerekir. Örneğin, karayollarında, havaalanlarında ve sulama sahalarında toplanan fazla suları uzaklaştıran tesisler inşa edilmelidir. Ayrıca akarsuların yanlarındaki tarım arazilerini ve yerleşim birimlerini korumak için akarsu boyunca dolgu malzemesiyle yapılmış setler de kullanılabilir.

Seller, heyelanlar ve çığlar, neden oldukları afetler ile birçok yaşamı tehlikeye atıp ağır ekonomik kayıplara yol açarak toplumlarda büyük facialara, üzüntülere yol açmaktadır. Bunlar doğal olaylardır fakat doğru önlemlerle oluşma ihtimalleri ve yaratacakları etkiler azaltılabilir. Ekonomik ve sosyal zararları yanında sel, heyelan ve çığlar ciddi çevresel sonuçlar da doğurabilir. Gelecekte Türkiye’de de büyük bir sel, heyelan ve çığ yaşanarak daha fazla can kaybı ve ekonomik zarar görülmesi muhtemeldir. Gelecekteki olası sel, heyelan ve çığların oluşturduğu riskler hakkında öncelikle daha fazla bilgiye, veri tabanına ihtiyaç vardır. Küresel iklimdeki, arazi kullanımındaki değişimler gibi birçok faktör sel, heyelan ve çığ riskinin gelecekte nasıl olacağını ve bu risklerin ne kadar iyi yönetilebileceğini etkileyecektir.

Suyun doğanın bir parçası olduğu ve suyun bir şekilde kendi istediği yolu bulduğunu, su ile ilgili yaşanan her yeni bir doğal afete rağmen insanlık her nedense öğrenmemekte direnç göstermektedir.  İnsanlığın gelişme adı altında kontrolsüz sanayileşme girişimleri, zararlı gazların doğaya salınımı, ozon tabakasında meydana gelen delinme ve büyümesi, bunun iklim değişikliği üzerindeki etkilerinden çok uzun yıllardır farklı kaynaklarca, başka sonuçlar bağlamında bahsedilmektedir.

Dünyada hiçbir varlık doğaya insan kadar zarar vermemiştir. Hayvanlar alemi doğa ile yaşam arasındaki uyumu sağlamakta usta iken, insan ise gelişme uğruna doğaya uyumun önemini maalesef unutmuş gibi hareket etmektedir.

Toplumların ve kültürlerin önemli bir parçası olan su, her şeyden önemlisi doğanın bir parçasıdır. Kendisiyle uyumlu hareket edilmediği takdirde doğanın, sadece su ile değil, doğanın diğer elementleri ile birlikte gücünü gösterdiği ve insan karşısında her zaman galip geldiği yaşanan birçok örnekle karşımıza çıkmaktadır.

Suyun uygarlıkları var kılabildiği gibi, yok edebileceğini de unutmamak gerekir. Ülkemizdeki yüzlerce Üniversitede binlerce inşaat mühendisi mezun ediyoruz. Vadi tabanlarını, su yataklarını parselleyerek, inşaat yapma kültürünü yok ederek, yerine, her yanı su ile çevrili ülkemizde su ile enerji üretmeyi bir kültür haline getirmeyi başarabilir miyiz?

Türkiye coğrafik olarak orta enlemlerde sel, heyelan ve çığ tehlikesine açık bir ülkedir. Fakat daha çok kriz merkezleri, kriz masaları, vb. gibi afet sonrasına yönelik pro aktif önlem yerine reaktif kriz yönetimi ile bu afetler ile mücadele etmeye çalışmaktadır. Sonuç olarak Ülkemizde meteoroloji karakterli veya hidro-meteorolojik olaylar sık sık birer afete, dönüşerek gelişmiş ülkelere oranla çok daha fazla insan ve ekonomik kayıplara neden olması ile birlikte, geçerli çözümler de geliştirilememektedir.

Peki neler yapılabilir?

Ülkemizde şiddetli yağışların sel, çığ ve heyelan afetine dönüşmemesi için pro aktif önlemler alınmalı, risk yönetimi ve şehir planlaması ile engellenmelidir.

Ülkemizdeki meteorolojik tahmin ve erken uyarı hizmetleri Dünya standartlarına çıkartılmalıdır.

Geçmişte yaşanan afetlerden yeterince dersler alınmalıdır.

Nehirlerimizde erken uyarı sistemleri kurulmalıdır.

Nehir, dere yatakları ve göl kıyıları imara ve yerleşime kesinlikle kapatılmalıdır.

Şehirlerde yağmur suyunu tahliye edebilecek alt yapı tesis edilmelidir.

Selden önce, sel anında ve selden sonra ne yapacağına dair halk eğitilmelidir.  

Ülkemizde çiftçi ve işyeri sahibi sel, dolu, don vb. meteorolojik afetlere karşı sigortanmalıdır.

Özel ve resmi yerel TV ve Radyolar bir merkeze bağlı olarak “Afet Anında Zorunlu Yayın” yapılmalıdır.

Kamu kurum ve kuruluşlarında meteoroloji mühendisi istihdam edilmelidir.

Önceden belirlenmiş, veri tabanına kaydedilmiş maximum debilere ve yağışlara göre önleyici bentler, setler ve uzaklaştırıcı su boruları, kanallar inşa edilmelidir.

Fransız yazar ve düşünür Albert Camus’un: “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” sözünü aklımızdan hiçbir zaman çıkarmamalıyız.

Kısacası doğayla barışık yaşayarak bilimsel kriterlere, rasyonel akla uyarak; afettir olur, fıtrattır normaldir ataletine ve cehaletine teslim olmamalıyız.

Geçtiğimiz günlerde selin olumsuz etkilerini yeniden yaşayan memleketim Rize’ye (Çayeli, İkizdere) geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Nizamettin BİBER

 

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..