Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '11

 
Kategori
Felsefe
 

Tanrım insanı yavaşlat

Tanrım insanı yavaşlat
 

Wilfred A. Peterson


Benim yaşlarımda olanlar, hatırlarlar… Eskiden, ortaokul-lise dönemlerimizde bizler “hatıra defteri” tutardık. O yıllara has bir moda mıydı neydi kimbilir, zira ne şimdilerde, ne de çocuklarımın öğrencilik yıllarında, hatıra defteri tutana rastlamadım. Ama bizlerin… özellikle de kızların vardı. Günlük değil ama bahsettiğim.

Arkadaşlarımıza, öğretmenlerimize, akraba veya büyüklerimize birer sayfa ayırır, onlardan bizim için anı olarak birşeyler yazmalarını isterdik; yazardı onlar da özenle, içtenlikle, sevgiyle… Kah bizim için iyi temenniler, kah hoş esprili şeyler, hatta oldukça edebî, sanatsal ifadeler, şiirler, resimler… hoştu, değerliydi.

Benim de vardı, sonradan bile yıllarca, ara ara tekrar okumuşumdur.

İşte taa o yıllarda, hatıra defterimde bir büyüğümün benim için yazdığı  yazının sonunda rastlamıştım ben de ilk kez o duaya... kendisi için hayat düsturu haline getirdiğini belirterek, o üç satırlık dua ile bağlamıştı benim için iyi dileklerini ve içinden geçenleri de…

“Şöyledir sineden, siretten seslenişim:
Allahım, bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET ver,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR ver,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ver.

Hisset, duyar sesini. Ve sevgili yavrum, şimdiden bilmelisin ki, senin kadar akıllı ve cesur olanlar, sırf bu sebeple, çok daha fazla sabra ihtiyaç duyacak olanlardır. Bunu hep hatırla çocuğum.  Sabrı hatırladıkça beni, beni hatırladıkça sabrı unutmayacağını biliyorum.  Allah seninledir, korusun.”


Çok beğenmiş, çok hoşuma gitmişti… hala şu an dahi yazarken içime bir hoşluk, iyilik, güzellik doluyor. Sonrasında da hep dualarıma artık bunu da eklemiştim. Ailece çok yakın bir dostumuzdu Selim Amca. Artık hayatta değil, Allah gani gani rahmetler eylesin…

Onun kendi ilhamı olarak düşündüm ben de tabii bu duayı senelerce…
Taa ki, 2006 yılı civarlarıydı galiba, gelen bir e-posta içeriğindeki slaytı izleyene  kadar. Çok güzel görüntüler eşliğinde şöyle diyordu…


Tanrım, beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver.
Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Uykunun o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...
Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını öğret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı, güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı, güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi, hülyalara dalabilmeyi öğret...
Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini, yaşamda hızı arttırmaktan çok  daha önemli şeyler olduğunu bileyim...
Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla.
Bakıp göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...
Beni yavaşlat Tanrım ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.
Ve hepsinden önemlisi...
Tanrım,
Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL VER.



Son üç satırı okuyunca, şaşırdım haliyle… slaytta bu cümlelerin kime ait oluğu belirtilmiyordu da… Selim Amca yazar, şair falan da değildi ki, hani böyle yıllar sonra bir slaytta geçecek kadar bu sondaki  3 satır,  fikirden fikire, gönülden gönüle girip, dolaşmış, yaygınlaşmış olsun? Demek ki o da bir şekilde, bir yerlerde okumuş  ya da duymuş, hoşuna gitmiş aklında kalmıştı belki de, kimbilir? Önemsemedim de tabi haliyle, olur olur, gayet normal.

Fakat o merakla, sırf o anlık üstünkörü şöyle bir bakınmıştım da internette…  Sadece bir iki yerde “Hitit tabletlerinden” olduğuna dair bir bilgi vardı o kadar… ya da M.Ö. 2000 yıllarındaki bir duvar yazısından…? Allah Allah… Bu da ikna edici değildi. Tamam, bu satırların asıl sahibi Selim Amca olmayabilirdi ama, Hitit yazıtı da olamazdı. Öyle olduğunu birileri uydurmuş olmalıydı herhalde…
 
Çünkü cümlelerdeki ayrıntılar, M.Ö 2000’ i işaret etmiyordu, örtüşmüyordu.
“telaşlı hız”…? o zamanda neyin hızı, telaşı?  “günün karmaşası”..?  İlginç… ah bir de  “melodi” !!  yok artık!... güldüm nihayet… ne melodisi yav, o yıllarda melodi diye bir tanım, bir kelime bile yoktu ki daha… müziği bile acaba müzik olarak biliyorlar mıydı, bırak melodiyi, müzik diye bile bir tanımlamaları varmıydı ki acaba, hiç sanmam, o bile meçhul… akarsuyun melodisi, müziği…M.Ö. 2000 yani olacak iş değil! Akarsuyun şırıltısı, sesi dese hadi neyse.

Ve… ve…. ve….
“güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı”…   ??? Daha ilk kitap bile basılmamışken, matbaa bile taaaa asırlar sonra bulunacakken, bu cümleler, bu dua, bu satırlar kesinlikle hitit duvar yazısından falan değil! Bu netti artık. İmkansızdı bu, en azından bu sonuncusu kesin kanıttı zaten!  Üstelik ne diye duvara, tablete yazsınlardı ki, kitaptan birkaç satır okuyacak durumdalarmış madem :))))  Hay Allahım yarabbim… Ne de şirazesiz sallıyor insanlar :)

Yani diyorum ya, şu insanoğlu, aaah… ah…bir alem gerçekten. Boşuna demiyorum! İnsan bilmez işte, düşünmez işte! Akılsızdır, izansızdır diyorum, boşuna değil! Sonra da kızıyorlar:(  Oysa hiç birşeyi boşuna demiyorum ben. Var bir bildiğim o yüzden diyorum.

Başka da bir ayrıntı veya bilgi yoktu da, hititlere ait olduğundan gayrı. Bulamadıydım yani o sıra asıl kaynağı, anlayacağınız… Şöyle bir bakıp bıraktıydım zaten,  sonra da konu, gündelikk gaile arasında kaynamış gitmiş olmalı malum. Zaten asıl ne dendiği önemli, kimin dediğiyle öyle pek de ilgilenmez aklım.

Ama geçen gün… A-a bir baktım Sn. Selek’in yazısında yine karşıma çıkmaz mı… Çok güzel bir hoşluk ve sürpriz oldu bu bana yine.. Hatta bunu bir yorumla da belirttim. Ve bu vesileyle 6-7 yıl önce kafama takılan bu durum tekrar depreşmiş oldu haliyle.  İşin kötüsü, Hititlere ait olduğundan o yazının yorumlarında da yine bahsediliyordu.

Emin olmama rağmen, kendimden kuşkuya düşmeyi seçip, bu defa fırsat bulur bulmaz, daha bir önemseyerek araştırmaya niyetlenmiştim ki, o da ne..!
Sırf ben değil mişim çok şükür… yalnız değil mişim neyseki, aradan geçen birkaç yıl boyunca, tıpkı benim gibi birkaç kişi daha ayılmış demek ki olaya… Bunun, zamanımıza-çağımıza çok çok daha yakın bir dönemde yazılmış olması gerektiğini benden başka birileri daha farketmiş, düşünmüş, oh hele yav… hissettiğim mutluluğu anlatamam, dolayısıyla bakar bakmaz da hemen kaynağı karşımda bulmuş oldum…

Üstelik ilerleyen zaman içinde daha bir ilaveler de yapılmış … Akıl’dan sonra “hikmet” de ilave edilmiş mesela… ve de   “Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR VER” cümlesi de eklenmiş…  Ah insanoğlu ah… Evet gerçekten vermeli Allah, hele de şu ilave edilen son cümle özellikle çok yerinde olmuş, körlük, yalanlar.. bunlardan koruyacak dostlar… gerçekten korusun. cidden ŞART; VERMELİ!  Baksanıza insanın karizması hakikaten, Hititler konusunda da, bir kez daha çizilmiş… Senelerdir aynı kandırmacayı gerçek sanıyor insanlar:(


Ya şuna ne dersiniz?

Beni yavaşlat Tanrım!
Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliğiyle rahatlat.
Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!
Bana güncel kargaşanın ortasında,
Tepelerin ölümsüz sakinliğini ver.

Bir çiçeğe bakmayı,
Eski bir dostla sohbet etmeyi
Ya da yeni bir dost edinmeyi,
Yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı,
Ağ yapan bir örümceği izlemeyi,
Bir çocuğa gülümsemeyi,
İyi bir kitaptan birkaç satır okumayı -ve-
Yarışın daima daha çok hız için olmadığını
Anımsat her gün bana.

Yavaşlat beni Tanrım!
Bana ilham ver.
Köklerimi,
Yaşamın katlanılan değerler toprağının
derinliğine göndermek,
Kaderimdeki yıldızlara doğru -daha çok-
Büyüyebilmek için...
Yavaşlat beni Tanrım!

Wilfred A. Peterson


Evet, yazı/şiir bu kişiye ait: Wilfred Arlan Peterson… 1900-95 yılları arasında yaşamış, Michigan doğumlu, Amerikalı düşünür ve yazar…  20. yüzyılın en sevilen yazarlarından biri olarak, yıllarca çeşitli haftalık dergilerde yazılar da yazmış ve 10 kitabı  bulunmakta.

Yani yazının orjinali bu arkadaşlar… ama sevgili yurdum insanı uydurmuş uydurmuş, hem kanmış, hem kandırmış, hem de önüne gelen birşeyleri de eklemiş birleştirmiş, mutasyona uğratıp, bir de hepten mantıksız atıp kafadan, Hitit Kitabesi diye (yersen niyetine) internette yaymış, yutturmuş durmuş gördüğünüz gibi  :( Bilmeyenler, kananlar,  başka bilmeyenleri de yanıltmış, kandırmış olmuş tabii böylelikle de… hala da devam ediyor üstelik, kanmalar ve kandırmacalar… Doğru bilinen yanlışlar, yanlış bilinen doğrular, "nasıl" yerleşiyor, yaygınlaşıyor insanlarda ve toplumda sanıyordunuz??

Ondan sonra insanda akıl, izan ara! Hakikaten Tanrı’nın insanı yavaşlatması gerekiyor, insan kendini yavaşlatmıyor, çabucak hemen inanıveriyor okuduğuna, duyduğuna, zannettiğine; düşünmüyor bile. Üstelik, daha da berbatı, inanması gerekene inanmıyor, gidip nerde var inanılmayacak, saçma sapan bir iş, hatta bağırıyor ben yanlışıııım diye,  ama ona şıpadanak inanıveriyorlar, hem de güruh halinde!

Onun için işte ben, yanlış ve yanıltıcı yazıları hiç sevmem, nefret ederim! Denk geldiğim anda da mümkün olduğunca müdahale ederim. Susmam: tepkimi, yanlışa-yanılgıya mutlaka gösteririm. Aktif olarak, No pasif!


Ve bu şiirde dahi o son üç satır yok. Onu da buldum. O da yine Amerikalı olan, bir ilahiyatçı Karl Paul Reinhold Niebuhr’a (1892-1971) ait bir deyişmiş:

 “Allah’ım bana değiştiremeyeceğim şeyleri tevekkül içinde kabul edecek vakarı, değiştirebileceklerimi değiştirecek cesareti ve ikisi arasındaki farkı anlayabilecek aklı nasip et.”    Reinhold Neibuhr

Tabii ki, tercümeden tercümeye de ufak farklılıklar son derece normal ve doğaldır.

Sonuç:
Demem o ki… ve hep derim, -biliyorum ömrümün sonuna kadar hep de demek zorunda kalacağım, hatta aynı şeyleri farklı farklı cümlelerle tekrar tekrar üstelik-… evet, çünkü insan çok kolayca ve hemen, çabucacık, hatta zerre bile farketmeden, büyük bir hızla “yanılan” bir varlıktır işte. Her insan için de geçerlidir bu, ya an gelir yanılır ya da sürekli veya sık sık… Pek çok yanlışı doğru, pek çok doğruyu da yanlış “zanneder” insan.  Kendini bilir sanır insan, kim ki herşeyi bilemeyeceğini bilir, asıl odur bilen insan. Kendinden kuşkuya düşmeyi becerebilen insandır, bilen insan. Kendine fırsat veren, zaman tanıyan insandır, doğruyu, doğrusunu anlamaya, bilmeye emek vererek, doğru taşları  sakin sakin yavaş yavaş üstüste koyup yolu telaşlanmadan, sabırsızlanmadan katedebilen insandır, akıllı insan.

Yeryüzünde, yanlışı doğru, doğruyu yanlış sanan, doğruyu ve doğrusunu bilmeyen pek çok insan vardır ne yazık ki. Onun için, yine hep dediğim gibi, “çoğu insanda” akıl izan yoktur maalesef.  İnsanı akıl ve izan sahibi sanmamalı, öyle düşünürsek yanılmış oluruz. Doğru düşünmek lazım!  Tanrı, insana “potansiyel olarak” bir akıl ve izan zaten vermiş ama, insan akılsızdır, izansızdır; çünkü o yeti ve yeterliliğini kullanmaz, geliştirmez, bilmez, düşünmez!! Bilmesi gereken herşeyi bilmiyordur çünkü, bilmesi mümkün de değildir, zaten imkansızdır da bu çünkü!!! Onun için çoğu insanda akıl, izan pek aramayın lütfen. Yok farzederek anlatmak zorundayızdır çoğu şeyi!

Ondan sonra da evet, kızıyorlar, gıcık oluyorlar… sevmeyip insanı, bilmeyip insanı, sevgiden, bilgiden söz ediyorlar… insana akılsız izansız muamelesi yapıyorsun diyorlar…”Filiz Hanım, insana akılsız izansız muamelesi yapmayın lütfen!! “… E iyi hoş da… insan zaten öyle!, ben sadece doğruyu söyleyip, doğrusunu yapıyorum, hepsi bu…  Alla’Alla…

Ben de mi çoğu insan gibi yanılayım istiyorsunuz yani, bu mu hoşunuza gidecek?
Bırakalım insan yanıladursun, öyle mi? O mudur insana yarayan?
Siz ister miydiniz “yanılan” olmak?
Ben de işte  insan “yanılmasın” istiyorum; benim de insanın yanılması hoşuma gitmiyor.
Bunlardan hangisi doğru?
Hangisi makbul?

Hangisi İNSANDAN YANA?

Sizin istediğiniz  mi, benim istediğim mi?
Benim istediğim.

Ben de o yüzden işte,  nasıl ki siz benden “rica ediyorsunuz”, ben de insandan rica ediyorum lütfen… varsa eğer… ki var madem, o halde aklınızı, izanınızı…
KULLANIN.




Filiz Alev
08.10.2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..