Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '13

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Tombul kirpi

Tombul kirpi
 

alıntı


Sevgi ve saygı bağrıma bastığım en yüce insan özelliğidir; bence aşktan da ileri önemdedir; çünkü sevgisiz ve saygısız aşklar bile mutsuzdurlar.
 
Dün gece bahçeye çıktığımda hıyarların içinde bir hışırtı duydum; baktım kirpi hıyar kemirmekte. Kirpi de tombul mu tombul; kemiksiz yarım kilo çeker hani. Almak için uzandığımda savunma güdüsüyle büzütüp tos toparlak oldu. Aldım, on adım berideki sandalyeme dönüp oturdum; kirpiyi de kucağıma oturttum. Usul usul sevdim. Bir müddet sonra kirpinin dikenleri yatışmaya başladı; çevre güvenliğini saptamak üzere yavaşça kafasını dışarı çıkarttı. Kaçmak için uygun ortam yoktu; o da bekledi; ancak bu kez kafasını karnına gömmeden duruyordu. Sonra ayakları da kıpraşmaya başladı. Anladım ki sevgi muhabbetim pek sarmamıştı kendisini. Sıkıntısından çıkardığım manaysa sevgiden saygıya geçme vaktimin geldiğiydi. Kirpiyi götürdüm yarısını kemirdiği hıyarın yanına usulca bıraktım. Hıyarı yemedi; heyecanlı bir aradan sonra iştahı kesilmiş olmalıydı. Hıyarı yemedi ama, korkudan da büzütüp top olmadı; yavaşça yürüyüp otların arasında kayboldu.  Kirpi, kendisini sevgiye tutsak etmemi engelleyen saygıya güvenerek savunmasını düşürüp çekilmişti…
 
Görünmeseler de bizim de duygu dikenlerimiz vardır. Bunları hayatın saldırı akınlarına karşı silah gibi tetikte hazır bekletiriz. Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmayız yanımıza. Ne var ki, duygusal sıcaklık ancak yakınlaşmakla mümkün. Birbirimizi incitmeyecek kadar uzak, kalbimizi soğutmayacak kadar da yakın olmayı öğrenmeliyiz. Kirpilerden eksik neyimiz var ki! **
 
İçindeki yarım kilo kemiksiz eti hesap eden sevgi ve saygınıza selam olsun:))) S. K. (Daçkalı)
**
Ayrıntıda şeytan yakalayan dikkatli bir göz, fakat gözün aklı bence hikâyenin vicdanıyla uyuşmayan bir tespit yapmış.
 
Doğrusu bu duygusallık, bifteği afiyetle yiyen insanı ineğin buzağısını sevdi diye erdemsiz saymak gibi oldu. Bu duygusal mantıkla insan sindirim sistemine ve etçil metabolizmasına inat hemen otlamaya başlamak istiyor. İnsanlar da inekler gibi otçul beslenmeyle yaşayabilir olsaydı bence asıl felaket o zaman başlardı; hayvanların çayır çimen ve ormanlarına ortak olurduk ve milyarlarca insandan onlara pek de bir şey kalmazdı.
 
Yüzeysel bakışla, kirpinin kemiksiz yarım kilo çekmesi onun cüssesi hakkında bir fikir verir. Tanımlama esas olarak en tombul kirpinin bile yarım kilo etten fazla gelmeyeceği bilgisini içerir. İyi niyetli bir anlayış “bu kadarcık eti için kirpinin canını almaya değmez” manasına getirebilir. Tabi ki her şey niyet ve bakış açısıyla ilgili. Anlayış her zaman anlatımdan bağımsızdır.
 
Buradaki erdem kirpinin yenebilir bir hayvan olmasına rağmen insanın onu yeme kastıyla değil de sevgiyle kucağına alıp yaşam hakkına saygıyla bırakmasıdır. Üstelik yediği de benim emeğimle yetişmiş hıyardı. Bu bilgi de insanın üretim fazlasını ihtiyacı olan bir canlıyla paylaşma erdemine kaynak yapılabilir. Doğrusu kendimi övmeden bunların anlaşılabileceğini sanmıştım. Kendimden aldığım bu iltifat erdemin utancı oldu.
 
Gene de şunu eklemeliyim ki, açlık çekiyor olsaydım ben o kirpiyi yerdim. Bu da, nefsimden ve bencil çıkarımdan olmadığı için; zor ve çaresiz durumda kendi yaşam hakkıma saygımdan dolayı olduğu için erdemsizlik sayılmazdı.
**
“Askerde menemen yapmışım; 4 kişi yiyoruz. Şırnak' tayız. Duvarda sarıkız denen 6-7 cm'lik örümceklerden… Arkadaş aldı ekmeğin birini, attı hayvana, ekmek bi yana örümcek pestili bi yana... Tiksintimiz geçene kadar bekledik ki menemene devam edelim. Elime bi ekmek aldım, yedim bitirdim. Sonradan aklıma geldi "bu ekmek" dedim, "az önce sarıkızı öldüren ekmek mi?" "Evet abi" dediler. Bir takım küfürler ettikten sonra can alıcı soruyu sordum. "Peki bu ekmeği alıp da" dedim, " hangi akıllı masaya koydu?" R. K. (Daçkalı)
**
O ekmeği örümceğe atana yedirmeliydiniz. Emeğe saygıyı hatırlardı belki.
Mesele hangi aklın örümceği ezen ekmeği masaya koyduğu değildir kanımca; mesele hangi saygısız aklın ekmeği örümceğe fırlattığıdır. Tabi ki ekmek yerine taş atılmış olsa da örümceğin yaşam hakkına saygıdaki kusur hoş görülemez. Taş yerine ekmek atmakla, iç içe katmerli saygısızlık yapılmıştır.
Örümceği sevmemek hak olabilse de, onun yaşam hakkına saygısızlık etmek hak değildir.
**
Burada ben örümceklerle, çekirgelerle birlikte aynı odada yatıyorum. Hani İstanbul'da rastlamayız da tatile giden İstanbul beyefendi, hanımefendilerinin odalarında es kaza gördüklerinde ciyak ciyak bağırıp mesele çıkartacakları türden örümcek ve çekirgeler. Örümcek dediğim de örümcek hani; kıllı, tüylü... Daha önce görmemiştim. Burada tanıştım. Zararsız fakat; bazen elimin üzerinde bile yürüyor. Burası onların yaşam alanıydı. Burada ev yaptıysam onların doğal yaşama alanını tahrip ederek yaptım. Eve gelip içeride yaşamak istiyorlarsa o da onların en doğal hakları olmalı. İşgalci onlar değil, onların doğal yaşama alanına giren bendim. Zehirsiz olmadıkları taktirde ev bütün hayvanlara (sivrisinek hariç :-) ) açıktır. Normali de bu olmalı! A. D. (Daçkalı)
**
Doğal yaşama sevgi saygı dediysem o kadar da şefkatli olamam.
Evimin içinde karınca, sinek, örümcek, yılan, fare mare istemem. Öldürmem de tabi, kovalar atarım dışarı. Karınca tozu var karıncaları kaçırtan. Sivri sineği yakalayamadığım için içeri girmesini engelleyen pencere sinekliği yaptırdım.
 
“Doğrusu evin içini haşeratla paylaşmaktır” demen sence ne kadar doğruysa, insanın özel yaşam ortamını diğer canlı yaratıklarla paylaşmak istemeyişi de en az o kadar haktır. Hayvan hakları varsa, insan hakları da var, di mi yani? Sorun galiba hayvanların bu haklardan haberdar olmayışında. Bu yüzden de hayvanların özel yaşam haklarımızı gasp etmelerine karşı sevgide ve saygıda kusur etmeyen tedbirler üretmek de bize düşüyor nihayetinde.
**
İki gece önce saat  22.30'da Sivrice, Bektaş Köyü, Behramkale, Assos üzerinden Ayvacık'a giderken karşıdan karşıya geçmeye çalışan iki kirpinin önünde, arkama haliyle bakarak, fren yapıp durdum. Yoldan alıp yüzü hangi yöneyse yolun o tarafına bıraktım. Kirpiyi kurtarmış olmam da benim züğürt tesellim. Belki de tekrar karşıya geçmeyi denedi ve başaramadı. Yol boyunca üç beş canlı sincap farlardan kaçtı. Ama hızlı gidilebilen bir asfalt kesimde ezilmiş bir sincap yolun ortasında cansız yatıyordu. Orada güvenli biçimde direksiyonu kırıp üzerinden geçmeden devam ettim. İnsan doğal yaşamı tahrip ediyor.  A.D. (Daçkalı)
**
Maalesef, insan uygarlığı doğal yaşama uygun adımla ilerlemiyor; ilerleyemez de zaten, çünkü insan uygarlığı doğal yaşamı kendi hayallerine uyarlama yaratımıdır. İnsan yaşamı doğanın özündeki kendiliğinden varoluş ilke ve yasalarını aşmış, çoktan kendi yaratımı ilke ve varoluş tarzını doğaya dayatmaktadır. Artık bu zamandan sonra ne yaparsak yapalım doğal varoluşa bir tehdit olmaktan çıkamayız. Ancak, doğayı kendi uygarlığının ihtiyaçları için tüketen aynı insan aklı bir yandan da doğal yaşamın ekolojik dengesine muhtaçlığının bilinciyle doğayı koruyup kollamanın da ötesine geçip, doğal yaşam ortamları bile üretebilir bilgiye erişmiştir. Umut, doğanın kendisini yenileyebilir olmasına yardımcı olan çevreci bilincin güçlenmesidir.
 
İnsana diyemiyoruz ki, hayvana nasıl dersin “karşıya geçmek için yaya geçidini kullan”! Maalesef, otoyollar işleyecek; daha nice sincaplar, kaplumbağalar ve hatta araçlara çarpan kuşlar bu yollarda telef olacaklar. Sorun bu değil aslında; yollarda ölen hayvanlar yüzünden hayvan nesli tükenmez. Sorun fındık, ceviz topluyor diye insanın sincapları vurması; yüzü soğuk diye, ya da şeytanın elçisi diyerek yılanları öldürmesi; ticari amaçla denizlerin dibinin kazınması; salma tavuklarını koruma hakkına sığınarak insanın yırtıcı büyük kuşları vurması; ilaçlı tarımsal üretim; anız yakmak; arazi açmak için fundalık yakmak; ceviz boyasıyla dere ve gölcüklerdeki balıkları bayıltarak toplamak; teybe alınmış bıldırcın sesiyle göç eden bıldırcınlara ağlı tuzak kurmak; sırf insan uygarlığının ihtiyacını karşılamaya yönelik tatlı su üretim ve tüketim politikaları…  say say bitmez sözde uygar olmuş insanın kusurları… fakat, insanın en önemli kusuru bence doğadan aldığına karşın doğaya hiç hizmet vermeyişidir. Özellikle insan uygarlığının kibirli övüncü büyük şehirlere tıkılmış insan tam bir doğal yaşam asalağıdır. Bunun böyle olması köylüyü şehirliden daha bilinçli bir çevreci yapmıyor. Aksine çevreci bilinç şehirde ikamet etmektedir. Şehirlinin tutkulu fakat gerçeküstü çevreciliği yanında köylü zoraki çevrecidir; dünya çıkarları için toprağı ve suyu sahiplenir. Bu sahiplenme asla doğal mülkü gene doğayla paylaşma bilinciyle yapılmıyor; özünde bencillik barındıran bir sahiplenimdir.
 
Dikenleri her yıl biçip temizleme derdinden kurtulmak için yabani ot ilaçlaması yapılır. Daha fazla fındık satabilmek için fındıklar ilaçlanır. Tabi ki ilaçtan etkilenen sadece fındık kurdu ve yaban otları değildir…
 
Bazı uyanık köylüler bahçelerinin çevresine çektikleri tele geceleri elektrik verirler. Fındıklarını, cevizlerini, sebze ve meyvelerini ayı ve domuzlarla paylaşmak istemiyorlar. Doğrusu ayıların ve domuzların da bir paylaşma kültürü olduğu söylenemez. Ancak doğal yaşama sevgi ve saygıyı erdem yapmış olsaydı insan aklı bu hayvanları öldürmeyen çözümler bulabilirdi.
 
İnsan uygarlığı doğal yaşama en saygın yardımını sistematik geri dönüşümlü üretim ve tüketim önceliğinde ilerlemesiyle sağlayabilir... aklı başında çevreci bilinç doğayı sevmekle yetinmez; doğaya saygıyla yardımcı olmanın çaresine bakar ve bulduğunda yaşantısına katar…
 
Muharrem Soyek
 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..