Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Türban, türban olalı!!!

Uzun zamandır gündemi meşgul eden “türban” meselesine eğer kafa yormaya devam edersem kafayı yiyeceğim dedim kendime geçen gün. Ama gel de düşünme, gel de kafa yorma! Bu yaşa gelmiş, az çok mürekkep yalamış biri olarak, T.C. vatandaşı, müslüman ve hepsinden önemlisi de bir kadın olarak nasıl düşünmeyeyim. Düşünüyorum işte ve çok büyük üzüntü duyuyorum bütün bu olan bitenden. Çevremde hiç ummadığım insanlardan, genç kız ve kadınlarımızdan duyduklarımdan, aydın, Atatürk ilkelerinin her birine yürekten bağlı zannettiğim gencecik insanlarımızın bu konuda görüşlerini ortaya döktükleri konuşmalarına tanık olmaktan dolayı çookk büyük üzüntü duyuyorum, içim eziliyor, kalbim, ruhum parçalanıyor. Biz ne hale geldik böyle diyorum. İslam’ın ne olduğunu zannediyor bu insanlar anlamıyorum ki... benim bildiğim İslam felsefedir. Tamamen ruhla, maneviyatla, hisle alakalı bir olgudur. Şekil yoktur İslamda. Kadının saç teli gibi son derece basit ve bir o kadar da komik, küçücük bir nokta üzerinde yüzyıllardır süregelen tartışmalara, bu uğurda heba edilen enerjiye yer yoktur İslamda. İslam, kadının saç telinden bile erkeklerin tahrik olduğunu (olabileceğini) söyleyerek kadının insanlık haklarına tecavüz etmez ve erkekleri bu şekilde aşağılamaz. Benim bildiğim İslam dini, marifet dinidir. Ruhla (maneviyatla), şeriatın (dini kurallar, hayrımız için olan yasaklar anlamında...) en güzel şekilde harmanlanmış haliyle insanoğluna en yaraşır şekilde yaşanası bir felsefesi vardır. Bunu yapabilmek, becerebilmek marifet demektir zaten. Biz, % 90 ı müslüman olan T.C. vatandaşları olarak bu marifet sınavından geçtik. Yani bir “sırat köprüsü”nden geçtik aslında. O sırat köprüsünden sadece öldükten sonra gidilecek olan cehennem dediğimiz yerde mi var sanıyoruz. Burada cehennemimizi hazırladık, o köprüden de geçemedik maalesef, ruhu atladık çünkü. Ve düştüğümüz yere bakar mısınız neresi? Büyük bir hızla ve nedenini bir türlü anlayamadığım bir hevesle şeriata düştük hep beraber, hepimize hayırlı uğurlu olsun. (Önceki parantezde belirttiğim şeriatla düştüğümüz şeriat ayrı olgular benim nazarımda. Bu şeriat, Hz. Muhammed s.a.v.’in ölümünden sonra, İslam’ın kötü niyetli ellerde-her ne kadar değişmedi dense de bence böyle- değişime uğrayarak günümüze kadar uzanan, düşünemeyen beyinlere empoze edilen kurallar, yasaklardır ).

İş yerimde pırıl pırıl, kalpleri tertemiz ama beyinleri biraz yıkanmış, biraz doğup büyüdükleri çevre etkisiyle ve biraz da henüz genç ve cahil olmalarından dolayı türbanın serbest bırakılması konusunu destekleyen iş arkadaşlarım var. Odalarındaki duvara Atam’ın boy boy posterlerini, gençliğe hitabesini, şanlı bayrağımızı asmışlar. Biliyorum ki onlar kendilerince Atam’ı seviyorlar ve sözde (ben buna özde değil ancak sözde diyebiliyorum) bağlılar. Ama ne yazık ki anlamamışlar. “Gençliğe Hitabesini” milyonlarca kere okusalar da anlayamayacaklar diye düşünüp üzüntü duyuyorum. Ne yazık, böyle o kadar çok gencimiz var ki... Atatürk’ü anlamak ta marifet ister. O da her şeyden önce bir filozoftu çünkü. Özellikle, O’nun bizlere armağan ve emanet ettiği bu topraklarda yaşayıp ta felsefesini inkar eden herkes, kabul etmelidir ki ileri görüşlü ve son derece sağduyu sahibi üstün bir ruhtu O.

O bu günleri taa o zaman gördü, bildi. O sebeple “laiklik” ilkesi diye çok değerli bir emanet bıraktı bize. Bir taraftan da bizi bir sınava tabi tuttu aslında. Ama biz maalesef o sınavı da geçemedik, sınıfta kaldık. Ne demeli? İnşallah bütünlemeye kalmışızdır, yaz tatilinde daha iyi çalışıp, üst sınıfa geçebilme şansımız hala duruyordur....

Türban bir yana bir de kara çarşaflı kadınlarımızı, üstündeki kıyafetin neye benzediğini hala çözemediğim, pantalona da şalvara da bir türlü benzetemediğim, pardesü - palto desem değil, gömlek desem hiç değil tuhaf kıyafetlerle, sakalları iki karış aşağı, göğsünün altına inmiş, kafalarında takkeleriyle dolaşan kirli görünümlü genç erkekleri, yaşlı amcaları gördükçe içim parça parça oluyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda kılık kıyafet kanunu diye bir şey vardı bildiğim kadarıyla, ne oldu o kanuna? T.C. Anayasası’nın yılmaz bekçileri olacaklarına seçimlerden önce meydanlarda söz veren iktidar (lara) ne oldu.?

1400 yıl öncesinin “modasını” bugün yaşamaya, bugüne taşımaya çalışanlar ne yaptıklarından haberdar mı? Düşünen beyinler mi taşıyorlar o kafalarda? Ben adım gibi eminim Peygamber Efendimiz bu gün, bu şartlarda yaşasaydı her sabah kalkar traşını olur, mis kokularını sürer, çok zengin olmayacağını hepimizin tahmin ettiği giysi dolabından tertemiz gömleğini, ceket ve pantalonunu giyer, gıcır gıcır ayakkabılarını ayağına geçirir ümmetinin karşısına öyle çıkardı. Bizlere temiz, şık ve bakımlı olmayı öğütleyeceğinden, bizlere kusursuz bir örnek teşkil edeceğinden hiç kuşkum yok.

Geçenlerde bir alışveriş merkezine gittim ve alışverişten sonra oradaki bir kafede oturdum biraz. Alan küçük olduğu için masalar sandalyeler birbirine çok yakındır bilirsiniz. Arkamdaki masaya babaanne, gelin ve torun olduklarını sonradan anladığım üç bayan oturdu. Babaanneyle sandalyelerimiz sırt sırta olduğundan en net onun konuştuklarını duydum. Sizlerle bu konuşmayı yorumsuz bir şekilde paylaşmak istiyorum;

Konu tabi ki gündemi delicesine meşgul eden türban....Torun, benim kızım yaşlarında, bu konuda heyecanını ve öfkesini saklayamayan bir Atatürk çocuğu, gelin modern giyimli hoş bir genç bayan, babaanne ise yandaki sandalyeye bıraktığı mantosu, üzerindeki gömlek ve eteğiyle, ayağında yaşına uygun ve yaşlı ayaklarını rahat ettirsin düşüncesiyle giydiği düz ayakkabılarıyla, başındaki başörtüsüyle her ikisinden de daha şık, tonton mu tonton, şeker mi şeker bir yaşlı teyzecik. Babaanne diyor ki; ahh kızım ahhh bizim zamanımızda hiç bu konular konuşulmazdı, böyle şeylere zaman harcamazdı bu millet. İsteyen namazını kılar, isteyen başını örter, istemeyen örtmezdi. Üniversite öğrencisi dediğin gençliğin, enerjinin, şıklığın, güzelliğin göstergesidir benim bildiğim. Bu genç kızlara, kadınlara ne oldu, neden kendilerini acayip şekillere sokup, kılıkları kıyafetleriyle babaları, ağabeyleri veya kocaları, nişanlıları öyle istiyor diye yüzyıllar öncesini bugün yaşamaya çalışıyorlar anlamıyorum evladım. Okullara bir kılık kıyafet düzenlemesi getirilsin tabi, genç kız dediğin her yerini açarak ta okula gitmez. Ona da karşıyım.O televizyonlardaki, gazetelerdeki sanatçı bozuntularına biraz fren yaptırsınlar, az bişey kapattırsınlar. İç çamaşırıyla çıkarttırmasınlar televizyona. Şık ve modern olsunlar birşey demiyorum ama terbiyesizliğe vardırmasınlar bu kadar. Hadi ben artık haminne olmuşum, başımı da kapatırım, denize de girmem, kısa kollu da giymem, her yerim buruşmuş, kollarım sarkmış, etrafı bu görüntümle rahatsız etmem bi kere.... Ama onlar daha genç, bu zamanlarda giyinmeyecekler de ne zaman giyinecekler. Neden denize girmesinler, vücutlarına tuzlu su değmesin. Neden güneş ışığından faydalanmasınlar, kemikleri için D vitamini gerekli, bir tek erkeklerin mi ihtiyacı var, kadınlar insan değil mi? Arap memleketleri sıcak yerler, oralarda bir tek kadınlar değil erkekler de örtünüyorlar, sıcaktan, güneşin zararlı ışınlarından koruyorlar kendilerini. Bizimkilere ne oluyor anlamıyorum ki ben. Takmışlar kadının saçına. Ama siz hatırlamazsınız bilmezsiniz, ben biliyorum bu türban kimin başının altından çıktı, bu musibeti bu milletin başına kim sardı. O Erbakan yok mu o Erbakaaannnnnn, ahhh o Erbakannnnnn, boyu posu....... J))))

Sevgiler, Serap
 
Toplam blog
: 21
: 1440
Kayıt tarihi
: 06.02.07
 
 

1967 doğumluyum. 24 yaşında bir kızım var. Ailem ve dostlarım, vazgeçilmezlerim, olmazsa olmazlar..