Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '09

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye Ulusu

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan birçok etnik grubun olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Tüm toplumsal ve yönetimsel ilişkilerin, bu temel üzerinde yapılandırılması kaçınılmazdır. Onlarca yıl yok sayılan etnik gruplar içten içe bilenirler. Günümüzde geldiğimiz sonuç bu bilenmenin yarattığı sonuçtur.

Konuyu, daha anlaşılır duruma getirelim isterseniz. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, tüm etnik gruplar baskın durumda olan bir ırkın adı altında birleştirilmeye çalışıldı. Daha doğrusu etnik gruplar yok sayıldı. Dil yasaklamaları, hor görmeler, bölgesel ekonomik ayrıcalıklar; tepkilerin, gelişip güçlenmesi sonucunu doğurdu. Bu hataları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan düşman güçlerin etkisi ise azmanlaştırdı tepkileri. Bir Kürt’e, bir Gürcü’ye ya da başka bir etnik topluluğa Türklüğü benimsetme çabaları; ayrılıkçılığı yarattı ister istemez.

12 Eylül Darbesinin katkısı da az değildir bu sürece. 12 Eylül’den önce; düzene karşı muhalefet, emek cephesinde yoğunlaşmıştı. Emek odaklı mücadele yıllarında, etnik ayrılıklar unutulmuştu neredeyse. Daha doğrusu cılızlaşmıştı. Asıl mücadele emek-anapara (emek-sermaye) alanında yoğunlaşmıştı. Düzenin ajanları; sol muhalefet cephesine sızarak kitleleri hatalara sürükledi. Amaçları; alınacak sert önlemlerin, bir zorunluluk olduğunu, halka benimsetmekti. Bunu da belli düzeyde başardılar. 12 Eylül sürecinde, kitlesel ve örgütlü sol muhalefet sindirildi. Bu noktadan sonra, yayılmacıların ellerini daha çok görmeye başladık ülkemizde. Tarihsel bir gerçeklik olan etnik yaraları kaşımaya başladılar kirli tırnaklarıyla. Emek odaklı mücadele güçlerinin bir kesimini, etnik mücadele çizgisine çektiler. Etnik mücadele cephesine kayan bu örgütlü yapı, zamanla ırkçılaştı. Sol özelliğini hepten yitirdi. Dün, emek cephesinde omuzdaşımız olanları, bugün ırkçı ve ayrılıkçı bir terör örgütü olarak karşımızda bulduk. Yayılmacıların maşası olarak üstelik…

Ülkemizdeki anamalcılar da anamalcı yöneticiler de iyi yönetemediler bu süreci. Ekonomik, demokratik ve kültürel önlemler almak yerine, askeri önlemlere yöneldiler. Askeri önlemlerle insanların karınlarının doymayacağını; tinlerinin huzur bulmayacağını hesaba katmadılar. (Dikkat edin; “bilemediler” demiyorum, “hesaba katmadılar” diyorum.)

Sözünü ettiğim hatalar yapılmasaydı bugün geldiğimiz noktada olmayacaktık bence. Nedir bugün geldiğimiz nokta? Etnik ayrımcılığın keskinleştiği, kimi beyinlerde kinlerin oluştuğu, düşmanlık virüsünün kımıldamaya başladığı nokta… Bu noktada doğru tanıyı koyup doğru bir tedavi başlatılamazsa iç çatışmalar kaçınılmaz olacaktır. Yurt bütünlüğünü sağlamak için daha çok kardeş kanı dökülecektir. Üstelik çözümsüzlük aşılamayacaktır.

Peki, sorunun çözümü nedir? Bence çok kolay… Devlet; toplumları, etnik kimlikleriyle tanımlamayacak. İnsanların, kendilerini etnik kimlikleriyle tanımlamasına da karışmayacak. Millet kimliği yerine, yurt kimliği benimsenecek. Yurt birliği, Milli birliğin önüne konulacak. “Millet” kavramı, temelde “ırk” kavramını çağrıştırmaktadır. TDK’nin sözlüğünde, “millet” sözcüğü şöyle tanımlanmış: Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan; aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu… Bu tanımdan da anlaşılıyor ki, aynı milletten olmasına karşın, ayrı topraklar üzerinde yaşayan topluluklar da vardır. Yani, bir milletten olmak için yurt birliği ölçüt değildir. Ama ırk birliği bir ölçüttür. Bu nedenle de milli birlik, ayrılıkçılığı engelleyememektedir. Oysa “yurt” kavramı, daha tümleştirici bir kavramdır. Öyleyse milli birliğin yerine, daha etkili ve birleştirici olan yurt birliğini neden koymayalım? Milliyetçilik yerine de yurtseverliği… Türk olmayan bir yurttaşımıza “Ben Türküm.” demek ağır gelebilir. Ya da dünya görüşü nedeniyle, kendisini bir ırk adıyla tanımlamak istemeyebilir kişi. Bunu hoşgörüyle karşılamak gerekir. Ama aynı kişi, “Ben Türkiye halkının bir bireyiyim.” demeyi yüksünmez. “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.” demeyi de yüksünmez.

Ben de hiçbir ırk adıyla tanımlanmak istemem doğrusu. Belli bir ırk şemsiyesinin gölgesiyle sınırlamam kendimi. İnsan olmanın sınırları, daha özgür davranabilme olanağı sağlıyor çünkü. Daha geniş bir özgürlük alanında yaşamak varken dar bir alana hapsolmayı benimseyemem.

“Milli birlik” yerine “ulusal birlik” kavramını koymanın temelini oluşturmak da sorunun çözümüne yardımcı olur kanımca. Bu durumda küçük bir sorun var. Sözlüklerde “ulus” sözcüğünün karşılığı, “millet” olarak gösterilmiş. Bu anlamdaşlığı kaldırmak gerekir. “Ulus” sözcüğünü; “belli bir ülke sınırları içerisinde yaşayan yurttaşların tümü” olarak tanımlamalı. Doğru olan da budur bence. Bu tanımlamadan sonra, sıra ulusumuzun adını koymaya gelir. Yurdumuzun adı “Türkiye” olduğuna göre, ulusumuzun adı da “Türkiye Ulusu” olur. Akılcı düşünen hiç kimsenin, bu tanımı ve adlandırmayı içine sindiremeyeceğini sanmıyorum. Bu tanımlama gerçekleştirildikten sonra; ulusalcılık, tüm yurttaşlarımızı kapsar.

Yurtseverlik ve ulusal birlik daha bir anlam ve güç kazanmaz mı bu durumda? Ne dersiniz?

“Dünyanın neresinde böyle bir anlayış var?” diyenler çıkabilir. Vereceğim yanıt şu: İlk kez bizim başlatmamızın sakıncası mı var? Bu durum bizim için övünç kaynağı olmalı bence.

Sorunun çözümüne bu çalışmalar, tek başına yetmez elbette. Ekonomik, demokratik ve kültürel iyileştirmelerle desteklenmesi gerekir kesin sonuç almak için. Bunlar başka bir yazının konusu… Bir gün, bu konulardaki düşüncelerimi de yazacağım.

Haydar Bibinoğlu
Emekli Öğretmen

 
Toplam blog
: 71
: 774
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Emekli Öğretmenim. Anadolu Üniversitesi, AÖF, Eğitim Önlisans Programı mezunuyum. İlgi Alanım: Si..