Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '16

 
Kategori
Eğitim
 

Üniversite artık Evrenkent değil

Üniversite artık Evrenkent değil
 

Okuyan her gencin hayalinde,  sonunda bir üniversiteye kaydolup bitirmek vardır. Tabii bazılarında (özellikle hayatta karşılığı olmayan bölümlerde) durmadan yüksek lisans, doktora hevesi de akademisyenler tarafından körüklenir. Ama boşuna…
 
Türkiye’de kaç üniversite var. 2015 rakamlarına göre 193 üniversitemiz var. Bunlardan 114’ü devlet üniversitesi, 76 tanesi Vakıf üniversitesi.
 
Cumhuriyetin ilk başında iki üniversite ile idare ederken; sonra bu sayı 5-6’ya fırladı… Daha yakınlarda  da tutulamaz bir şekilde 100’leri aştı. Bunun üzerine de her yıl üç beş tane üniversite ekleniyor. Peki, bu şekilde ne oluyormuş… Güya bilim ve teknolojide ilerliyormuşuz. Ama diğer yandan bu açılan üniversiteler ve yenileri gerçekten üniversite mi, yoksa külliye mi veya medrese mi diye sormuyor. Çünkü üniversitenin gerçek üniversite olabilmesi için bazı ön kabulleri olması gerekir. Ön koşulları yerine getirmesi gerekir.
 
Oysa bizim üniversitelerimiz ne yazık ki , daha kuruluşundan itibaren bazı önemli maluliyetlerle doğuyorlar. Üniversite kuruluyor ama sorunlarını da birlikte getiriyor. 
 
Şimdi üniversitelerimizin genel sorunlarına bir makale çevresinde bakalım:
 
1. Üniversiteleri değerlendirmeye imkan yok. Üniversiteler zaten başından itibaren değerlendirmek için değil, değerlendirilmemek için kuruluyorlar. Peki, değerlendirme yapılmıyor mu? İç değerlendirme de; dış değerlendirme de yanlış varsayımlarla ve ölçütlerle yapılıyor. Onun için sonuç , YÖK istediğini buluyor, istemediğini görmüyor. 
 
Aslında cezalandırılmak istenen üniversiteler  aniden değerlendirmeye tabi tutuluyorlar ve bu yapılan denetimler sonucunda , mutlaka bir şey bulunuyor ve üniversite cezalandırılıyor. Bunlar genellikle liselerde olduğu gibi cezayi soruşturmalar. Yoksa gerçek değerlendirmeler değil.
 
2.Üniversiteler YÖK’e karınlarından yapışık. Aslında tepelerinden yapışık. Öğretim üyeleri Rektörlerini, Dekanlarını  kendileri seçtiler sanıyorlar ama büyük bir üç kağıtçılık içinde , yöneticiler YÖK tarafından (Aslında Siyasi Yetkeler tarafından seçiliyor) . Tabii bu şekilde seçilen üniversite yöneticileri de uzaktan kumandalı bir şekilde , siyasi otoritelerin emirlerine ve felsefelerine tamamen uyuyorlar.
 
Bunun sonucunda bir de bakıyorsunuz üniversiteler camiler ve mescitler , tekkeler kenti olmuş.  Doğal olarak her fakülte dekanı da siyasi bir partinin uzantısı gibi hareket ediyor. 
 
3. Türkiye’nin ihtiyaçlarına dönük değiller. Türkiye mutlaka yeni teknoloji ve bilim üretmeye zorunlu, gelişmekte olan ülkelerden biri. Ama üniversite bu gereksinimi anlamış durumda değil. Daha çok insanların üniversitelerden mezun olması gerekir; bunu da beceremiyorlar: Daha çok  Yüksek Lisanslı, Doktoralı insana ihtiyaç var; bunu  da yapamıyorlar. Türkiye’nin daha çok öncü, yenilikçi, önder insanlara ihtiyacı var. Bunu da sağlayamıyorlar.
 
Üniversiteler gerçek, reel ihtiyaçlara göre değil, kendi kafalarındaki modellere göre öğrenci yetiştirmeye çalışıyorlar ki, bu istenilen insan modeline uygun değil. Üniversiteler bu bakımdan boşa çalışıyor.
 
4. Araştırma yapılmıyor. Üniversitelerde araştırma yapan; araştırma ruhunu almış üç-beş kişi var. Ama binlerce öğretim elemanı gününü ders vermekle, dalga geçmekle geçiriyor. Çünkü onlar da gerçek bir değerlendirmeye tabii tutulmuyorlar. Çünkü kalitesiz elemanlar üniversiteden çıkarılsa, üniversiteler boşalır. Onun için, böyle gelmiş , böyle gider diyerek; kimse gerçek kalite, nitelik sorunlarına eğilmiyor; elemanların yetiştirilmesi işi yakından takip edilmiyor.
 
Araştırma yapanlar zaten zamanında Doçentliklerini, Profesörlüklerini alarak kendilerini gösteriyorlar. Tabii, bunların bir bölümü de en kısa zamanda araştırma alışkanlıkları kazandıkları yabancı üniversitelere geri dönüyor.
 
5. Yabancı dil bilinmiyor. Şu veya bu nedenle üniversiteyi bitirmiş ve akademik kariyer yapma kararlığında olan genç adayların yabancı dil bilme zorunluluğunu genellikle hep geriye ittiklerini görüyoruz. “Yüksek lisanstan sonra öğrenirim… Doktoradan sonra öğrenirim..!” diyenler ne yazık ki bu kararlarından çok çabuk vazgeçmekte ve yabancı dil bilmemek yüzünden akademik kariyerlerinin ilk basamaklarında takılıp kalıp, genellikle o basamaktan emekli olmaktadırlar. Yabancı dil (özellikle İngilizce bilmemek) bir akademisyenin en büyük dezavantajıdır. Yabancı dil çok erken yaşlardan öğrenilmezse, sonra hemen hemen imkansız hale gelmektedir.
 
Son yıllarda Yabancı Dil Bilmek bir akademisyenin niteliğini ölçmekte ilk  ayraçlardan biri olmuştur. İyi bir Yabancı Dil bilmeyenlerin akademik kariyerde gelecekleri yoktur.
 
6. Üniversite öğrencimiz yeterli değil. Bir sürü üniversite açıyoruz. Sanki herkes üniversiteye gidiyor gibi ama rakamlar öyle söylemiyor. Oranlar şöyle : Üniversite Mezunu Oranı: Avrupa’da %37 – Türkiye’de %11… Hadi buyurun. Bu rakamlar aynı zamanda aşağı yukarı bizde ve onlarda ne kadar insanın üniversiteye devam ettiğini gösteriyor. 
 
Bu nedir? Gençlerimizi doğru dürüst okutamıyoruz. Dünya kadar üniversite açıyorsun ama gerçekte açtığın üniversiteler boşa çalışıyor. Aslında gidip bakacak olursanız, ders dönemi başında anfiler doludur (gerçi yavaş yavaş boşalır ama..) yine de bu doluluk sadece bazı özel fakülteler için söz konusudur; diğer bölümlerdeki öğrenci sayısı çok düşüktür. Bir de bazı üniversitelerde devamın kontrol edilmediğini (bazen edilemediğini..) düşünecek olursak; demek ki üniversiteler kapasitesinin çok altında çalışıyor ve az mezun veriyorlar. Tabii bazı fakültelerin verdiği mezun sayısı yüzünden (örneğin eğitim fakülteleri) büyük kentlerin caddeleri böyle mezunlarla dolu ve her gün pankartlarla gezip duruyorlar. Milyonlarca genç işsizimiz var… Kısaca, bir dengesizliktir, bir ayarsızlıktır gidiyor. Kimse de buna çare bulamıyor.
 
7. İhtiyaç alanlarına göre  girdi –çıktı analizi yapılmıyor. Genellikle üniversiteler ve fakülteler sanal isteklere ve  düşüncelere göre kuruluyor. İnsanlar en çok çocuklarını hangi fakültelere göndermek istiyorlar? 1.Tıp, 2.Mühendislik, 3. İktisat..vb. .. Buna göre bir dizilim yapıp , üniversiteyi ve fakülteleri tasarımlamaya çalışıyoruz. Tabii en ucuza mal olacaklar ilk önce kuruluyor. Lafla gemi yürütenler… Onları kurmak kolay. Ama Tıp fakültesi kurmak o kadar kolay mı? Ellerinden gelse her mahalleye kuracaklar ama onların da alet, araç-gereç istekleri bir türlü bitmez ki…
 
Oysa bir okulu kurmanın ana kuralı , toplumun hangi tür becerili insanlara ihtiyacı var… Bunu öğrenmek gerekir. Bu da bir bilimsel araştırmayı getirir. Bundan herkes çekinir. Onun için , daima siyasetçilerin ve kodamanların istekleri ağır basar ve  “Kurulsun..” kararıyla üniversiteler kuruluverir. Ateşi sonradan gelsin , kararıyla…
 
8. Mesleki eğitimi iyi yönlendiremiyor. Biliyorsunuz, üniversiteler Türkiye’deki mesleki teknik eğitimin kuruluşunu ve oluşturulmasının sorumluluğunu yüklenmiş kurumlardır.
İki yıllık Meslek Yüksek Okulları  (Ön Lisans verirler) ; ayrıca 4 yıllık Yüksek Okulların tümüde çeşitli üniversitelerin sorumluluğu altında açılmışlardır. Bunlar çeşitli dallarda meslek ara elemanı yetiştirmek durumundadırlar.
 
Oysa ne yazık ki, fakültelere verilen önem bu yüksek okullara verilmiyor. Hem akademik eleman açısından çok eksikler, diğer yandan makine parkları genellikle çok fakir oluyor. Hatta bazen eski (tarihi) meslek liselerinin makine parkı , meslek yüksek okullarından çok daha iyidir. Bu arada yetişecek ara elemanlar  genellikle  bu alanda etkinlik gösteren fabrikaların, iş yerlerinin öngördüğü yeterliklere sahip elemanlar olamıyor. 
 
Üniversiteler, genellikle meslek yüksek okullarına başlarından atılması gereken birer belaymış gibi bakıyorlar ve hiç benimsemiyorlar. Oysa böyle bir tutum Türk eğitim hayatı için çok yanlış bir tutum.
 
Aslında bu meslek okullarının çok daha kaliteli olması ve büyük öğrenci yükünün  tamamına yakınını kapsaması, kendi içine çekmesi gerekir ama bunun için gençleri heveslendiremiyoruz. 
 
9. Üniversiteler dünya araştırma ve teknolojisine yeteri kadar açık değiller.  Bir kere akademik elemanların büyük çoğunluğu doğru dürüst bir yabancı dil bilmediği için yurt dışına gitme cesaretini kendinde bulamıyor. Bu yüzden üniversiteler de bu alanda becerikli elemanları tekrar tekrar dışarıya gönderiyorlar. Diğerleri yerinde sayıyor. Yabancı dil bilmedikleri için yabancı literatürü izleyemiyorlar. Yenilikler neler, teknoloji nerede bilemiyorlar; izleyemiyorlar. Ondan sonra  “kellim kellim la yem fa..” Bilinen şeylerin tekrarı her yıl aynı teksirlerden sürüp gidiyor. Ve biz buna ilim diyoruz.
 
10. Kendi içine kapanıklar, çevreye öncülük edemiyorlar. Yeni kurulan üniversteler Amerikan tarzı “Kampus” ,Yerleşke tarzı üniversiteler oldu. Genellikle kentlerin varoşlarında; kenar semtlerinde ve merkezden oldukça uzak yerlere kuruldular. Böyle olunca, “Ayran içtik, ayrı düştük..” misali Üniversiteler de  kendi içlerine döndüler, her şeyi bıraktılar, güya “ilim” yaptılar… Aslında ilim filan hak getire, bir yüksek lise gibi  sınıflara, anfilere gençleri doldur-boşalt yaparak durmadan ders verdiler. Öğrenciler de dinlediler ve uyudular. Çünkü bizde ders vermek böyle bir şeydi. Hoca orada bir şeyler söyler, sen de teneffüs gelsin diye beklersin. Çünkü sınıfta soru sormak yok; tartışmak yok… Hoca anlatır sen dinlersin; bir iki inek öğrenci  durmadan not alır; siz de notları dönem sonunda onlardan alırsınız. Okuyup teste girersiniz. İşte bu kadar… Üniversite budur.
 
Oysa üniversitelerin ciddi görevlerinden biri de çevreye ışık tutmaktı. Üniversite, ilmiyle, irfanıyla, bilimiyle, sanatıyla , geliştirdiği teknolojilerle, yeniliklerle çevreye, yakın kente ve sonra bütün Türkiye’ye ve dünyaya yararlı olacaktı…
 
Geçiniz efendim geçiniz…
 
Üniversiteler bunu ancak yıl sonunda gösterdikleri  balolarla filan gerçekleştiriyorlar.  Bir iki davul, dümbelek …Yıl sonu eğlencesi filan… Çocukları avutuyorlar.
 
Aslında  üniversiteler, özellikle vakıf üniversitelerinden bir bölümü herkesin gözünü boyamaktadır. Devletin de, milletin de… Bir yandan da herkesi dolandırmaktadırlar.
 
Şimdi aşağıdaki haberi okuyun:
 
“YÖK’ün, 50 vakıf yükseköğretim kurumuna uyarı verdiği ortaya çıktı. İncelemeler sonucunda usulsüz öğrenci kaydı yapan, döndüremeyeceği şekilde borç altına giren, kuruluşta taahhüt ettiği mal varlığını elden çıkaran vakıf üniversiteleri tespit edildi. Bunun üzerine, YÖK’ten üniversitelere “Durumunuzu düzeltin” uyarısı gitti.” (milliyet.com.tr)
 
Haydi buyurun!
 
Görüyorsunuz YÖK nihayet uyandı; biraz biraz üniversitelerin içine bakmaya başladı. Bakınca da içlerinde bulundukları fecaati gördü.
 
Söz konusu bir iki üniversite değil. Biraz  İnternet’i karıştırın, neler olduğunu anlamaya başlayacaksınız.
 
Üniversitelerin hikayesi uzun . Öyle kısa kesmek istemiyorum. Daha koca kitaplar yazılır da. İşte biz burada anladığımız kadarıyla bağırıyoruz.(devamı var…)
 
 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..