Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '07

 
Kategori
İlişkiler
 

Unutma temrinleri

Unutma temrinleri
 

Ne zordur ayrılık. O gider ve karanlığa bürünür her şey. “Gitme” dersin ama dinlemez, vakti gelmiştir. İçinde tarifi zor bir boşluk bırakarak kaybolur. Onunla çoğalmıştın, o yüzden bıraktığı boşluğun acısı daha da derin. “İki”den “bir”e düşmek değil, “bir”den yarıya inmek gibi bir şeydir bu. Ayağına beton dökülüp denize bırakılmış kadar çaresizsindir. Şimdi önünde uzun bir mücadele dönemi vardır. Herşeyden ve herkesten önce kendi kendine karşı acılı ve zor bir savaş vereceksin. Ama daha her şey çok sıcak; dağınık yatağın, onun boş bıraktığı ellerin ve kalbinde açılan yara. Acıyı henüz tam olarak hissedemezsin. Uyuşmuş gibisindir daha çok. Bir boşlukta yaşamaya başlarsın; için dışın boşluk. O boşluklara bakmak korkutur seni.

Uykuyu kaybedersin. Gözlerin yanar, vücudun bitkinleşir, zihnin talan edilmiş bir kent gibi dağılır. Yatağa uzanıp gözünü tavana diktiğinde de, kapatıp onun hayalini silmeye çalıştığında da hep onu görürsün karşında.

Uzun bir yolun başındasın şimdi. Yorulmaya hazır ol. Yollarda amaçsızca gezeceksin. Bir vitrinin önünde durup, sergilenen giysilere bakacaksın dalgın bir özlemle. Vitrindeki mankenler o'ymuş gibi bakacak sana. Ama aslında o camların önünde olmayacaksın. Gördüğün her yüzü ona benzeteceksin. Boyu biraz ona yakın, yürüyüşü azıcık ona benzeyen herkesi o sanıp çaktırmadan peşine takılacaksın. Saçı tıpkı o. Hele şu tedirgin yürüyüşü. Aslında tahmin edeceksin onun olmadığını ama her defasında bunu yapmaktan alıkoyamayacaksın kendini. Hızlanıp yanından geçerken kaçamak bir bakış fırlatacaksın. “Hayır, o değil. İnsan insana ne kadar da benziyor?” Sen benzetiyor olmayasın?!

Uzaktaki bir çift çarpacak gözüne. Birinin giyimi onunkiyle aynı. “Allahım, yoksa gerçekten o mu? Ne kadar da samimi görünüyorlar? Gelenin o olması mı iyi, olmaması mı? Ne yapmalıyım? Görünmeli miyim? Beni göremeyecekleri bir yere çekilip yanımdan geçmelerini mi beklemeliyim? Onların geliş istikametinin aksine yürüyüp beni görmesini mi sağlamalıyım? Tam birbirimizi geçmek üzereyken gözlerinin içine mi bakmalıyım? Konuşmaya mı çalışmalıyım? Ya yanındakiyle kavga etmem gerekirse? Rezalet çıkarmaya değer mi? Bu hafiflik bana yakışır mı?” Yaklaşıyorlar. Sanki o değil gibi. İyice yaklaştılar. Oh, neyse ki, o değilmiş. Rahatlayacaksın ama yine de üzüleceksin. Görsen daha çok üzülürdün ama hiç değilse görmüş olurdun.

Sinemaya gideceksin. Maksadın film izlemek falan değil, sırf kafa dağıtmak. O yüzden konusuna bile dikkat etmeyeceksin. Film ilerlerken bir aşk hikâyesi şekillenmeye başlayacak yavaş yavaş. Hemen aşıklardan birinin yerine kendini koyacaksın, ötekinin yerine onu... Senaryonun aklına yatmayan yerlerini kafanda yeniden yazıp hak edenin kazanmasını sağlayacaksın filmin sonunda. Perdedeki film mutlu sonla bitecek ama sen yine de mutsuz olacaksın, çünkü film bitecek ve yeniden döneceksin gerçek hayata. Unutmaya gelmiştin güya buraya ama yeniden ve daha şiddetle hatırlayacaksın.

Vitrinleri seyretmek, yolda gelip geçenleri izlemek, sinemaya gitmek hiçbir işe yaramayacak. Eve gitsen hiç olmayacak. O karanlık ve derin yalnızlık kuyusuna girmek istemeyeceksin bu saatte. Oturup bir şeyler içecek sakin bir yer arayacaksın, ehven-i şer kabilinden... İçmeye başlayacaksın. İlk kadehten bir şey anlamayacak, ikincisinde biraz rahatlayacak, üçüncüsünde ısınacaksın; dördüncüsünde hareketlerin ve kararların hızlanacaktır. Beşincide herşey çok kolaylaşacak. Her istediğini yapabilirsin gibi gelecek sana şimdi. Hiç tanımadığın insanlarla rahatlıkla konuşabilir, içini dökebilir, bağırır, nara atar, coşabilirsin. Altıncıda aklın boyunun birkaç metre üstüne yükselip oradan rasat etmeye başlayacak dünyayı. Meğer dünya ne kadar da küçükmüş! Onu bir kez daha aramaya karar vereceksin. Başka zaman olsa düşünür vazgeçerdin ama şimdi bir başka alemdesin ve bu alemde her şey senin elinde. Sen bu kadar istedikten sonra onun seni terslemesi imkânsız, nasılsa ikna edersin. İsmini bulup “ara” tuşuna basacaksın, telefonun aranan numaraya erişmesine kadar geçen kısacık sürede nabzın çıldıracak. Sonuçta devreye giren makinenin aranan kişiye şu an ulaşılamadığını bildiren yanıtıyla karşılaşacaksın. İşte, son zamanlarda çok yüz yüze geldiğin bir hüsran daha...

Yedinci kadehte tüm varlığın öfkeye kesecek. Ona, onunla tanıştığın güne, yaşadıklarına, ama en çok da kendine lanet okuyacaksın. Beyninin bir tarafına kaçıp saklanmış mantık kırıntılarını masayı dağıtmamak, kadehleri yere çalmamak, gırtlağını yırtarcasına haykırmamak ya da herkesin içinde hüngür hüngür ağlamamak için kullanabileceksin belki... Neyse ki, dışarıya pek bir şey belli etmeyeceksin. Sana bakan acı çektiğini anlayacak ama oradaki herkes de senin durumunda olacak zaten...

Sekizinciyi sırf hiçbir şey hissedemez hale gelebilmek ve herşeyi unutabilmek için söyleyeceksin ve bir dikişte bitireceksin. Hesabı nasıl ödedin, o saatte taksiyi nasıl buldun, eve hangi yoldan geldin, kapıyı nasıl açtın hiçbirini hatırlamayacaksın

Kanepeye yüzü koyun uzanacaksın. Onunla yan yana oturup güzel şeylerden konuştuğun, şakalaştığın, televizyon seyrettiğin, kavga ettiğin, barıştığın ve sarıldığın kanepeye... Başın fırıldak gibi dönecek, gözlerini sımsıkı kapatıp uyumaya çalışacaksın. Ama olmayacak, gözünü açtığın anda farkedilmesi zor, küçücük sigara yanığını göreceksin. Onun sigarasından düşmüştü ateş. Elinle hemen söndürmüştün ama işte yine de bir iz bırakmış belli belirsiz. O sahneyi hatırlayıp yeniden yaşayacaksın; sanki o da gelmiş de sigarasını tüttürüyor yine acemice...

Bu kez o beyninin bir köşesine kaçmış o mantık kırıntılarını kullanmaya gerek görmeyeceksin. O yanığa baka baka gözyaşlarını salıvereceksin. Ilık ve sessiz... Ancak bunlar temrindir henüz, daha çok tekrarlaman gerekecektir.


"..Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan"*

* Cemal Süreya


 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..